Hayvancılık ve tarımsal ürün çeşitliliğinin giderek azaldığı günümüzde pek çok ülke sektörün daha güçlü bir şekilde muhafaza edilmesi adına tarımın önemli bir boyutu olarak gördükleri verimli ve sürdürülebilir gıda güvenliği hususunu desteklemektedir. Ulusal güvenlik meselesi olarak görülmesi ve bu doğrultuda stratejik politikaların üretilmesini gerektiren tarımda Türkiye’nin sahip olduğu ciddi bir karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmaktadır.
Tarihsel olarak bir “tarım ülkesi” geçmişi ve kültürüne sahip olan Türkiye’de tarım sektörü 1980’lerdeki küreselleşme dalgasıyla ciddi bir değişim yaşamıştır. 24 Ocak Kararları ile piyasa ekonomisine geçişi gündeme alan Türkiye yapısal uyum programları kapsamında ekonominin serbestleşmesi çerçevesinde neoliberal politikalar benimsemiştir. Bu süreç zarfında gerçekleştirilen özelleştirmelerle tarıma yönelik sübvansiyon ve desteklerin kademeli bir şekilde azaltılarak kaldırılması yerli üretimi dolayısıyla da üreticiyi olumsuz etkilemiştir.
Tarım kesimini korumaya yönelik politikaların tarımsal serbestleşme kapsamında ve daha ülke ekonomisi buna hazır değilken terk edilmesi tarım sektörüne ciddi zararlar vermiştir. Bu dönemde devlete ekonomik aktivite içinde daha az rol biçildiği neoliberal politikalar küçük çiftçiyi korumasız hale getirmiş ve oligopol yapıların büyümesini beraberinde getirmiştir. Tarım sektörünü büyük şirketlerin etkisine daha fazla maruz bırakan bir diğer husus da tarımsal üretimde kooperatifçiliğin zayıflamasıyla aile çiftçiliğinden hızla uzaklaştırılmasıdır. Diğer yandan tarımsal alandan ziyade görece olarak sanayi sektörünün daha fazla ön plana çıktığı 1990’larda teknolojik tarımın önemi artmış, tarımsal ekimde kimyasal ilaç ve türevlerinin daha etkin bir şekilde kullanımı yaygınlaşmıştır.
Tarımın Sorunları ve Çözüm Önerileri
2000’lerde Türkiye tarıma yönelik çeşitli girişimlerde bulunmuş ve buna yönelik farklı politikalar uygulamıştır. Bu alana yönelik teşvik ve desteklerin payı artırılmak suretiyle tarım güçlendirilmeye çalışılarak verimlilik ve üretimde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Ancak sektörün önemli yapısal sorunları henüz çözüme kavuşmuş değil. Genel olarak karşılaşılan sorunların başında verim açığı, plansız ve yüksek maliyetli üretim, dışa bağımlık, tarla-raf fiyat farkıyla kayıt dışı üretimin varlığı, sektörde nitelikli iş gücü eksikliği, işletmelerin küçük ölçekli oluşuyla tarımsal arazilerin bölünmüş yapısı temel faktörler arasında sayılabilir. Bununla birlikte pazarlama becerisinin zayıflığı, markalaşma eksikliği ve tarım sektöründe çalışan nüfusa verilen yetersiz eğitim de sektörün temel problemleri arasında yer almaktadır.
Son yıllarda tarım sektörüne yönelik getirilen eleştirilerde dikkat çeken temel husus gıda fiyatlarından kaynaklı fiyat artışlarıdır. Döviz kurlarının yükseldiği son dönemlerde girdi maliyetlerindeki artış üretim maliyetlerini artırmakta olup tüketiciye kadar geçen süreçte fiyatların yukarı yönlü hareketine neden olmaktadır. Bu bağlamda tarımsal üretim aşamasında kullanılan tohum, gübre, mazot, zirai ilaç ve hayvancılığın en önemli maliyet kalemi olan yem ham maddeleri vb. ürünlerinin bir kısmı ithal olduğundan kur artışından olumsuz etkilenmektedir. Türkiye’nin tarımsal girdiler kategorisinde yer alan mazot ve kimyasal gübrelere sübvansiyon uygulamasına karşın birtakım yapısal sorunlar hala giderilebilmiş değildir. Dolayısıyla üretim artışının sağlanması hedeflenmeli ve üreticinin girdi maliyetlerine ucuz ulaşılması sağlanmalı aksi takdirde bu alanlarda yaşanan eksiklikler hem üretim ve verimlilik hem de rekabet etme gücü açısından üreticiyi olumsuz yönde etkilemeye devam edecektir.
