FETÖ ile mücadelede 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki yıla yakın bir süre geçti. Mücadele kapsamında çok önemli adımlar atıldı. FETÖ’ye dair ortaya çıkan yeni kanıtların yanında muhalif kesimlerin mücadeleye dair aldıkları pozisyonlar ile yurt dışındaki FETÖ’cü diasporanın Türkiye karşıtlığı üzerinden beslediği olumsuz algının, mücadelenin ülke gündeminden düşmemesini sağlayan başlıca etkenler olduğu görülmektedir.
15 Temmuz darbe girişimi ile FETÖ’ye karşı başlatılan mücadele stratejisi pro-aktif bir temele dayanmaktaydı. Aslında mücadelenin çok daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği özelinde başladığını ifade etmek gerekir. Örgüt 17-25 Aralık yargı darbesi sürecinden hemen sonra büyük ölçüde deşifre olmuştu. Bu dönemde yargı tarafından paralel devlet yapılanması biçiminde adlandırılmış ve MGK tarafından legal görünümlü illegal yapılanma olarak devletin milli güvenlik siyasetinin bir parçası haline getirilmişti. 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinden sonraki süreçte FETÖ büyük bir yara almış ve Türkiye sınırları içinde operasyonel kapasitesini bugün için kaybetmiş gözükmektedir.
Bugün geldiğimiz noktada temelleri 50 yıl önce atılmış bir örgüt ile mücadelede algının nasıl yönetildiğinin ortaya konulması mücadelenin bundan sonraki aşamalarının hem moral/motivasyonuna hem de başarısına dair önemli ipuçları sunabilir. Ancak bunun için öncelikle şu tespitleri yapmak gerekmektedir:
1. FETÖ, hiçbir zaman dini bir yapı olmadı. Başından itibaren bir terör örgütü olarak kurgulanan bu yapı kamuoyunda yeterince tanınmıyor/tanıtılamıyor.
2. FETÖ ile mücadelede bazı çevreler tarafından yapılan algı manipülasyonları olumsuz neticeler üretiyor.
Örgütü Yeterince Tanımıyoruz
İlk tespitin bizi götüreceği nokta FETÖ’nün nasıl bir örgüt olduğunun ortaya konmasıdır. Zira örgütün tanınması mücadelede kullanılan yöntemin belirlenmesi kadar mücadeleyi yürüten aktörlerin mücadeleye verdikleri önemi de belirleyen başlıca etkendir.
Bir terör örgütü olarak FETÖ’nün, Türkiye’nin hatta dünyanın bugüne kadar karşılaştığı terör konseptinden farklı bir örgütlenme ve işleyişe sahip olduğu konunun uzmanı birçok kişi tarafından da dile getirilmektedir. Fetullah Gülen’in yarattığı kült kişilik etrafında radikalleşen örgütün tanınması mücadelenin nihai başarısı üzerinde de belirleyicidir. Ancak bugün ortaya çıkan tabloda FETÖ’nün yeterince tanındığı ve anlatıldığını söylemek mümkün gözükmemektedir.
Kült hareketlerin tanımlayıcı ilk özelliği otoriter bir liderin varlığı ve onun üyeleri tarafından kutsallaştırılmasıdır. Örgütü kurduğu andan itibaren Gülen’in başarıyla gerçekleştirdiği en önemli özelliği bu kutsallaştırmadır. “Seçilmiş kişi” olmanın emareleri olarak kendini kimi zaman Peygamber Efendimiz ile kıyaslamış kimi zaman ise onun emirlerinin uygulayıcısı olarak sunmuştur. Bunu yaparken örgüt üzerindeki bütün kontrolü sağlayacak önlemleri de almıştır. Üyelerinin evliliklerinden çocuklarına koyulacak isimlere hatta en yakınındakilerinin telefonlarını dinletmeye varacak kadar paranoyak bir ruh haliyle bütün gücü tek merkezde yani kendisinde toplamıştır.
