31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ülke genelinde yüzde 37,76 oy oranı ile birinci parti olması ile birlikte kamuoyunun gündemine taşınan konulardan biri 1989 yerel seçimleri oldu. Özellikle 22 yıldır girdiği bütün seçimlerden birinci parti olarak ayrılan AK Parti’nin yüzde 35,48 ile ikinci parti olması, muhalefet cenahında 1989’da yapılan yerel seçimler sonrası oluşan siyasi tablonun 31 Mart sonrası süreçte de gerçekleşmeye başladığı şeklindeki tartışmaları alevlendirmiş gözükmektedir. Bir kısım gözlemci bu tablonun tekrar edeceğini savunurken diğer bir kısım ise şartların ve buna bağlı olarak sonuçların da benzer olamayacağını belirtmektedir.
26 Mart 1989 Yerel Seçimleri
1989’daki yerel seçimler, 26 Mart gününde toplam yedi siyasi partinin katılımıyla gerçekleşmiştir. İl Genel Meclisi seçim sonuçlarına göre, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yüzde 28,7 oranında oy alarak seçimlerde birinci sırayı elde etmiştir. Önceki dönemde, 1984 yerel seçimlerinde daha yüksek bir oy oranına sahip olan iktidardaki Anavatan Partisi (ANAP), bu seçimde yaklaşık 20 puanlık bir düşüşle oylarını yüzde 21,8'e indirerek, SHP ve Doğru Yol Partisi (DYP) ardından üçüncü sırada yer almıştır.
Bu iki parti dışında Süleyman Demirel liderliğindeki DYP, yüzde 25,1; Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi (RP) yüzde 9,8; Bülent Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 9, Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) yüzde 4,1 ve Aykut Edibali liderliğindeki Islahatçı Demokrasi Partisi ise yüzde 1 oy almıştır. Bağımsızların oy oranı ise yüzde 0,5’tir. Bu sonuçlar neticesinde SHP, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirler de dahil olmak üzere toplamda 39 ilde belediye başkanlığı kazanarak önemli bir başarı elde etti. SHP'yi takiben, DYP 16 ilde, RP ise 5 ilde belediye başkanlıklarını kazandı. ANAP Bitlis, Hakkari ve Malatya olmak üzere üç ilde; MÇP ise Elazığ, Erzincan ve Yozgat'ta başkanlık kazanarak bu illerdeki seçimleri domine etti. Ayrıca Tunceli ilinde bağımsız bir aday belediye başkanı olarak seçildi.
1989 yerel seçim sonuçlarının özellikle ANAP açısından ortaya çıkardığı durumu anlayabilmenin önemli parametrelerinden birini 1989 öncesi Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam meydana getirmektedir.
1989 Seçimleri Öncesi Siyasi Ortam
1989 Yerel Seçimleri, 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası sivil siyasete dönüşün gerçekleşmesinden yaklaşık altı yıl sonra yapılmıştır. 1983'te Türkiye'de yapılan genel seçimler, sivil yönetime geçilmesini sağlamış ancak bu seçimlerden önce, siyasi partilere ve liderlere siyaset yasağı getirilirken, darbe öncesi dönemin önde gelen siyasi liderlerinin siyasete geri dönüşlerine izin verilmemiştir. Söz konusu geçiş sürecinde yeni kurulan ANAP, Turgut Özal liderliğinde seçimleri kazanarak tek başına iktidar olmuş, Özal’ın ekonomiyi liberalleştirme çabaları ile ekonomide Batı’ya entegrasyonun tamamlanması hedeflenmiştir. ANAP’ın aldığı yüzde 45,1 oy dışında, Necdet Calp'ın genel başkanı olduğu Halkçı Parti yüzde 30,5 oyla ikinci, Turgut Sunalp liderliğindeki (Darbeyi destekleyen) Milliyetçi Demokrasi Partisi ise yüzde 24,3 oyla üçüncü olmuştur.
1987’ye gelindiğinde siyasi yasakların kaldırılması için yapılan halk oylaması ile siyasi yasaklar sona ererken yasaklı liderlerin yeniden siyaset sahnesine dönebilmelerinin yolu açılmıştır. Bu kapsamda Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ın siyasi yasakları kalkarken, güçlü birer figür olarak siyaset sahnesindeki yerlerini yeniden almışlardır. Referandum sürecinde siyasi yasakların kalkmaması için “hayır” propagandası yapan Özal, referandum sonuçlarının ardından erken seçim kararı alarak 29 Kasım 1987’de milletvekilliği genel seçimlerine giden süreci başlattı. Seçim sonuçlarına göre 1983'te 399 sandalyeli Meclis'te 211 sandalye elde etmiş olan ANAP, 1987'de 450 sandalyeye çıkarılan TBMM’de yüzde 36,2 oy alarak 292 milletvekili çıkarırken, SHP yüzde 24,9 oy ile 99, ve DYP ise yüzde 19,2 oy ile 59 milletvekili elde etmişti. Diğer partiler baraj altı kalmıştı.
