Tüm uluslararası sistem, dünyanın önde gelen ekonomileri, OECD, IMF ve Dünya Bankası gibi önde gelen uluslararası teşkilatlar, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ciddi ölçüde tetiklediği “küresel enerji arz krizi” ve “küresel gıda arz krizi”ne kilitlenmiş durumdalar. Bu süreçte öne çıkan en kritik başlıklardan birisi ise Avrupa’nın enerji güvenliği. Kısa, orta ve uzun vadede, Avrupa’nın enerji güvenliği açısından Türkiye’nin vazgeçilmezliği tescillenmiş durumda. Bununla birlikte, Türkiye de kendi enerji arz güvenliği adına, “yenilenebilir enerji” ağırlıklı çalışmalarını, enerji arzında çeşitliliği güçlendirecek ve derinleştirecek adımlarını yoğunlaştırdı. Türkiye’nin bilhassa rüzgar ve güneş enerjisindeki atağını teyit etmek açısından, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı'nın (IRENA) güneş ve rüzgar enerjisindeki maliyetleri de detaylı olarak paylaşan son raporu, yenilenebilir enerjideki “maliyet avantajı”nın katlanarak devam ettiğini gösteriyor.
Öyle ki, 2010’da bir kilovat (kW) enerji üretmek için gerekli olan 4 bin 808 dolarlık güneş enerjisi yatırımı maliyeti, 2021 itibariyle 857 dolara düşmüş durumda. Bu nedenle, 2010’da güneş enerji santralinde üretilen bir kilovatsaat (kWh) enerjinin maliyeti 41 dolar 7 sent iken, aynı maliyet 2021 itibariyle 4 dolar 8 sente geriledi. Üstelik, 2021'deki söz konusu maliyet gerilemesi, küresel pandemiden dolayı, küresel tedarik zincirindeki sorunların toplam kurulu maliyetlere geçişte önemli bir gecikmeye sebep olması yetmezmiş gibi, artan malzeme ve ekipman fiyatlarına rağmen gerçekleşti. Yine, 2021'de eklenen yeni kara rüzgar projelerinin küresel ağırlıklı ortalama seviyelendirilmiş elektrik maliyeti de (LCOE) yıllık bazda yüzde 15 düşerek 3 dolar 3 sent/kWh'ye geriledi.
Şebeke ölçeğinde yeni güneş PV'sinin yıllık maliyet düşüşü ise yüzde 13. 2010-2021 döneminde, yeni devreye alınan şebeke ölçekli güneş PV projelerinin küresel ağırlıklı ortalama LCOE'si yüzde 88, karada rüzgar yüzde 68, CSP yüzde 68 ve açık deniz rüzgarı yüzde 60 geriledi. 2022'nin ilk yarısında, Avrupa'da güneş ve rüzgar enerjisiyle üretilen enerji tek başına 50 milyar dolarlık fosil yakıt ithalatından kaçınılmasını sağladı. Küresel olarak, 2021'de eklenen yeni yenilenebilir enerji kapasitesi ile tüm maliyet sıçramalarına rağmen yenilenebilir enerji, 2022'de elektrik üretim maliyetlerini en az 55 milyar dolar azaltacak. Bu nedenle, “yenilenebilir enerji hamlemiz” Türkiye'ye küresel rekabette büyük imkanlar sağlayacak.
Temel Hedef “Sürdürülebilir Enerji Ekonomisi”
Birleşmiş Milletlerin (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'nı (SDG) gerçekleştirmenin en önemli şartlarından birisini, dünyanın önde gelen ekonomilerinin yeryüzünü, küresel ekolojik sistemi, iklim ve çevreyi korumak ve geliştirmek adına ne kadar samimi bir mücadele ortaya koydukları oluşturuyor. Çünkü, 21. yüzyılın en vazgeçilmez küresel trendlerinden birisi olan “sürdürülebilirlik” adına, iklim ve çevre güvenliğine yönelik, küresel ekolojik sistemin tüm zenginliklerini korumaya, yeryüzünün sunduğu tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarını verimli kullanmaya yönelik kapsamlı politika, strateji ve uygulamalar oluşturulamaz ise bizleri hayli “karanlık” bir gelecek bekliyor.
Karanlık kelimesini metafor olarak kullanabildiğimiz gibi, modern yaşam için gerekli olan enerjiyi kaybetme riski anlamında, somut bir gerçek olarak da ifade edebilmek mümkün. Bu nedenle, 8 milyarı aşan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik tüm mal ve hizmetlerin üretiminde kullandığımız girdilerin yeniden dönüşüme uygun hale gelmesi, gerçek manada “sıfır atık”a yönelik teknolojik ilerleme, bilim dünyasının öncelikleri arasında yer alıyor ve almalı da. Stratejik sektörlerin tümünde kullanılan girdilerin, yeniden doğaya kazandırılacağı ve atık olmaktan tümüyle arındırılacağı bir teknolojik sıçrama ancak bizi “sürdürülebilir gelecek”e ulaştıracak.
