Kriter > Siyaset |

Türkiye’nin Kulturkampf’ı: Kültürel İktidar Mücadelesinin Dinamikleri


Türkiye’de son dönemde kulturkampf’ın iyiden iyiye arttığı görülüyor. Geçmişten itibaren kültürün dinamiklerini elinde tutan grupların kurumsal otoritesi sarsılmaya başladı. Ancak şu noktanın da altını çizmek gerekiyor: Kültür alanındaki elit dönüşümü, siyasi iktidarda yaşanana göre çok daha yavaş ilerliyor. Üstelik geleneksel güç odakları kendi konumlarını kaybetmemek için olağanüstü bir çaba sarf ediyor.

Türkiye nin Kulturkampf ı Kültürel İktidar Mücadelesinin Dinamikleri

İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’nin 1920’lerin başında “hegemonya” kavramını ortaya atmasıyla, bir bakıma kültürel iktidar tartışmaları da başladı. Gramsci, kapitalist bir toplumda iktidar ilişkilerini değiştirmek için klasik Marksizm’in devrim anlayışının dışına çıkılması gerektiğini savunuyordu. Bu bağlamda, yapılması gerekenlerden biri de kültür alanını ele geçirmekti. Gramsci’ye göre toplumun gündelik hayatına yansıyan kodların yönetilmeye başlaması, geniş kapsamlı değişikliklerin insanlar tarafından daha kolay benimsenmesini sağlayacaktı. Başka bir açıdan bakıldığında, Gramsci’nin ortaya koyduğu gerçek, tüm toplumsal dinamikleri yönetmek için siyasi iktidarı elinde tutmanın tek başına yetmeyeceğiydi. Bu bakımdan, kültürel eserlerin üretiminde belirleyici olmak, toplumun belirli bir istikamete yöneltilmesinde en önemli etmenlerden biri şeklinde görülebilir. Söz konusu eserler aracılığıyla toplumun genleriyle oynamak mümkündür. Dolayısıyla siyasi rekabete bir kültür savaşı da eşlik eder. Siyasi aktörler, bu alandaki üretimlerle kendi mesajlarının topluma en etkili ve en kısa şekilde ulaşması için önemli bir çaba harcarlar. Oysa bazı ülkelerde kültürel ve siyasi iktidarın aynı ellerde birleşmediği görülür. Bu durum, toplumsal dinamiklerden farklı bir gerçeklik algısının oluşmasına sebebiyet verir. Dolasıyla siyasi aktörler, aynı zamanda kültür alanında hakimiyet sağlamak için de bir mücadele verirler ki bu durum, “kulturkampf” olarak nitelenebilir.

Kültür, bir toplumun genel özelliklerini belirleyen ve diğerlerinden ayrılmasını sağlayan en önemli göstergelerden biridir. Bu bakımdan, toplumun geçmişten günümüze taşıdığı örf, adet ve gelenekler kadar insanların hayat tarzı da kültürü oluşturan bileşenlerden biri arasında yer alır. Toplumu bir arada tutan en önemli unsurlardan biri de ortak kültürel değerlerdir ve kültür, sanat ve edebiyat eserleri gibi araçlar vasıtasıyla kendini gösterir. Söz konusu eserler, toplumun ortak birikimini yansıtmasına rağmen, gerçekte dar bir grup tarafından üretilir. Kültürel iktidar tartışmalarının tam da bu noktada başladığını söylemek mümkündür. Sanat ve edebiyat alanlarında yapılan üretimlerin, toplumun geçmişten günümüze intikal eden cari değerlerini ne ölçüde temsil ettiği çoğu zaman sorgulanır. Bazı ülkelerde üretilen eserler, toplumsal kültürün bir yansıması durumundadır. Sanatçı veya edebiyatçı, belirli açılardan adeta toplumun sesine tercüman olur. Elbette sanatsal ve edebi üretim süreci, özgünlük ve özgürlük gerektirir. Bu bakımdan, bu tür hasletleri olanların, toplumun geri kalanından farklı özellikler göstermesi doğaldır. Ancak bu noktada aykırı olmanın tek başına bir anlam ifade etmediğini anlamak önemlidir. Farklı olanın sırf bu özelliği itibariyle değer taşıdığını söylemek mümkün değildir.

