Ortak tarih, ortak dil ve kültüre sahip olan Türk halkları, doğudan batıya uzanan çok geniş bir sahaya yayılmış durumdalar. Günümüzde Türk dünyası olarak adlandrılan ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu coğrafya; Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, Altın Orda, Timurlular ve Osmanlılar idaresinde asırlar boyu ilim ve irfanın merkezi olmuştur. Bu birikimin arkasındaki en önemli faktör, kuşkusuz çağının en ileri eğitim kurumları olan medreselerdir. Model olarak ilk uygulaması Hz. Peygamber dönemine (Mescid-i Nebevî) uzanan, ancak kurumsallaşması ve yaygınlaşması 10. asrın sonlarına rastlayan medreseler, dönemin en gelişmiş eğitim ve bilim yuvaları olarak bilinir. Bu manada dönemin ilk ve en meşhur medreselerinin Belh, Buhara, Semerkant, Merv, Hemedan, Herat, Nişabur, Bağdat, Halep, Hama, Humus ve Basra gibi bölgelerde açıldıkları bilinmektedir. İlerleyen dönemlerde medreseler, Türkistan ve Horasan’ın dışında Anadolu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika’da da yaygınlaşmıştır.
Asırlar Önce Atılan Medrese Temelleri
Dini ilimlerin yanı sıra matematik, mantık, tıp ve astronomi gibi fenni ilimlerin de okutulduğu bu medreselerde İmam Buhari, İmam Mâtürîdî, Hakîm et-Tirmizî, Hoca Ahmed Yesevî, Yusuf Hemadani, Bahaeddin Nakşibendi, Kâşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hâcib, El-Birûnî, İbn Sînâ, El-Fârâbî, El-Harezmî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Nizâmî-i Gencevî, Sa’dî-i Şîrâzî, Yahyâ-yı Şirvânî, Ali Şîr Nevâî, Fuzûlî, Mahdum Firâki ve ismini burada sayamayacağımız dünya çapında bilinen nice ilim ve irfan insanı yetişmiştir. Sekizinci Asırda başlayıp 16. asırlara kadar uzanan ve Türklerin Altın Çağı olarak bilinen dönemde medreseler, İslam medeniyetinin gelişmesinde ve yayılmasında önemli vazifeler icra etmişlerdir. Türkistan medreseleri, özellikle Semerkant ve Buhara’dakiler aynı zamanda Doğu Türkleri ile Batı Türkleri arasındaki dini ve düşünsel birlikteliğin korunmasında kritik bir yerde olmuşlardır. Çünkü “Semerkant Mektebi” olarak nitelendirilen bu medreselerdeki eğitimin dili, amacı ve yöntemleri, bazı nüanslara rağmen Batı Türklük sahasındaki gelenekle örtüşmüştür. Bu sebeple eğitim amacıyla önceleri batıdan doğuya gerçekleşen hareketlik, 16. Asır sonrasında doğudan batıya dönmüştür. Dönemsel bazı kesintilere rağmen İstanbul ile Semerkand, Buhara, Kazan ve Türkistan’daki belli başlı medreseler arasındaki etkileşim devam etmiştir. Türk-İslam medeniyetinin oluşumunda ve Türk halkları arasındaki eğitim iş birliğinin en temel kurumları olan medreseler, zamanla nitelik olarak zayıflamış ve çağın gerisinde kalmış olsalar da Sovyetler Birliği dönemine kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Öyle ki 19. asrın ortalarına kadar Buhara’da faaliyetlerini devam ettiren 200’ün üzerinde medrese ve buralarda Türk dünyasının farklı bölgelerinden gelen on binlerce talebe eğitim görmekteydi.
Eğitim meselesi, Türkiye ile Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya bütün Türk ve Müslümanların 19. ve 20. asırlardaki en önemli gündemlerinden birisi olmuştur. Şehabeddin Mercani, Musa Carullah, Abdurrauf Fıtrat gibi aydınlar, bu meselenin üzerine önemle eğilmişlerdir. Türk yurtlarında modern öğretim yöntemleriyle eğitimin ıslah edilmesi hareketinin (usûl-i cedîd) önde gelen temsilcisi olan Gaspıralı İsmail Bey, Türk dünyasındaki eğitim iş birliğinin 19. asırdaki öncüsüdür. Gaspıralı’nın şahsi girişimleriyle 1883’te kurulan ve kısa bir zamanda başta Rusya Müslümanları olmak üzere Türk dünyasının “ortak kürsüsü ve bir düşünce kulübü” haline gelen Tercüman, Türk dünyasındaki eğitim, kültür ve edebi meselelerin yanında “Boğaziçi’ndeki balıkçıdan Kaşgar’daki deveciye kadar”, herkesin engelsiz bir iletişim kurduğu ve biribirinden haberdar olduğu bir platform olmuştur. 1918’de yayın hayatı nihayete erdirilmiş olsa da bugünkü Türk dünyası entegrasyonu açısından önemli bir adım olmuştur. Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletlerinin Sovyetler Birliği hakimiyetine girmesiyle Gaspıralı’nın düşünceleri, Türkiyeli aydınlar üzerinden devam ettirilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk dünyasına yönelik politikalarında etkili olmuştur.
