Türkiye bir buçuk asırdır tek bir soru çevresinde dönüp duruyor: Ülkeyi kim ve nasıl yönetmeli? Tanzimat, ıslahat fermanlarıyla girdiğimiz yolda devlet ve anayasa tarihimiz bakımından önemli olduğunu düşündüğüm bir dönemeçten söz ederek bugüne bakmak istiyorum...
Dönemeç dediğim, Sultan Abdülaziz'in Sadrazam Ali Paşa'nın önerisiyle başlattığı Girit ıslahat projesi sonrası 1868 senesinin 1 Nisan günü yayımladığı fermanla açılan yoldur. Nizamnamenin getirdiği en önemli değişiklik idareyle yargıyı birbirinden ayırmasıydı.
Saltanat yetkilerinin sınırlanması manasına gelen bu düzenlemeye Sultan Abdülaziz'in itiraz etmeyip aksine çabuklaştırıcı rol oynamasının gerisinde Avrupa seyahatinden yeni dönmüş olan padişah üzerinde gezinin etkisinin devam etmekte olması vardır herhalde. Londra'da Avam Kamarası'nı ziyaret eden Sultan Aziz'in heyet üyelerine Meclisin yetkileri ve çalışmaları hakkında edindiği bilgiyi överek hatta imrenerek anlattığı bilinir. Yurda dönüşünde Sadrazam Ali Paşa ve Hariciye Nazırı Fuad Paşa'dan benzer bir yapı kurulması arzusunu ilettiği de.
Ali Paşa işte bu müsait ortamdan istifade ederek "vahdet-i kuvva"nın simgesi olan Meclis-i Vilayat-ı Ahkam-ı Adliyye'yi ortadan kaldırıp "tefrik-i esasına dayanan Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye'nin kurulmasını öngören fermanları hazırladı. Böylece idare ve yargı birbirinden ayrılmış oldu. Şura-yı Devlet bir nevi millet meclisi olarak çalışacaktı. Kanun yapma, bütçeyi onaylama yetkisine sahipti.
Ünlü tarihçi İsmail Hami Danişmend, Sultan Aziz'in ferman metnini onaylarken şunları söylediğini kaydediyor:
"Kim olursa olsun, hangi millete mensup bulunursa bulunsun bütün erbab-ı iktidarın Şura-yı Devlet'e dahil olmasını isterim. Şura-yı Devlet, Suriyelilerin, Bulgarların, Boşnakların velhasıl tekmil anasırın (=bütün unsurların) erbab-ı iktidarı (=önde gelenleri) için müşterek bir merkez olmalı ve bu erbab-ı iktidar vükelaya (hükümete) yardım etmelidir."
Vilayetlerde kurulan yerel meclislerin kendi üyeleri arasından seçeceği temsilcilerle toplanacağı kaydedilen Şura-yı Devlet'in ıslahata ilişkin teklifleriyle İstanbul'a gelmeleri ve hepsinin birlikte müzakere edileceği bir meclis olması öngörülüyordu.
Fermanın Osmanlı coğrafyasının bütününde heyecan ve sevinç uyandırdığı 10 Mayıs 1868 günü açılışı yapılan Şura-yı Devlet'e seçilen temsilcilerin coşkulu törenlerle uğurlandığını de söylemek lazım... Söz konusu gün Babıali'ye gelen padişahın anfi şeklindeki salonuna bitişik hünkar dairesinde yaptığı açılış konuşması da laik düzene gidişin ilk işaretlerini vermesi bakımından önemlidir. Sultan Aziz şöyle demişti:
"Teşkilat-ı cedidemiz kuvve-i icraiyyenin kuvve-i adliyye, kuvve-i diniyye ve kuvve-i teşriyyeden tefriki esasına müsteniddir." ["Yeni teşkilat anlayışımız yürütme erkinin yargı, din işleri, ve yasamadan ayrılması esasına dayanmaktadır.]
Padişahın bu konuşmasının Müslümanlar dışında gayrimüslim din adamları tarafından tebrik ve teşekkürle karşılandığını, saraya Avrupa devletlerinden tebrik telgrafları yağdığını da kaydedeyim.
Bugüne Gelelim
Tabloya imparatorluk yıllarının kaçınılmaz unsuru olan hususları ayıklayıp baktığımızda görünen o ki; çocuk masalına başlarken, "Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik bir de baktı ki bir arpa boyu yol gitmişiz" deyişini hatır- latan bir durumdayız. Hala kuvvetler ayrılığı meselesini çözebilmiş değiliz, hala laikliğin yönetim tekniğinden öte bir şey olmadığını anlayabilmiş değiliz, hala yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ülkenin seçilmişler eliyle yönetilmesinin kavgasını veriyoruz. Cumhuriyet imparatorluktan devraldığı bu sorunu üzerine bir dizi darbeyle içinden çıkılmaz hale getirerek büyüttükten sonra 2002'de adeta çöp tenekesi dökercesine AK Parti'nin önüne boca etti.
14 yıldır o yumağı çözmeye uğraşıyor AK Parti. Çözebilme iktidarına sahip oluşu ise ancak 2007 Nisan'ı sonrası. Formül ise 2014'te ortaya konulabildi. Tayyip Erdoğan'ın işaret ettiği çözüm: Başkanlık sistemine dayalı yeni anayasa yapılmasıdır. Bunu halkın benimsemesini bir yana bırakın AK Parti'nin benimsemesi bile zaman aldı. İkinci Olağanüstü Kongre'de bu rotaya oturdu AK Parti. Binali Yıldırım, kendi misyonunun bunu gerçekleştirmek olduğunu ilan etti.
Yıldırım'ın bu hedefe yürüyeceğinden kuşku duymak için bir sebep yok. AK Parti teşkilatı da buna göre yapılandı zaten. Benim merak ettiğim dış dünyayla ittifak halindeki yerli "dar çevre”nin ne tür tuzaklar planladığı.