 

Türkiye’de Kültür Savaşları

Türkiye’de modernleşme sürecine girilmesinin ardından Batı merkezli bir kültür aktarımı süreciyle karşılaşıldığı görüldü. Medeniyet ve kültür arasında bir ayrım yapma girişimlerine rağmen, Batı toplumsal hayatın farklı veçhelerine nüfuz etmeyi başardı. Daha açık bir ifadeyle, modernleşme sürecinde Batı’nın yalnızca ilminin ve tekniğinin alınmasının, kültürel unsurların dışarıda bırakılmasının mümkün olmayacağı anlaşıldı. Modernleşen diğer pek çok ülke gibi Türkiye’de de elitler, bu dönüşüm sürecinin merkezine yerleşti. Çok boyutlu bu süreç, bilim ve siyaset insanları kadar sanatçı ve edebiyatçıları da kapsadı. Bir bakıma, Batıcı elitler, toplumu dönüştürme misyonu üstlendi. “İlerici ve gerici” kavramlarının bu bölünmüşlüğü anlatmak için kullanılması tesadüf değildir. Batılılaşma yönünde keskin bir değişimi zorunlu gören aydınlar, kendilerini “ilerici”, yani ileriye doğru gidişin lokomotifi olarak gördüler. Toplumun büyük çoğunluğunun ise kendi rızası dışında yaşanan bu sürece tereddütlü yaklaşması nedeniyle “gerici” olduğunu varsaydılar. Bu durum, diğer pek çok aydın grubu gibi sanatçıların ve edebiyatçıların da toplumun genelinden kendilerini ayrıştırmaları sonucunu doğurdu. Kültür alanında üretim yapmak, tek başına entelektüel olmanın ölçütlerinden biri olarak kabul edildi. Bu bakış açısı güçlendikçe içi boşaltılmış bir entelektüalizm doğdu. Entelektüalizm, söz konusu meslek gruplarında olan kişilerin kendilerini diğer insanlardan üstün görmelerini beraberinde getirdi. Burada meslek ifadesinin altını çizmek gerekir. Söz konusu elitist yaklaşım aracılığıyla bu işler, profesyonel bir meslek olmaktan çıkıp adeta bir kutsiyet kazandı. Belirli yeteneklere sahip olan, dahası bir şekilde üne kavuşan insanların bir kısmı, bu özelliklerinin toplumun geri kalanı karşısında kendilerine moral bir üstünlük getireceğini düşündü.

sosyal medya popüler kültürü

Popüler kültürün güçlenmesiyle beraber “kültür camiası”nın özgüveninin de yükseldiği görülüyor. Post-truth çağında hemen her konu hakkında fikir sahibi olmak ve bunu ifade edebilecek mecra bulabilmek oldukça kolay. Üstelik şöhretin yol açtığı sonuçlardan biri, bu fikirlerin içeriğinden bağımsız şekilde önemli bir kitle nezdinde kolayca karşılığa sahip olabilmesi. Gündeme gelebilmek için spekülatif birkaç cümle kurmak yetiyor. Üstelik bu ifadelerin altını doldurmak, yani neyi kastettiğini açıklayacak bir argümantasyon geliştirmek de gerekmiyor. Durum böyle olunca ortalık kanaat önderinden geçilmiyor. Bu noktada karşılaşılan bir diğer sorun, kendini elit olarak gören bu kitlelerin, toplumu kutuplaştırmaktan kaçınmamaları. Spekülatif ifadeler, belirli kesimlerden destek bulmasına rağmen toplumun geri kalanı tarafından tepkiyle karşılanıyor. Ancak amaç, zaten etkileşim almak olduğundan gelen tepkilerin olumlu ya da olumsuz olması çok da önemsenmiyor. Hatta gelen olumsuz tepkiler, kişinin kendisine yönelen desteği de konsolide edeceğinden kasıtlı şekilde öne çıkarılabiliyor. Ayrıca bu tür paylaşımlar, kültürel iktidar sahipleri tarafından destekleniyor ki bu muhtemelen halkın teveccühünden daha önemli görülüyor.

