Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Meclis toplumun bütün kesimlerini kuşatan çok sesliliğe sahipti. İlk Mecliste yer alan muhalif seslerin Cumhuriyet’in ilanından sonra tasfiyesiyle TBMM, bir siyasi temsil mercii olmaktan çok Cumhuriyet’i kuran kadroların politikalarına meşruiyet sağlayıcı bürokratik bir kurum olarak dizayn edildi ve bu işlevi gördü. Mustafa Kemal inkılapların başarısı için kurucu kadro arasında tavizsiz bir fikirdaşlık olması gerektiği kanaatindeydi. Bu nedenle İkinci Meclisten itibaren büyük ölçüde ve Üçüncü Meclisten sonra da tamamen milletvekillerinin seçimini bizzat gerçekleştirdi. Ayrıca milletvekili olmak için parti ilkelerini kabul etmek ve parti lideriyle aynı görüşleri paylaşmak ön koşul olarak belirlendi.
1927 yılına gelindiğinde Mustafa Kemal’in önderliğindeki -kökleri Jön Türk’lere ve Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan Garpçılık akımına dayanan- sekter Batıcı kanat, iktidarı tek başına kontrol etme gücüne ulaştı ve bütün muhalif sesleri bastırdı. Bu anlayışın partileşmiş hali de Cumhuriyet Halk Partisi’ydi (CHP). Bu hareketin halkla çatıştığı temel nokta “gelişmek” için kültürel ve sosyal dönüşümün de zaruri olduğunu iddia etmesi ve bunu topluma zorla dayatmasıydı.
Bugün Türkiye’de 95 yıllık geleneğe sahip tek parti CHP’dir. Bunun sebebi CHP’nin siyasi bir hareket olarak sürekli toplumun önünü açması, yeni fikir ve projelerle halkın karşısına çıkması, kendisini dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere göre yenileyebilen bir parti olması değildir. Tersine CHP’nin bu kadar uzun süre hayatiyetini devam ettirebilmesi kendisini dünyaya kapatması, halk karşısında ideolojik devlet yapılanmasının yanında konumlanması kısaca doğrudan statüko partisi olmasının bir sonucudur. Bu nedenle CHP statükoyu her dönem canla başla savunmuş ve statüko tarafından da korunmuştur.
Partiler ve Liderler
Cumhuriyet’in kurulduğu günden beri CHP dışındaki siyasi oluşumların uzun süre hayatiyetini devam ettirmesine izin verilmemiştir. Çok partili hayata geçildiğinde Demokrat Parti (DP) de on yıllık iktidarının ardından darbeyle alaşağı edilmiştir. DP’nin başına gelenlerden sonra toplum siyasi parti ve fikir akımlarından ziyade liderler etrafında bütünleşmeyi tercih etmiştir. Zira sistem siyasetin mecrasında akışına izin vermemiş ve tehdit olarak değerlendirdiği siyasi partileri keyfi bir şekilde kapatmıştır. Bu da partilerin önemini azaltarak liderleri ön plana çıkarmıştır. Bugün Türkiye’de rahmetli Erbakan’ı herkes bilir ama pek az insan onun siyasi hayatı boyunca kurduğu/kurmak zorunda kaldığı partileri sayabilir.
Gelişmiş demokrasilerde insanlar siyasi partiler aracılığıyla politik iddialarını dile getirir. Önemli olan ideolojinin sürekliliğidir. Siyasi liderlerin etkinliği asla partinin önüne geçemez. Türkiye’de ise lider siyasetten çekildiğinde partisi de kısa sürede ömrünü tamamlamaktadır. Süleyman Demirel’in DYP’si, Turgut Özal’ın ANAP’ı ve Bülent Ecevit’in DSP’si buna yakın tarihimizden örneklerdir.
Siyasi Partiler ve Bürokrasi
Cumhuriyet sonrası Türk siyasi tarihinde partilerin bürokrasi karşısında vaziyet alışları itibarıyla üç ana tavırdan söz edilebilir: İlki Cumhuriyetle birlikte tesis edilen bürokratik oligarşinin kurucusu olmak hasebiyle tavizsiz savunucusu da olan partilerdir. CHP bu kanadın mücessem halidir.