Kült bir hareketin ikinci özelliği olan “endoktrinasyon kabiliyeti” de FETÖ’nün güçlü olduğu bir diğer alandır. FETÖ, elebaşı Gülen’in bir yansımasıdır. Örgütün karakteri dikkatle incelendiğinde Gülen’in sergilediği kişilik özelliklerinin birebir kopyası olduğu görülecektir. Gülen profilinin sahip olduğu sinsilik, efsaneleşme arzusu, ölüm korkusu, ötekileştirme, takiye, özgüven eksikliği gibi tüm kişilik özellikleri FETÖ’nün birer karakteristiğidir. Gülen bunu, güçlü bir endoktrinasyon ağı ile gerçekleştirmiştir. Kasetler, dershaneler ve okullar bu ağın en önemli taşıyıcıları olmuş, bu sayede küçük yaşlardan itibaren elemanlarının zihinlerini kontrol altına almıştır. Zihinleri ele geçirilen mensuplar ilerleyen süreçte paralel bir devlet yapılanmasının ana aktörleri halini almıştır. Bunlar mutlak bir adanmışlık hissiyle Gülen’in ve örgütün her türlü söylem ve eylemini tereddütsüz kabul etmektedirler. Açık kanıtlar olmasına rağmen bugün birçok FETÖ’cü mutlak adanmışlık ile kendisine vadedilen “güzel günlerin” geleceği ümidiyle işledikleri suçları inkar yoluna gitmektedir.
FETÖ’nün karakteri aslında onu ortaya çıkaran aklın da ne yapmayı amaçladığı ile şekillendirilmiştir. Örneğin birçok kişi ya da kaynak FETÖ’yü “dini bir hareketin zaman içinde zehirlenmesi” biçiminde değerlendirmektedir. FETÖ hiçbir zaman bir dini hareket olmamıştır, başından beri bir terör örgütü olarak kurgulanmıştır. Klasik bir terör örgütü gibi silahlı mücadele ile devleti ele geçirmeyi değil devlete sızdırdığı elemanları aracılığıyla oluşturduğu paralel yapılanma ile (zamanı geldiğinde) devleti yönetmek üzere hazırlanmıştır. Ancak hemen hemen FETÖ ile ilgili hazırlanan bütün kaynaklar FETÖ’nün nihai amacını ortaya koymasına rağmen onun ortaya çıkışını açıklamak konusunda tutarlı bir analiz yapmaktan uzaktır. Dikkatli bir gözle bakıldığında FETÖ ile ABD’nin anti-komünizm politikasının ürünü olan ve Türkiye’deki faaliyetlerine 1960’ların ilk yarısında (tam da FETÖ’nün ilk tohumlarının atıldığı yıllarda) başlayan Barış Gönüllüleri Hareketi arasındaki ilişkiyi konu edinen ya da Gülen’in Edirne yıllarında Amerikan Lokali’nde nasıl zaman geçirdiğini, askerliğini yaparken istihbarat ile içli-dışlı ilişkisini çok az çalışmanın incelediği görülecektir.
FETÖ geçirdiği bütün aşamalarda hem dünya hem de Türkiye’deki siyasal her türlü gelişmeye kolayca ayak uydurabilecek bir örgütlenme modeline sahip olmuş “içinde bulunduğu kabın şeklini” kolayca almıştır. Dini bir yapı olmayı sadece kamuflaj için kullanarak bunun sağladığı avantajlardan faydalanmıştır.
FETÖ İle Mücadeleyi Olumsuz Etkileyen Yaklaşımlar
Örgütün yeterince tanınmıyor oluşu örgütle ilgili her geçen gün yeni yapı ve aktörlerin karşımıza çıkmasına sebep olmaktadır. Nisan 2017 tarihinden itibaren örgütün mahrem yapılarının (imam-abi) deşifre edilmesi FETÖ’nün gerçek anlamıyla ortaya çıkarılmasını sağlayacak bir hamleydi. Çünkü o güne kadar örgütün büyük ölçüde bilinen yüzünün ardına gizlenen ve asıl büyük tehlikeyi meydana getiren unsurlara da ulaşılmış oldu. Kaldı ki bugün için FETÖ’ye karşı yapılan operasyonların merkezinde bu mahrem yapılar yer almaktadır. Örgüte paralel karakter onun legal görünümlü illegal bir yapı biçiminde adlandırılmasını sağlayan söz konusu mahrem yapılanmanın ortaya çıkarılması bile başlı başına mücadelenin ne ölçüde ciddiyetle yapılması gerektiğinin kanıtı olarak görülmelidir.