1989 Seçimlerini ANAP neden Kaybetti?
Sağ partiler açısından Türk siyasi hayatında Demokrat Parti (DP) sonrası dönemde ANAP’ın 1983 seçimleri ile elde ettiği ve 1987 seçimlerinde pekiştirdiği “tek başına iktidarı”, demokratik hayatımızın önemli evrelerinden birini meydana getirmiştir. 1983 ila 1991 arasındaki 8 yıllık sürece işaret eden bu dönem, hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu yazının konusu bu zaman dilimi olmamakla birlikte 1991’de iktidarın neden kaybedildiğine dair bazı tespitlerin yapılması, özellikle 1989 seçimleri ile 2024 seçimleri arasında yapılan benzetmelerin bir anlamı olup olmadığına dair ipuçlarını bize verebilir.
31 Mart 2024 Yerel Seçim sonuçlarında kuşku yok ki yaşanan ekonomik sorunların etkisinden bahsedilmelidir. Özellikle Covid-19 salgını sonrası dünya ekonomilerini etkilemeye başlayan enflasyonist etki ve 2023’te başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ortaya çıkardığı enerji kaynaklı ekonomik olumsuzluklardan Türkiye ekonomisi de nasibini almış ve böylesi bir ortamda önce Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri ardından ise 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerini gerçekleştirmiştir. Seçmenler böyle bir ortamda Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak seçerken AK Parti’yi ise birinci parti olarak Meclise sokmuştur. Ancak bu seçimlerin üzerinden geçen 10 ay sonra ise yerel seçimlerde kazanılan belediye başkanlıkları ve belediye meclisi üyelikleri dikkate alındığında CHP birinci parti, AK Parti ise ikinci parti olarak çıkmıştır. Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere seçmen yaşanan ekonomik sorunlar çerçevesinde yerel seçimleri özellikle AK Parti’ye bir mesaj verme aracı olarak kullanmıştır. 1989 seçimleri ile 2024 seçimleri arasında benzerlik kuran yorumların hem güçlü yanını hem de zayıf yanını işte bu tablo meydana getirmektedir.
Güçlü yanını oluşturmasının sebebi, 1989 seçimlerine giden süreçte de özellikle ülkenin neoliberalizme geçişinin ortaya çıkardığı ekonomik sorunlar gündeme gelmiş ve bundan memnuniyetsiz olan toplum kesimleri de ANAP’a olan tepkilerini sandığa yansıtmıştır. Zayıf yanı ise söz konusu ekonomik sorunlar ile bugün yaşananları benzer bir bağlam içinde görmektir. Zira 12 Eylül üzerinden henüz kısa bir süre geçmesinin ardından paradigmatik bir dönüşümü ifade eden ekonomi politikaları temelinde yükselen sorunlar ile bugünün ekonomik sorunlarını aynı düzlemde değerlendirmek bizleri hata yapmaya itebilir. Bunun dışında henüz meyveleri yerel seçimlere yetişemeyen ancak ulusal ve uluslararası veriler ışığında orta vadede ekonomideki iyileşmeye dair güçlü bir tablo belirmeye başlamıştır. Dolayısıyla 2028’e kadar uluslararası düzeyde olağanüstü bir durumun ortaya çıkmaması durumunda Türkiye ekonomisi çok daha iyi bir aşamaya geçebilir.
1989 ile 2024 seçim sonuçları üzerinden ve ekonomik faktörleri merkeze alarak yapılan yorumların asıl zayıf yanını, 1989’a giden süreçte yaşanan gelişmelerin yeterince dikkate alınmıyor olması meydana getirmektedir. Her şeyden önce 1989’da TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal’ın Çankaya Köşküne çıkmasının ardından ANAP genel başkanı olan Yıldırım Akbulut ile yaşadığı anlaşmazlıklar ve çatışmalar, ANAP’ı halk nezdinde siyaseten zayıflatan bir etkiye sahip olmuştur.
Bunun dışında 1987 referandumu ile 12 Eylül tarafından yasaklanan siyasi liderlerin tekrar siyaset sahnesine dönmesi de ANAP iktidarına karşı önemli bir meydan okuma olarak görülmelidir. Bahsi geçen aktörler, o güne kadar rakipsiz görünen ANAP’a kendi dışında da farklı ve güçlü siyasi seçeneklerin olduğunu hatırlatmıştır ki bunların önemli bir bölümü 1961 Anayasası döneminde başbakanlık yapmış Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit gibi aktörlerdir.
Bugünkü Türkiye’yi 1980’lerin Türkiye’sine, günümüz siyasi konjonktürünü de 12 Eylül Darbesi sonrasına bakarak okumak ve benzerlikler kurmak objektif bir yaklaşım olmayacağı gibi bizi yanlış tespitler yapmaya itecektir. Her şeyden önce 22 yıldır girdiği her seçimi kazanan bir liderin varlığını ve partisi üzerindeki hakimiyetini, Turgut Özal’ın ANAP’ı ile karşılaştırmak doğru olmayacaktır. Henüz 1 yıl önce yapılan Genel Seçimlerde Meclis çoğunluğunu elde etmiş Cumhur İttifakı’nın vaat ettiği “istikrarlı yasama faaliyetinde bulunma” olgusu da bir kenara itilemez. Bunlar bir bütün olarak halen seçmen nezdinde olumlu karşılık bulan faktörler olarak görülmelidir. Ancak tüm bu faktörlerin başarı hikayesini geleceğe taşıyacak olan ekonomik istikrar konusunun, 1989 yerel seçimleri sonrasında ANAP’ın yaşadığı türbülansa benzer bir etkiyi oluşturma potansiyelinin varlığının hiçbir zaman göz ardı edilmemesi doğru olacaktır.