Dünyayı gelecek nesiller için yaşanabilir kılacak, evrende dünyayı yaşam kaynağı olarak koruyacak bir “sürdürülebilir gelecek”in en vazgeçilmez sacayağından birisi ise “sürdürülebilir enerji ekonomisi”. Sürdürülebilir enerji ekonomisi ise 3 sacayak üzerine oturuyor: İlki güneş, rüzgar ve jeotermal teknolojilerine, yenilenebilir enerjiye dayalı bir sürdürülebilir enerji üretimi. İkincisi, yakın geleceğin önemli bir teknolojik hamlesi ve keşfi olarak sabit pil üniteleri, sabit pil batarya sistemleri. Üçüncüsü ise, tümüyle elektrikle çalışan her türlü taşıt. Yani, tam elektrikli ulaştırma ve lojistik taşıtları. Sadece, arabalardan, kara taşıtlarından söz etmiyoruz; tümüyle elektrikle çalışan deniz ve hava taşıtlarından da. Roketler ve uzay araçları için ise hayli uzun ve meşakkatli bir AR-GE mücadelesi bizleri bekliyor.
Sürdürülebilir Enerji Üretimi, bilhassa güneş ve rüzgarı önceliklendirerek; hidro, jeotermal ve nükleere dayalı, net-sıfır karbon odaklı bir enerji üretimi kompozisyonu oluşturmak anlamına geliyor. İklim değişikliğini durduracak ölçüde bir “Sürdürülebilir Enerji Stratejisi”, yenilenebilir enerjinin vazgeçilmezliğini de perçinliyor. Sürdürülebilir enerji üretimi, aynı zamanda ülkeler açısından daha da öncelik kazanmış olan enerjide kendi kendine yetebilme şartı adına da önemli bir gereklilik. Ülkelerin enerji arz güvenliğini hem çevreyi hem de ekolojik dengeyi koruyarak, net-sıfır karbon hedefini yakalayacak şekilde tasarlaması, önümüzdeki 10 ile 25 yılın en temel mücadele alanı olarak öne çıkıyor. Bu nedenle, güneş ve rüzgara dayalı enerji üretimi için teknoloji geliştirmek, yeni teknolojilere dayalı tesis ve santraller inşa etmek kadar, bilhassa yenilenebilir enerji türevleriyle üretilen elektriği “depolama” teknolojilerini geliştirmek de bir o kadar önemli.
En zorlu süreç, en aşılması gereken süreç ise yeni nesil “pil hücresi” üretmek. Çünkü, yeni nesil pil hücresi, yenilenebilir enerji imkanlarıyla üretilen elektriğin büyük boyutta depolanmasının yanı sıra sürdürülebilir enerji ekonomisi devriminin üçüncü sacayağını oluşturan tam elektrikli taşıt ve lojistik araçlarının gelişimi açısından da vazgeçilmez bir aşamayı temsil ediyor. Yeni nesil pil hücresi teknolojisindeki ilerleme, sürdürülebilir enerji ekonomisi devriminde dönüşümün hızını da belirleyen en temel unsur olacak.
Geleceğin Enerjisinde Esas Yarış “Batarya”
Rusya-Ukrayna Savaşı, küresel sistemin 3 yıl içinde karşı karşıya kaldığı ikinci Siyah Kuğu ve küresel enerji arz güvenliğine yönelik tartışmaları da tarihin en karmaşık noktasına taşıdı. Küresel enerji arz güvenliği, üç boyutuyla derinlemesine tartışılıyor. İlki, enerji türevleri çeşitliği ve enerji tedarik çeşitliliği; ikinci tartışma konusu enerjide yeşil dönüşüm; üçüncü tartışma başlığı ise enerjide teknolojik dönüşüm. Rusya-Ukrayna Savaşı patlak verene kadar, bilhassa kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil bazlı enerji türevlerini yakın coğrafyalardan temin etmek ülkeler açısından en düşük maliyetli, en kolay çözümdü. Bu nedenle, Rusya hem Avrupa hem de Çin gibi dünyanın önde gelen enerji tüketicisi coğrafyaları için bilhassa fosil bazlı enerji türevlerinde bir numaralı tedarikçi ülke idi.