Başta yargı ve emniyet güçleri olmak üzere FETÖ ile mücadeleyi yürüten aktörler ve bunların ardındaki siyasi irade FETÖ ile bugüne kadar hiç yapılmadığı şekliyle mücadelelerini sürdürmektedir. Ancak FETÖ’nün karakteri dikkate alındığında örgütün kısa sürede işlevsiz kılınmasının imkansızlığına dikkat çekmek gerekmektedir. En azından kamuoyuna yansıdığı kadarıyla yapılan mücadelenin tüm devlet kurumlarıyla senkronize bir biçimde söylem/eylem birliği içinde gerçekleştirildiğini söylemek oldukça zor gözükmektedir.
FETÖ ile mücadelede moral/söylem üstünlüğünün toplumsal düzeyde zarar görmemesi de önemlidir. Bugüne kadarki bilanço dikkate alındığında mücadeleye dair algıyı olumsuz etkileyen yaklaşımları iki ana grupta toplayabiliriz:
1. Mücadeleyi önemsemeyen ya da “FETÖ muhibbi” gibi hareket edenler: Bunların çok önemli bir kısmı Erdoğan karşıtlığını kullanan ve bunun için gerektiğinde FETÖ’cü bir söylem kullanmaktan çekinmeyenlerdir. Özellikle sosyal medyada oldukça etkin olan bu grup görsel ve yazılı medyada kendilerini çok fazla açık etmemeye çalışmaktadır. Temel söylemleri 15 Temmuz darbe girişiminin bir “tiyatro” olduğu üzerinden işlemektedir. FETÖ ile mücadelede gerçek olmayan mağduriyet hikayeleri söylemlerinin başlıca dayanağını meydana getirmektedir. İç kamuoyunu etkilemekten öte özellikle ABD ve Avrupa kamuoyunu etkileme çabası içinde yer almaktadırlar.
2. “Suret-i haktan” görünen fakat devletin FETÖ’den arındırılmasındaki uygulamalarına mesnetsiz eleştiriler getirenler: Bu grup içinde yer alanların önemli bir kısmı abartılı bir demokrasi söylemi kullanmaktadır. Bir yandan AK Parti ile yakın politik söylemi sahiplenmekte diğer yandan olası bir “AK Parti”siz senaryoya kendilerini hazırlıyor izlenimi vermektedirler. FETÖ’ye ve 15 Temmuz darbe girişimine dair net bir tavır ortaya koyamamaları bu grupta yer alanların davranışlarındaki samimiyetin sorgulanmasına neden olmaktadır. İçindekilerin bir bölümü FETÖ ile mücadelenin abartıldığını düşünen konformist bir demokrasi söylemini kullanarak FETÖ ile mücadeleyi itibarsızlaştırmaya çalışırken diğer bir kısmı ise kendileri birer FETÖ mensubu olmasa da bugüne kadar FETÖ’cü unsurlarla geliştirdikleri patronaj ilişkilerinin sağladığı konforu kaybetmek istemeyenlerden meydana gelmektedir.
Bunlar dışında FETÖ ile mücadelede sergilenen suçlu-suçsuzun birbirinden ayrılmasını engelleyen toptancı yaklaşımlara eleştiri getirenler de mevcuttur. Mücadelenin ilk dönemlerinde ortaya çıkan bu yaklaşımı sahiplenenlerin gerçek mağduriyetlerin azalmasına bağlı olarak sayılarının azaldığı söylenebilir.
İlk iki yaklaşımın FETÖ ile mücadeleye dair ortaya çıkarması olası meşruiyet kaybının bundan sonraki süreç açısından tehlikesine dikkat çekmek gerekir. Zira her geçen gün FETÖ’nün mahrem/paralel yapılanmasına ilişkin yeni bulgular ortaya çıkarken uygulayıcıların ve kamuoyunun motivasyonunun olumsuz etkilenmemesine, bu algıya sahip olanların mücadelede aktif olarak rol almasının önüne geçilmelidir. Bunun sağlanabilmesinin iki ön koşulu ise örgütün kamuoyuna daha iyi tanıtılarak tehlikenin büyüklüğünün anlatılması ve devletin FETÖ’den arındırılmasından sorumlu kurum, kişi ya da aktörlerin gerçekleştirdikleri her türlü eylemin şeffaflığının, hesap verebilirliğinin ve denetlenebilirliğinin artırılmasıdır.