Yeni Yüzyılın Güçlü Kurumları
Gaspıralı ile başlayan dönemi baz aldığımızda bir asrı geçen Türk dünyasındaki eğitim iş birliğinde, büyük kazanımların elde edildiğini söyleyebiliriz. Söz konusu bu iş birliğinin genel olarak ikili ve çok taraflı olmak üzere iki düzlemde geliştiği görülebilir. İkili iş birliği esas itibarıyla Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’daki devletlerle imzalanan eğitim ve kültürel iş birliği anlaşmaları temelinde başlatılmıştır. Bu çerçevede karşılıklı devlet burslarının tahsis edilmesi; eğitim, bilim ve kültürel alanlarda tecrübe paylaşımı ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında ortak faaliyetler ile fiziki ve teknolojik altyapının geliştirilmesi başta olmak üzere çok çeşitli alanlarda iş birlikleri başlatılmış ve zamanla revize edilerek çerçevesi genişletilmiştir. Türk dünyasındaki eğitim iş birliğinin öncü devletlerinden olan Türkiye açısından baktığımızda söz konusu ikili anlaşmalar çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Maarif Vakfı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), TİKA, Yunus Emre Enstitüsü ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eğitim iş birliğinde öne çıkan kurumlar olduğunu söyleyebiliriz. Bugün YTB uhdesinde yürütülen Türkiye Bursları programı, Türk dünyasındaki yükseköğretim iş birliğinde atılan çok önemli bir adım olmuştur. 1992’de Büyük Öğrenci Projesi olarak başlayan daha sonra Türkiye Bursları olarak devam eden program kapsamında sadece Türk dünyasından 40 binin üzerinde öğrenciye Türkiye’de yükseköğrenim görme imkanı sağlanmıştır. YTB’nin yanında Türkiye Maarif Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü ve TİKA tarafından yürütülen burs, değişim ve staj programları da yükseköğretim alanındaki bu süreci desteklemektedir.
İkili anlaşmalar kapsamında kurulan ve doğrudan yükseköğretim alanında faaliyet gösteren Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ile Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi de bu sürecin çok değerli iki aktörüdür. Hoca Ahmed Yesevi’nin misyonunu 21. asra taşımak idealiyle Türkiye ve Kazakistan tarafından 1992’de kurulan Ahmet Yesevi Üniversitesi, aslında Türk dünyasındaki eğitim iş birliğinin ilk ve öncü kuruluşudur. Bu üniversite, 30 yılı aşan süreçte sadece Kazakistan ve Türkiye’den değil bütün Türk dünyasından kabul ettiği yaklaşık 100 bin gönül elçisi genci mezun ederek Türk dünyası bütünleşmesine önemli hizmetler sunmuştur. Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, yenilenen altyapısı, nitelikli öğretim üyesi kadrosu ve dünya sıralamalarında her geçen yıl artan konumu ile Türk dünyasının göz bebeği kurumu olma pozisyonunu korumaktadır. Diğer yandan benzer ortak üniversitelerin açılış süreci devam etmektedir. Bilindiği üzere TOBB ETÜ Taşkent Şubesi (2020) ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi Taşkent Şubesi (2023) yakın zamanda açılarak eğitim faaliyetlerine başlamıştır. Bunların dışında Azerbaycan’da da ortak bir üniversitenin açılması süreci devam etmektedir.
