Kriter > Medya Kritik |

Fonlanmış Gazetecilik


Gerek ABD tarafından fonlanan gerekse iktidara “muhalefet etmek” adına ABD’yi güçlü bir dayanak gören bulanık zihinlerden “ABD Boğaziçi’ne el koyabilir” başlıklarını atabilmek sürpriz olmamalıdır. Bahse konu bu medya kuruluşlarının her türlü vesayeti özümseyebilecek karakteri, yabancı bir ülkenin fonları ile “gazetecilik” yapmalarına bir engel teşkil etmemektedir.

Fonlanmış Gazetecilik

Geçtiğimiz haftalarda, Boğaziçi Üniversitesi merkezli tartışmalar sürerken Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan ve “Dikkat çeken bir iddia” anonsu ile paylaşılan haber büyük tepki topladı. “ABD Boğaziçi Üniversitesi’ne el koyabilir” başlığı ile yapılan paylaşım ve haber kısa süre sonra gazetenin sosyal medya adresinden kaldırıldı. Haberin, Boğaziçi tartışmaları üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklamaların hemen sonrasında gerçekleşmiş olması da dikkatlerden kaçmadı.

İlk bakışta, “Bir ülkenin egemen başka bir devletin üniversitesinde hak iddia edebileceği”ni düşündürten bu haber, hukuki ve tarihi gerçeklikleri, siyasi sonuçları hesap edilmeden mi kaleme alınmıştı?

Tesadüf eseri manşet atılmayacak kadar eski bir geçmişe sahip gazetenin bahse konu haberi ve dilindeki bu pervasızlığın nedeni ve hedefi ne olabilirdi? Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylem ve protestoların; devlet üniversitesine yine devlet tarafından bir rektör atanması olduğu gerçeğinin ötesinde bir tartışma olarak, “aslında geniş bir muhalefet hareketi” olduğu ve bu nedenle “Türkiye dışından her türlü siyasi desteği hak ettiği” gibi bir mesajın işaret fişeğini yakmak olabilir miydi?

 

Cumhuriyet Gazetesi Fişeği

Zira, üniversite merkezli eylemler artık okul öğrencilerinin ve akademik kadronun demokratik protesto hakkından daha çok, radikal hareketler ve terör örgütleri ile organik bağı olan kişilerin araya karıştığı; “özerk yönetim”, “çoğunluğun azınlığa tahakkümünün reddi”, “LGBT’nin dışlanamayacağı” gibi sloganların merkeze taşındığı daha çok küreselci-liberal bir manifestoya dönüştü. ABD ve Avrupa başkentlerinden protestolara destek mahiyetinde yapılan açıklamalarda da yine her zamanki gibi; Türkiye’nin içişlerine karışma cüretini kendinde bulan, Türkiye’de hukukun işleyişini ve toplum güvenliğini göz ardı eden, kendisi için sınırlı tuttuğu özgürlükleri Türkiye’ye gelince sınırsız isteyen bir politik ton kullanıldı. Cumhuriyet Gazetesi’nin bahse konu haberi de aslında işlevi itibarıyla, Türkiye’nin egemenliğine dönük bu müdahalelere meşruiyet sağlama misyonu gördü.

Kaldı ki bu haberle, Boğaziçi Üniversitesi’nin arazisinin mülkiyet haklarının Robert Kolej’de olduğu, üniversitenin kurulmasında dönemin kolej yönetiminin ABD Dışişleri Bakanlığı ile yaptığı “özerk yönetim” istişareleri de gazetenin haberi “sayesinde” tartışmaya açıldı. Aslında bağlamı ve önemine bakılmaksızın bu başlıkların gündeme getirilmesi ile verilmek istenen mesaj; “ABD’nin Boğaziçi Üniversitesi’nde hakkı olduğu”, “Türkiye’ye gerekirse bir sopa gösterilebileceği” idi.

Cumhuriyet Gazetesi’nin bu haberi ile aslında, Türk medyasında günden güne daha da belirginleşen bir başka eğilimin ardında yatan gerçeklikleri yeniden sorgulama fırsatı bulduk: Zira, son yıllarda artan oranda yurtdışından fonlanan ve “Özgür, çoğulcu, sivil, bağımsız” mecralar olarak lanse edilen muhalif bazı medya kuruluşlarının asıl işlevleri ne?