Değer Zincirindeki Aracılar
Tarım sektöründe günümüzdeki en somut sorunlardan biri ürünün üreticiden tüketiciye ulaştığı süreçte yani ürünlerin tarladan sofraya gidene kadar olan değer zincirindeki aktörlerin fazla sayıda olmasıdır. Tüccarlardan komisyonculara, sevkiyatçılardan perakendecilere kadar uzayan fazla sayıdaki aracının rolü ve katma değerleri tartışılmaktadır. Çiftçilerin tarımsal ürünlerini pazara sunma konusundaki rekabet güçlerinin zayıf kalması aracılar tarafından ürünlerinin daha düşük fiyatlarla alınıp daha yüksek fiyatlarla tüketiciye sunulmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda tarladan çıkan ürünün nihai tüketiciye ulaşıncaya kadar geçen safha üzerine yapılan bir çalışmada aracıların payının yüzde 45 seviyesinde olduğuna dikkat çekilmektedir. Gerek üretici gerekse tüketicinin aleyhine işleyen bu süreçte zaman zaman üreticiler maliyetlerin altından kalkamadıklarından dolayı mahsulü tarlada bırakmakta hatta tarımsal üretimden tamamen uzaklaşabilmektedir. Üreticilerin yeterli kazanç sağlayamadığı bu zincirde tüketiciler de nihai ürünü raflarda/tezgahlarda yüksek fiyatlardan satın almak mecburiyetinde bırakılmaktadır. Dolayısıyla var olan sorunlar karşısında tekelleşen aracı piyasası elimine edilerek üreticinin örgütlü yapılar üzerinden ürünlerini daha kısa bir tedarik zinciri aracılığıyla takip edebileceği şeffaf ve izlenebilir mekanizmaların geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu süreçte çiftçilerin desteklenmeleri, örgütlenmeleri ve güçlendirilmeleri yoluyla kooperatifleşmeleri teşvik edilmelidir.
Tarım sektörünün Türkiye özelinde bir diğer sorunu da tarım topraklarının zaman içerisinde çeşitli nedenlerle parçalanmış ve bölünmüş olmasıdır. Toplulaştırma çalışmalarıyla tarımsal yapının iyileştirilmesi ve verimliliği artırıcı tedbirlerin uygulanması yerinde bir uygulama olup buna yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Bu çalışmalar sosyal altyapı ve kırsal kalkınma projeleriyle entegre bir şekilde desteklenmelidir. Tarım sektörüne yönelik politikalar çerçevesinde üretim miktarı, mülkiyet yapısı ve arazi büyüklükleri gibi konularda düzenli bir veri ve kayıt sisteminin oluşturulması gerektiği açıktır. Bu bağlamda arazi bankacılığı gibi bir mekanizmayla hangi arazinin kimin üzerinde olduğu ve aktif olarak kullanıldığı ve bunlara sağlanan teşvik ve desteklerin ölçülmesinde etkin bir fayda sağlayabilir. Ayrıca tarım politikasının başarılı olması konusunda sağlanan destek ve teşviklerin etki analizinin yapılması da önem arz etmektedir. Tarım politikasının kurgulanması sürecinde verilen kredilerin geri dönüşümüyle sağlanan destek, teşvik ve hibelerin oluşturdukları etkinin analizi ihmal edilmemelidir.
Türkiye’nin coğrafi yapısı zengin ve verimli bir tarımsal üretim için büyük avantajlar sunarken jeopolitik konumu da dünya tarımı için önemli bir köprü işlevi görmektedir. Tarımsal üretim değeriyle dünyada ilk on ülke arasındaki konumuyla Türkiye’nin daha iyi durumlara gelmesi için tarımsal ihracat noktasında ciddi adımlar atması gerekmektedir. Bugünün dünyasında artan nüfus ve şehirleşmeyle paralel bir şekilde tarımsal üretim büyümekte ve talep artışı yaşanmaktadır. Türkiye tarım sektörüne daha stratejik nitelikte hedefler düşünmeli ve tarımı ithalata karşı koruyabilmek amacıyla küresel şirketlerle rekabet edebilecek seviyede yerli üretimini güçlendirmelidir. Bu atılım hamlesiyle hem stratejik üretim hem de ürün çeşitlendirilmesinde yönlendirici bir devlet politikası ön plana çıkarılmalıdır. Türkiye mukayeseli üstünlükler açısından tarım sektöründe avantajlı bir konumdadır. Eğer üreticiyi destekleyecek ve ürünlerin verimliliğini artıracak doğru politikaları hayata geçirebilirse hem tarımsal ihracatın katma değerini arttıracak hem de ithalata olan girdi bağımlılığını da minimize edebilecektir.