İkinci damar sistemde arızalar olduğunu kabul etmekle birlikte radikal bir dönüşüm talebinde bulunmayan, yıldırılmış, törpülenmiş, sistemle uzlaşma yolu arayan ve bu arada sisteme karşı halktan gelen tepkileri de absorbe etme misyonunu yüklenmiş sağ partilerdir. DP ve sonrasında ondan türeyen Adalet Partisi (AP) geleneği bu çerçevede mütalaa edilebilir.
Üçüncü akım ise sistemde köklü bir reform talebinin gerekliliğine inanan, bürokratik vesayet düzeninin ülkenin gelişmesi önündeki en büyük engel olduğunu düşünen ve sistemde radikal bir revizyon öneren partilerdir. Bir ölçüde Özal dönemi ANAP çizgisi ve Milli Görüş geleneği bu grubu temsil eder. Son 15 yıldır da AK Parti bu damarın temsilcisidir.
Partilerin referandum karşısında gösterdikleri tepkiler de temsil ettikleri gelenekle yakından ilgilidir.
AK Parti’nin Reformcu Kimliği
Referandumların temel karakteri genel ve yerel seçimlerde olduğu gibi partilerin keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılmamasıdır. Bu durum kampanyaların daha yumuşak bir söylemle yürütülmesine vesile olabilir.
Ülke gündemi araştırmasında “Referandumdan evet çıkarsa Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?” sorusuna seçmenin yüzde 46’sı Recep Tayyip Erdoğan derken, ikinci sırada yer alan Kemal Kılıçdaroğlu ise ancak yüzde 4 oy oranına ulaşabilmektedir. Liderlik anlamında AK Parti’nin diğer partilere kesin bir üstünlüğü bulunmaktadır.
Kampanya sürecinde AK Parti sistemle ilgili endişeleri ortadan kaldıran ikna edici bir propaganda dili kurmalıdır. AK Parti’nin yeni sistem konusunda kafası karışık ve oldukça geniş bir kitleyi ikna etmesi referandumun sonuçlarına “evet” yönünde katkı sağlayacaktır.
AK Parti kuruluşundan beri reformcu kimliğiyle öne çıkan bir partidir. 2007’ye kadar AB uyum yasaları çerçevesinde başlatılan reformlar daha sonraki yıllarda doğrudan sistemin revizyonuna yönelik olmuştur. Cumhurbaşkanlığı referandumu da sistemi kökten değiştirecek bir adımdır.
AK Parti’nin bir diğer özelliği de söz konusu reform hamlelerinde daima halkı arkasına almayı başarmasıdır. Halkla kurduğu sahici dilin bunda payı çok büyüktür. AK Parti bu referandumda da sadece AK Parti’lileri değil toplumun bütün kesimlerini kucaklayan bir söylem geliştirmeli, özellikle belli çevrelerin pompaladığı korku ve kaygıları giderecek propaganda yöntem ve araçlarını devreye sokmalıdır.
Son yapılan araştırmalar referandumda evet oylarının önde çıkacağını göstermektedir. Ancak referandumun yüzde 60’ın üzerinde bir oranla kabulü gerçekleşirse, bu durum revizyon sonrası düzenlemelerin daha hızlı yapılması konusunda psikolojik üstünlük sağlayacaktır.
MHP: Revizyonun Bir Aktörü
MHP 15 Temmuz’un verdiği mesajı ve halkın değişim taleplerini iyi okuyan partilerden biri olarak Türk siyasi tarihinde devrim niteliğindeki bir revizyonun ana aktörlerinden biri olmuştur. Ülkenin hem içeride hem de dışarıda karşılaştığı sorunların farkında olan MHP meseleyi “ülkenin beka sorunu” şeklinde ortaya koymuştur.
Ancak MHP tabanında partiye yönelik operasyonların da etkisiyle bir ayrışma söz konusudur. Yakın zamanda yaptığımız araştırma sonuçlarına göre referandumda “hayır” oyu kullanacak MHP’li seçmen sayısı toplam MHP oylarının yarısına tekabül etmektedir. Kampanya sürecinde MHP’nin özellikle beka sorununa dikkat çekeceği ve tabanını bu yönde ikna etmek için çaba sarf edeceği anlaşılmaktadır.