Basın

Besleme Medya Vurgusu

ABD merkezli düşünce kuruluşu Center for American Progress’in (CAP) Haziran 2020’de yayınladığı “Türkiye’nin Değişen Medya Ortamı” başlıklı raporunun bulgu ve önerileri arasında Türkiye’de bağımsız, güvenilir olduğu iddia edilen bu muhalif medya kuruluşlarının desteklenmesi gerektiği, halihazırda ABD tarafından fonlanan bazı mecralara desteğin artırılarak sürdürülmesi tavsiye edildi.

Aynı raporda, Rusya güdümlü olan Sputnik Türkiye’nin, ABD’nin finansal desteğine rağmen bu “bağımsız ve güvenilir” mecralardan üç kat daha fazla sayıda sosyal medya takipçisine sahip olduğu, bu durumun fon sağlayıcılar tarafından göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret edildi.

Raporun sonuç bölümünde yer alan şu ifadeler özellikle dikkat çekti: “ABD’deki hibe programları, sadece yorum yazılarını değil haber bildirimi/gazetecilik faaliyetlerine de fon ayırarak kaynaklarını daha etkili bir şekilde kullanabilir. T24 gibi birçok bağımsız haber kuruluşu, bol miktarda yorum üretiyor, çünkü tam zamanlı profesyonel muhabirler yerine yarı zamanlı köşe yazarları istihdam etmek daha ucuz ve yasal olarak daha az tehlikeli. Bununla birlikte, Türkiye medyasının ihtiyacı olan şey, ikincisi için daha fazla kaynak ayırmaktır. Özellikle yerel muhabirlerin çalışmaları da dahil olmak üzere Kürt sorunu hakkında partizan olmayan haberleri desteklemeye odaklanmalıdır. Fon sağlayıcı kuruluşlar, bir ön koşul olarak, hibelerin gazetecilerin maaşları gibi temel masrafları karşılayabilmesi ve bu medya kuruluşlarının kar amacı gütmeyen kuruluşlar olarak kayıtlı olmadığı gibi uygunluk kriterleri göz önünde bulundurmalıdır.”

Boğaziçi Üniversitesi eylemlerini ABD’yi sürece dahil etmek suretiyle, Türkiye’nin bir iç meselesinde ona rol biçmek gayesiyle kullandığı anlaşılan Cumhuriyet Gazetesi örneğinde olduğu gibi; CAP raporunda yer alan “Özellikle yerel muhabirlerin çalışmaları da dahil olmak üzere Kürt sorunu hakkında partizan olmayan haberleri desteklemeye odaklanmalıdır” ifadesi bile, raporda fonlandığı iddia edilen T24, MedyaScope, Bianet, Gazete Duvar gibi medya kuruluşlarının, Türkiye’nin sıcak gündem başlıklarında nasıl ve kimin yanında tavır alacakları hususunda bize bir fikir vermektedir.

Öte yandan, yine aynı raporda dile getirilen şu ifadeler de ilgi çekti: “Türkiye’de de... Gazetecilik için yabancı finansman iki ucu keskin bir kılıç olabilir, çünkü bu destek, uluslararası fon verenlerle örgütlere saldıran yerli popülistler ve milliyetçiler tarafından saldırıya uğrayabilir. Yine de bu endişeler, haber kuruluşlarının ışıkları açık tutmasına ve bağımsızlıklarını sürdürmesine izin verme ihtiyacına kıyasla sınırlı kalmaktadır. Daha sürdürülebilir sonuçlar elde etmek için, hibe verenler bağımsız medya platformlarının Macaristan ve Polonya gibi diğer geri tepme demokrasilerinde başarılı olan yenilikçi finansman modellerine işaret ederek finansal olarak kendi kendine yeterli olmalarına yardımcı olmalıdır… Hem Türk hem de uluslararası aktörler, yerel çabaları destekleyerek, hükümet sansürüne karşı geri adım atarak yapıcı bir rol oynayabilir. Bununla birlikte, Türkiye'nin medya ortamındaki güvensizlik, parçalanma ve yanlış bilgilendirme eğilimlerinin üstesinden gelmek zor olacaktır; Türk vatandaşları, Türkiye'nin müttefikleri ve hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan için bile derinden endişe duymalıdırlar.”