Kültürel iktidarın entelektüel dünyaya tahakküm edici bir yönü de var. Burada bir iktidar alanı oluşturan kişiler, kendi görüşlerinin dışında kalan kimsenin belirli bir etki gücü elde etmesini istemiyor. Sinema filmlerinde, tiyatro oyunlarında ve dizilerde roller belirli bir çevreyle kurulan ilişkiye göre dağıtılıyor. Kişinin yetenekleri, kurduğu ilişkilerin ve sosyal ilişkilerinin çok gerisinde kalabiliyor. Aynı durum, bu alanlarda dağıtılan ödüller için de geçerli. Kişi, kendi alanında ne kadar başarılı bir performans gösterirse göstersin, kültür ve sanattaki iktidar klikleriyle doğru ilişki kuramamışsa öne çıkması mümkün olmuyor. Böylece başarı ölçütleri de yine belirli gruplar eliyle belirleniyor ve toplumun algısı bu yönde şekillendirilmeye çalışılıyor. Genel eğilimin dışında kalan kültür ve sanat insanları, hâlâ daha görünür ve görünmez barikatlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu gruplar, kendi izin vermedikleri kişilerin aralarına girmesine rıza göstermiyorlar. Daha doğrusu, kişiye kendi istedikleri istikamette değişmediği takdirde içlerine giremeyeceği mesajı gayet açık şekilde veriliyor. Böylece kişinin başta olmadığı birine dönüşmesi amaçlanıyor.

 

Endüstrinin Alıcısı Olmak

Türkiye’de son dönemde kulturkampf’ın iyiden iyiye arttığı görülüyor. Gerçekten de geçmişten itibaren kültürün dinamiklerini elinde tutan grupların kurumsal otoritesi sarsılmaya başladı. Ancak şu noktanın altını çizmek gerekiyor: Kültür alanındaki elit dönüşümü, siyasi iktidarda yaşanana göre çok daha yavaş ilerliyor. Üstelik geleneksel güç odakları kendi konumlarını kaybetmemek için olağanüstü bir çaba sarf ediyor. Kültürel hegemonyanın yıkılmasında son dönemlerde yayınlanan bazı televizyon dizilerinin büyük bir etkisinin olduğu açık. Özellikle tarih konusundaki yapımlar, maziyi hatırlatarak milli gururun güçlendirilmesi yönünde büyük bir işlev gördü. Toplum, geçmişin ihtişamının aynı zamanda ülke için parlak gelecek potansiyeli taşıdığını fark etti. Bu durum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın topluma yönelik bir vizyon sunmasıyla birleşti. Türkiye Yüzyılı perspektifi, geçmişle gelecek arasındaki bağın en açık tezahürlerinden biri. Bir bakıma, ülkenin tarihteki yeri, bugünün ve geleceğin inşasında önem kazandı. Meselenin diplomasiyi ilgilendiren bir yönü de bulunuyor. Televizyon dizileri başta olmak üzere kültür endüstrisinin üretimleri, son dönemde Türkiye’nin yumuşak güç unsurları haline geldi. Ortadoğu, Türk dünyası ve Balkanlar başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde ilgiyle izlenen diziler, uluslararası alanda Türkiye’nin etki alanının genişlemesini sağladı. Elbette bu durum, ülke içinde yaşanan kültür savaşları ile doğrudan paralel gitmiyor. Ancak tıpkı iç pazardaki durum gibi dışa yönelik satışların da üretimlerin içeriğinde etkili olduğu anlaşılıyor. Daha açık bir ifadeyle, toplumun talepleri kültür eserlerine giderek daha fazla yansıyor. Zira insanlar artık kendilerinin bu endüstrinin alıcısı olduğunu, üreticilerin taleplerini göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu anlıyorlar.

Buradan hareketle, kültür alanındaki üretimlerin her geçen gün daha da artan şekilde toplumsal dinamiklere uygun düştüğünü söyleyebiliriz. Yapımlarda “gerçek toplum” giderek daha fazla şekilde görünür oluyor. Mesela 1989’dan 2002’ye kadar televizyonda yayınlanan “Bizimkiler” dizisi başta olmak üzere pek çok yapımda ne namaz kılan bir karakter oldu, ne de insanlar karşılaştıklarında “Selamünaleyküm” gibi bir ifade duyuldu. Bu yapımlarda başörtüsü, yalnızca belirli statüdeki kadınlara, mesela kapıcılara, o da eşarp şeklinde, layık görüldü. Aynı durum, Yeşilçam filmlerinin çoğundaki hakim bakış açısıydı. Oysa artık toplumun genel ortalamasını yansıtan karakterlerle de gündelik dilde sıkça kullanılan dini kökenli ifadelerle de daha sık karşılaşmak mümkün. Bu durumun kültür hayatının normalleşmesi açısından ciddi bir etkisi bulunuyor. Kuşkusuz bu süreç, hızlı ve kolay şekilde ilerlemeyecek. Ancak toplumsal kodların kültür hayatına gerçek anlamda yansıması için bu mücadeleden asla vazgeçmemek gerekiyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası