İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin birkaç kez ertelenen Türkiye ziyareti 24 Ocak günü nihayet gerçekleşti. Reisi’nin ziyareti, en son 3 Ocak’taki Kasım Süleymani’yi anma törenlerinde Kirman’da yaşanan terör saldırısı nedeniyle ertelenmişti. Gezi, Suriye’de kalıcı bir siyasi çözüm hedefleyen ve Kazakistan’da Rusya, İran ve Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcılarının katılımıyla düzenlenen 21. Astana toplantısına da denk geldi. Reisi’nin ziyareti esnasında cumhurbaşkanlarının başkanlığında İran-Türkiye Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin sekizinci toplantısı gerçekleşti. Taraflar on konuda iş birliği anlaşması imzaladılar. Yaklaşık on yıldır gündemde olan ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkarılması da görüşmelerde öne çıkan başlıklar arasındaydı. Yine sınır kapılarının sayısının çoğaltılması, ortak sınır ticaret bölgelerinin kurulması, enerji alanındaki iş birliğinin artırılması, demir yollarının daha aktif hale getirilmesi, Afganistan kaynaklı göç hareketi gibi konular da masadaydı. Reisi’nin ziyaretinden hemen önce İran Merkez Bankası Başkanı ve Enerji Bakanı da Ankara’yı ziyaret ederek meslektaşlarıyla görüşmeler gerçekleştirdiler. İran ve Türkiye’nin enerjiden ulaştırmaya, finanstan ikili ticarete kadar geniş kapsamlı bir iş birliği içinde bulunduğu düşünüldüğünde, Reisi’nin ziyaretinde bu başlıkların tekrar gündeme geldiği ve ziyaretin aslında rutin, teknik bir gözden geçirme toplantısı olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte 7 Ekim’den itibaren yaşanan bölgesel gelişmeler, İran’ın Suriye, Irak ve ardından Pakistan’a düzenlediği füze saldırıları göz önüne alındığında, görüşmelerin bölgesel ve stratejik meselelerin gölgesinde kaldığını söylemek mümkün. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Terörle mücadelede komşumuz İran'ın desteğinin artarak devam etmesinin ehemmiyetini bir kez daha vurguladık. Ülkelerimizin ve bölgemizin güvenliğini hedef alan PKK/PYD/YPG ve PJAK'a karşı iş birliğimizin daha da güçlendirilmesinin önemine değindik” açıklaması oldukça önemliydi.
Filistin: Benzerlikler ve Farklılıklar
Ziyaret esnasında öne çıkan ve iki ülke yetkililerinin açık desteklerini vurguladıkları Filistin meselesinde, aslında biraz daha yakından incelendiğinde, iki başkentin yaklaşımında örtüşme kadar ayrışma olduğu da görülüyor. Bu bağlamda İran’ın askeri metotları öncelerken, Türkiye’nin iki devlet esasına dayalı kapsamlı ve sürdürülebilir bir barış için garantörlük dahil çeşitli siyasi mekanizma önerilerinde bulunduğu biliniyor. Bu yaklaşım farklılığı, kimi zaman birbirini tamamlayıcı etki oluştururken kimi zaman gerilim kaynağı olabiliyor. Örneğin Tahran’ın suçlayıcı dili, gerek yetkililerin isim vermeden yaptıkları açıklamalarda gerekse yönetimle ilişkili isimlerin sosyal medyada Türkiye karşıtlığında kendisini açıkça gösteriyor. İranlılara göre Türkiye söylem olarak Filistin meselesine destek verse de pratikte hiçbir somut adım atmayarak, İsrail’e karşı elindeki kozlarını kullanmaktan kaçınıyor. Nitekim İran lideri Ali Hameney, Reisi’nin Türkiye ziyaretinden bir gün önce yaptığı konuşmada bazı İslam ülkelerinin İsrail’in hayat damarlarını kesecek pratik adım atma imkanına sahip olmalarına rağmen kendi ellerinde olmayan ateşkes çağrısı gibi diplomatik girişimlerle topu taca attıklarını söyledi.