İkili ilişkilerin yanında, özellikle 2021 sonrası dönemde Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bünyesinde diğer alanların yanında eğitimin de öncelikli çok taraflı iş birliği gündemleri arasında yer aldığını görmekteyiz. Teşkilatın adının değiştirildiği 2021 İstanbul Zirvesi’nde kabul edilen “Türk Dünyası 2040 Vizyonu”nda eğitim ve bilime oldukça geniş bir yer ayrılmış olması, bunun açık bir göstergesidir. Belgede, üye devletlerin yükseköğretim ortak alanının geliştirilmesi için daha etkin iş birliği yapması, müfredat ve kredi sistemlerinin uyumlu hale getirilmesi, diplomaların ve akademik niteliklerin karşılıklı olarak tanınması, yükseköğretimin uluslararası standartlara kavuşturulması, ortak Türk tarihi, kültürü, dili, edebiyatı ve coğrafyası ile ilgili bilimsel ve analitik araştırmaların yoğunlaştırılması ve bu alanlarda üye ülkelerdeki müfredatlara seçmeli ortak derslerin konması gibi hususlar gündeme getirilmiştir. Belgede ayrıca, Türk Yükseköğretim Alanı’nın tamamıyla işlevsel hale getirilmesi için Türk Üniversiteler Birliği’nin (TÜRKİNİB) öncü bir mekanizma olduğu vurgulanmıştır. 2013’te Türk devletleri arasında yükseköğretim ortak alanı oluşturma amacıyla kurulan TÜRKÜNİB, bütünleşme sürecindeki ivmeye paralel olarak TDT’nin şemsiye kuruluşlarından birisi haline gelmiştir. Bu yeni süreçte devam eden diğer değişim programlarıyla birlikte Orhun Değişim Programı’nın da etkin kullanılması hedeflenmektedir.
Uluslararası Sistemde Bölgesel İş Birliğinin Önemi
Kısaca özetlemeye çalıştığımız Türk dünyası bütünleşmesinde eğitim alanındaki ikili ve çok taraflı iş birliklerinin, sektör içindeki ve dışındaki diğer kurum ve kuruluşların katkılarıyla güçlenerek derinleştiğini ifade ederken, çeşitli platformlarda dile getirilen bazı meselelerin de tekrar dikkatlere sunulmasında yarar görülmektedir.
Kanaatimce bunlardan ilki ve en önemlisi ortak alfabedir. Türk dünyası bütünleşmesinin 30 yıllık gündemlerinden birisi olan bu meselenin asgari müştereklerde buluşularak çözülmesi, sadece eğitim iş birliği için değil diğer bütün alanlar için kritik bir eşik oluşturmaktadır. İkincisi ise bütün iyi niyetli çalışmalara rağmen seçmeli düzeyde dahi olsa hala gerektiği kadar ortak ders kitapları ve yardımcı materyallerin oluşturulamamış ve müfredata dahil edilememiş olmasıdır. Bu konuda ilgili kuruluşlarımızın mali ve insan kaynağı kapasitesinin güçlendirilerek desteklenmesi önem arz etmektedir. Üçüncü mesele gerek ikili düzeyde kurulan ulusal kurum ve kuruluşlar gerekse çok taraflı düzeyde oluşturulan Uluslararası Türk Akademisi, Türk Kültür ve Miras Vakfı ve TÜRKPA gibi kuruluşlar arasındaki koordinasyonun daha da güçlendirilmesine olan ihtiyaçtır. Türk Dünyası 2040 Vizyonu’nda da değinilen mevcut koordinasyonun güçlendirilmesi, kaynakların etkin ve etkili kullanımını sağlayacağı gibi iş birliği sürecini daha da hızlandıracaktır. Son olarak ilköğretimden yükseköğretime uzanan yaş gruplarındaki hareketlilik programlarının artırılmasının da Türk dünyası bütünleşmesinde önemli olduğunu belirtmek gerekir.
Özetle, uluslararası sistemin doğasının köklü olarak değiştiği çağımızda, bölgesel iş birliklerinin öneminin daha da arttığını müşahede ediyoruz. Rusya-Ukrayna Savaşı ile küresel düzeyde yeniden oluşan kutuplaşmalarda bunu açıkça gözlemlemek mümkündür. Böylesi bir konjonktür, Türk dünyasının ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın jeopolitik değerini daha da artırmaktadır. Buna ilave olarak sahip olduğu jeostratejik konum, yeraltı ve yerüstü kaynakları ve daha da önemlisi donanımlı genç insan kaynağı, Türk dünyası için tıpkı 8 ila 16. asırlarda olduğu gibi 21. asırda yeni bir altın çağı başlatmak için lazım gelen en önemli sermayedir. Hiç şüphe yok ki Türkistan’ın şanlı günlerini yeniden hayata geçirmenin yegane yolu, çağın gereksinimlerini karşılayacak eğitim ve bilim politikalarından geçmektedir.