Bugün ise Ukrayna Savaşı ile birlikte, Avrupa açısından Rusya'dan uzunca bir süre enerji tedariki sonlanmış durumda. Bu da Avrupa gibi dünyanın en önemli enerji tüketicisi bir coğrafyada enerji tedarikinin, enerji çeşitliliğinin eskisinden de daha kritik bir konu başlığı haline gelmesi anlamına geliyor. Öyle ki, küresel iklim değişikliğine karşı en iddialı tedbirleri alan Avrupa'nın “yeşil mutabakat” sürecinin de ilerleme kaydetmesi adına, enerji tedarikinde bir yandan hidro, güneş, rüzgar, jeotermal ve bio gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını, bir yandan da hidrojenin rolünü hızla artırmayı sürdürmesi ve ciddi teşvikler vermesi gerekiyor. Elbette, nükleer enerji de vazgeçilmez olarak denklemde olmak koşuluyla. İşte, tam da burada üçüncü başlık devreye giriyor.
O da enerjide, yakın ve orta gelecekte gözleyeceğimiz her boyutta teknolojik dönüşüm. Söz konusu teknolojik dönüşümün elbette yazılım ve donanım boyutları olacak. Bununla birlikte, bilişim teknolojisindeki 5G ve 6G gibi akıllı cihazların aynı zamanda hem yazılım hem de donanım özelliği içerdiği yeni teknolojileri gözlemleyeceğiz. Bilhassa, üzerinde en kritik yoğunlukta çalışma yürütülen alan ise “batarya” teknolojisi. Çünkü, küresel iklim değişikliğini durdurmak ve net-sıfır karbon dünyasına varabilmek için tüm ulaştırma modlarında, tüm ulaştırma araçlarında yüzde 100 elektrikli araçlara geçilmesi, bunun için de dünya genelinde 300 terawattlık dev bir enerji bataryaları kapasitesine ulaşılması gerekiyor. Oysa, dünya genelinde enerji bataryaları kapasite üretimi daha 1 terawattı yeni geçti.
Elbette, dünya ekonomisinin 300 yıl bekleyecek hali yok. 2030’a kadar yıllık yeni nesil enerji bataryası kapasite üretimini en az 10 terawatt ve üzerine çıkarmak gerekiyor ki, 300 terawatt'a ulaşmak 300 yıldan, hiç olmaz ise 30 yıla inebilsin. Ancak esas sorun, enerjide teknolojik dönüşüm için, yenilenebilir enerjide güneş ve rüzgar teknolojisi için ve bilhassa enerji bataryaları teknolojisi için gereken nadir toprak elementleri ve bu elementler kullanılarak üretilen nadir metallerde, dünya genelinde yine bir tedarik oligopol piyasa düzeni olması. Yani, Rusya, Ukrayna, Çin ve kimi Asya ve Afrika ülkelerinin kontrolünde olan bir hammadde düzeninden söz ediyoruz. Dijitalleşmenin hiper düzeyde hız kazandığı son 10 yılda, akıllı cihaz teknolojilerindeki sıçrama, yeni nesil elektrikli otomobiller, enerji dönüşümü, güneş ve rüzgar enerjisindeki teknolojik gelişmeler, öncelikle nadir toprak elementlerine yönelik talebi katlamış durumda. Bunun yanı sıra, ülkeler arasında yukarıda sıraladığımız tüm alanlara yönelik iddialı bir teknoloji geliştirme yarışının varlığını da atlamamak gerekiyor. En temel gerçek, sıraladığımız tüm bu alanlarda açık ara Çin'in küresel tedarik zincirindeki vazgeçilmez rolü bugün masaya yatırılmış durumda.
Bu kritik konuyu Atlantik ile Asya-Pasifik arasında tırmanan küresel ekonomi-politik rekabetin önemli bir başlığı olarak tartışan da var; en basit haliyle, küresel tedarik zincirinde Covid-19'la birlikte sebep olduğu ciddi lojistik sorunları nedeniyle tartışan da var. Bu nedenle, doğal kaynak milliyetçiliğinin de yükseldiği bir dönemde, örneğin “geleceğin benzini” olarak nitelendirilen lityum iyon bataryalar, elektrikli araçların belkemiğini oluştururken, bu alanda ülkeler arasında rekabet nereye sürüklenecek, tüm dünya da bu süreci dikkatle takip etmeyi sürdürecek. Petrol şirketlerinin dahi petrol çağının kapandığı gerçeği ile enerji teknolojileri yarışına ve özellikle batarya yarışına girdiği bir dönemde, Türkiye'nin “TOGG” hamlesinin ne kadar kritik önemde olduğunu sürekli hatırlayalım.