Hameney’e referans veren 51 üniversite öğrenci derneğinin Reisi’ye hitaben kaleme aldıkları Türkiye’yi suçlayan mektupları, yine Devrim Muhafızları Ordusuna yakınlığı ile bilinen Tesnim Haber Ajansının Hameney’in sözlerini haberleştirdiği ve Reisi’nin ziyareti ile eş zamanlı olarak yayınladığı Netanyahu ve Erdoğan’ın resimlerinin yer aldığı “hangi İslam ülkeleri İsrail’in bekasını destekliyor” başlıklı videosu, Ankara’nın tavrından duyulan rahatsızlığın yansıması olarak değerlendirilebilir. Cumhurbaşkanı Reisi, benzer mesajları daha diplomatik ifadelerle görüşmeler esnasında da dillendirmiş olmalıdır. Nitekim konuk cumhurbaşkanının “Türkiye halkının” Filistin konusundaki tutumunu övmesi dikkatlerden kaçmadı.
Tahran Neden Rahatsız?
Kurulduğu günden itibaren Filistin meselesini bölgesel politikalarının merkezine yerleştiren ve geçen 45 yıllık süre içindeki bütün bölgesel müdahalelerini bir şekilde Filistin ve İsrail ile ilişkilendirmeye çalışan İslam Cumhuriyeti için 7 Ekim olayları büyük fırsatları ve tehditleri birlikte içeriyor. Direniş Ekseninin bir üyesi olarak tanımladığı HAMAS’ın İsrail’e vurduğu darbenin şiddeti karşısında mutluluk duyan ve bunu kendi söylemlerinin zaferi olarak lanse eden İran, geçen süre içinde vekil güçlerini de kullanmasına rağmen İsrail’in saldırılarını durduramadığı gibi giderek artan oranda askeri bedel ödemeye başladı. İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki saldırılarına benzer ölçeklerde karşılık veremeyen ülkenin, çatışmanın yayılma ihtimaline dair yaptığı uyarıları ya da kırmızı çizgileri giderek daha az dikkate alınıyor. Öte yandan ülke içinde rejim destekçisi kesimlerin İsrail’e doğrudan cevap verilmesi yönündeki baskıları artıyor, genellikle dış politikada edilgen davranmakla suçlanan reformcu/ılımlı hükümetlerin siyaset sahnesinde olmamasının da etkisiyle Tahran’ın Tel Aviv karşısında alttan alan tavrı en bağlı toplumsal gruplarca dahi sorgulanıyor.
Gerek İsrail ve ABD’nin artan saldırıları gerekse iç kamuoyundaki baskılar İran’ı bir yanda Erbil ve Pakistan saldırılarında görüldüğü üzere iyi düşünülmemiş askeri hamlelere iterken diğer yandan üzerindeki baskıyı propaganda faaliyetleri yoluyla başka aktörler üzerine yöneltmeye çalışıyor. Nitekim yukarıda özetlenen, ziyaret öncesinde ve esnasında, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerini hedef alan adımlar, hem dışarıya hem de iç kamuoyuna yönelik bir savunma stratejisinin parçası ve dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırma çabası olarak görülmelidir.
Bölgesel Şiddetin Ölçeği Büyürken
HAMAS’ın Aksa Tufanı harekatıyla başlayan ve İsrail’in orantısız, soykırıma varan saldırılarla cevap verdiği süreç, bölgede bir süredir hareketli olan fay hatlarını tekrar ve daha güçlü bir şekilde harekete geçirdi. Bunun sonucunda İsrail, Lübnan ve Suriye’deki İran ve müttefiklerine yönelttiği saldırıların şiddetini artırırken, İran da özellikle Yemen ve Irak üzerinden vekilleriyle karşı adımlarının dozunu ve derinliğini yükseltiyor. Nitekim Irak ve Suriye’deki kayıplarını genellikle sözleşmeli taşeron personel başlığı altında ifade eden ABD, ilk kez Kızıldeniz operasyonları esnasında iki askerini kaybettiğini itiraf etti. Öte yandan Pakistan’ın İran içlerine hava saldırısı düzenlemesiyle sonuçlanan füze düellosu, bölgesel gerilimin boyutunun ve aktörlerinin ne kadar kestirilemez olduğunu da kanıtladı.