CHP’nin Korku Siyaseti
CHP’nin meşruiyetini halktan alan güçlü bir yürütmeden rahatsız oluşu geçmişiyle ilişkilidir. Yakın zamana kadar çok parçalı bir Meclis aritmetiği güçlü bir yürütmenin ortaya çıkmasına izin vermiyordu. Böylece CHP sahip olduğu bürokrasi gücüne dayanarak her şekilde iktidarını sürdürmeyi başarıyordu. CHP bu büyük konforun sağladığı özgüvenle Türkiye’nin sorunlarına reel bir çözüm üretme ihtiyacı duymadan belli bir kesimin korku ve endişelerini diri tutarak hayatını sürdürüyordu. Bu nedenle CHP’nin her zaman olduğu gibi radikal bir sistem değişikliğine itirazı onun genetik kodlarıyla da doğrudan alakalıdır.
CHP’nin bir sistem değişikliği mevzubahis olduğunda rejimin değiştiği endişesine kapılmasını ileri bir adım olarak kabul edebiliriz. En azından bu durum CHP’nin de değiştiğinin, başörtüsünü rejim sorunu olarak gören bir partiyken aşama aşama toplumsal taleplere göre kendisini geliştirebildiğinin kanıtıdır.
Cumhurbaşkanlığı sistemiyle ilgili tartışmalar başladığı andan itibaren CHP, vakit kaybetmeden teklif edilen sistemin bir rejim değişikliği olduğu iddiasını yoğun bir biçimde işlemiştir. Referandum kampanya sürecinde Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir rejim değişikliği olduğu ısrarını sürdüreceği ve halkı buna ikna etmek için elinden geleni yapacağını da tahmin edebiliriz.
CHP aslında bürokrasinin dönüştüğünün farkında olsa da kendisi bir türlü dönüşememektedir. Sarıldığı sistem bir anda çökünce CHP yeni dünyaya uyum sağlamak konusunda bocalamakta hatta yeni vesayet gruplarıyla iş birliği içerisine girmekte bile bir sakınca görmemektedir.
CHP, Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği önerilere değinmeden yine bir kesimin korkuları üzerinden referandum sürecini yürütecektir. “Rejimin değiştiği”, “Cumhuriyet’in elden gittiği” ve “tek adam yönetiminin getirildiği” iddiaları CHP’nin temel argümanlarıdır. Esasen referandumda başarı kazanmasının yolu da oldukça geniş bir kitleyi bu söylemlere inandırmaktan geçmektedir.
HDP: Yalnızlığa Mahkum
Çözüm Süreci’nin sonucunda “Türkiye partisi” olma iddiasıyla Türk halkı ve medyasından büyük destek alıp barajı aşan HDP, iradesini PKK’ya teslim ettiği için aslında siyaset dışı kalmış bir aktördür.
Türk siyasi tarihi dikkatli bir şekilde incelendiğinde HDP ve temsil ettiği terör örgütü ile sistem ve temsilcileri arasında simbiyotik bir ilişkiden yani karşılıklı birbirini besleme durumundan söz edilebilir. Çözüm Süreci’nin her iki kesimin ana aktörlerini haddinden fazla ürkütmesinin sebebi de bu karşılıklı ilişkiden nemalanma imkanının ortadan kalkması endişesidir. HDP ile Çözüm Süreci’ni “teröristlerle pazarlık” olarak adlandıran CHP’yi “birlikte sallama” noktasında buluşturan düzlemi iyi anlamak gerekir.
Türkiye toplumunun hafızasında edindiği yer nedeniyle HDP “hayır” cephesinin vebalısı muamelesi görmektedir. HDP’nin doğuda Kürt seçmenin tercihlerinde “hayır” yönünde bir etkisi olacaktır. Ancak HDP kampanya sürecinde çok fazla görünür olmayacaktır. Zira ne medya organlarından istediği desteği bulabilecek ne de herhangi bir parti HDP ile yan yana resim vermek isteyecektir. HDP’nin kampanyaya asılması ise “hayır” oylarını olumsuz etkileyecektir.