Gelinen noktada Husilerden, ABD-İngiltere koalisyonuna, İsrail’den İran’a hatta PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki Türk üslerine saldırısında görüldüğü üzere terör örgütlerinin bile çatışma şiddetini artırdıkları bir dönemde, Türkiye kendi önceliklerine uygun biçimde terörle mücadelesinde net bir kararlılık sergilemeye devam ediyor. Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın’ın, Reisi’nin Ankara ziyaretinden hemen önce gerçekleşen Irak ziyareti, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Fidan olmak üzere üst düzey yetkililerin son dönemde Irak ve Süleymaniye’ye ilişkin somut uyarılarının belki de son kez muhataplarına resmi olarak iletilmesi amacına yönelikti. Dolayısıyla derinleşen çatışma ortamında Ankara’nın da yeni şartlara uygun daha kapsamlı anti terör adımları atması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu noktada Süleymaniye’deki ve Bağdat merkezi yönetimi üzerindeki etkinliği bilinen İran’ın takınacağı tavır önemli. Belki de bu nedenden ötürü Ankara, Tahran’ın geçtiğimiz haftalarda Erbil’e yaptığı füze saldırılarını kınamaktan kaçındı ve meseleyi Irak’ın egemenlik haklarından ziyade terörle mücadele kapsamında değerlendirmiş olduğunun mesajını verdi.
Muhtemelen Reisi’nin ziyareti esnasında uygun bir dille, Türkiye’nin İran’ın farklı terör gruplarına karşı mücadelesini anladığını, aynı anlayışı PKK ile mücadele konusunda İran’dan da beklediği iletilmiştir. Zira gerek Ankara’nın rahatsız olduğu KYB’nin İran ile yakın ilişkisi, gerek bazı Haşd-i Şabi gruplarının PKK ile dirsek teması ve gerekse geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Fidan’ın PKK’nın lokasyonlarından bahsederken İran’ı da Irak ve Suriye ile birlikte sayması, konunun hassasiyetini gösteriyor. İran’ın Kuzey Irak ve Süleymaniye eksenli muhtemel operasyonları, kendi çıkarlarına aykırı görmesi ve tepki göstermesi halinde, gelişen uluslararası konjonktür çerçevesinde, Ankara-Tahran hattında yeni bir gerilim oluşabilir.
Tahran’ı Öngörmek
Otuz yıldır iyi ilişkilere sahip olduğu Azerbaycan’ın Karabağ zaferi karşısında aşırı tepkisel bir tutum sergileyen yine yakın zamanda sınırın öte yanında Beluç ayrılıkçılar olduğu gerekçesiyle aralarında hiçbir ciddi sorun bulunmayan nükleer Pakistan’a doğrudan füze saldırısı düzenleyen Tahran’ın, Türkiye’nin muhtemel kapsamlı operasyonlarına nasıl bir tepki vereceğini kestirmek kolay değil. Hem ülke içinde etkili bazı Türkiye karşıtı odakların Türkfobik olarak adlandırılabilecek yaklaşımları hem de Reisi hükümeti ile birlikte yönetimde giderek etkili hale gelmeye başlayan askeri eğilimlerin, Türkiye’nin İran için taşıdığı anlamın ne kadar farkında oldukları soru işareti. Bununla birlikte İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan’ın “tarih kadar eski” olarak nitelediği ikili ilişkilerin dinamikleri, yeni dengelerin süreç içinde kabullenilmesinde etkili olacaktır.