 

Fonlar 3 Yıl İçinde 6 Kat Artmış

Bu satırların ardında yatan, “Türkiye’yi Türkiye’den daha fazla düşünüyoruz” iddiasındaki bu mesajlar ise ABD’deki “Türkiye uzmanı” kadroların üzerinde son derece becerikli olduğu, Türkiye’nin egemenliğini ve bağımsızlığını hedef alan tacizlerden öteye geçmemektedir.

Raporun dikkatleri üzerine çeken diğer bir bulgusu olarak; 2016-2019 arasında Ulusal Demokrasi Vakfı'nın (NED) “Türkiye’de gazeteciliğin desteklenmesi” adı altında söz konusu dijital mecralara sağladığı fonlarını üç yıl içinde altı kat arttırmış olması, ABD’nin müdahaleci politika alışkanlığının güçlü bir tezahürüdür.

Uzun bir geçmişe dayanan, Türk-Amerikan ilişkilerinde her iki ülkenin medyaları özellikle gerginliğin arttığı süreçlerde mesajın önemli birer taşıyıcısı olmuştur. Özellikle 1950’lerden bu yana, iki ülke arasındaki ilişkiyi tarif eden “müttefiklik” anlayışı, siyaset sahasındaki aktüel gerçeklikler ışığında belki de bugün en zor günlerini yaşamaktadır. ABD’nin Türkiye’de darbe süreçlerindeki rolü belki de toplumun üzerinde en geniş biçimiyle ittifakta olduğu hususların başında gelmektedir.

Zira, Türkiye’de darbe olduğunda ABD’nin reaksiyonlarının “demokrasinin, millet iradesinin mi yoksa darbecilerin lehine mi olduğu” konusunda yakın tarih çok acı sayfalarla doludur. 15 Temmuz ise bunlardan ve belki de en fazla akılda kalanıdır.

O gece olanları bir bilgisayar oyununa benzetmeye kadar indirgeyen dönemin Amerikan yönetimi, FETÖ’cüler için “Türk Ordusu içerisindeki dostlarımız yargılanıyor. Bu bir tasfiye” demiş; “Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikede” gibi açıklamaları yapmaktan da çekinmemiştir.

Gerçek şu ki, bugün Türkiye’nin PKK/YPG terör örgütü saldırılarını “Eğer PKK saldırdıysa” gibi koşullu ifadelerle kınayabilen bir ABD yönetimi ve onu yönlendirmekle görevli etki odaklarının “Türkiye’yi Türkiye’den daha fazla düşündüğü”ne inandırması pek mümkün olmayacaktır.

 

Bizden Olmayan Medyamız

Öte yandan gerek ABD tarafından fonlanan gerekse iktidara “muhalefet etmek” adına ABD’yi güçlü bir dayanak, bir vesayet odağı olarak gören bulanık zihinlerden “ABD Boğaziçi’ne el koyabilir” başlıklarını atabilmek sürpriz olmamalıdır. Bahse konu bu medya kuruluşlarının hür ve egemen bir ülkenin aynı oranda bağımsız medyası ideali dışına çıkan, her türlü vesayeti özümseyebilecek karakteri, yabancı bir ülkenin fonları ile “gazetecilik” yapmalarına bir engel teşkil etmemektedir. Kaldı ki Türkiye’nin darbeler tarihinde bu medyaların nasıl bir demokrasi sınavı verdikleri de ortadadır. Geçmişte, askeri vesayetin müdahalelerinin rahatsızlık oluşturmadığı bu tip mecralarda, bugün bir Amerikan vesayeti altında faaliyet sürdürmek rahatsızlık doğurmuyor görünmektedir.

Joe Biden’lı ABD yönetiminin “Amerika geri döndü” mottosuyla özetlediği yeni dönem aslında, dünyayı Amerikan müdahaleciliğinin gerektiğinde askeri yöntemlerle, gerektiğinde de hedef seçilen ülkelerin iç işlerine “insan hakları, demokrasi, ifade özgürlüğü” gibi söylemler vasıtasıyla müdahalenin bir yöntem olarak kullanıldığı bir süreçle karşı karşıya bırakmaktadır.

ABD’nin yeni başkanı, Ağustos 2020’de seçim kampanyası esnasında New York Times gazetesi editoryal toplantısında “Türkiye’de muhalefete ve muhalif hareketlere daha fazla destek vermek suretiyle bir iktidar değişimi için çalışacağını” açıkça dile getirmiştir.

Bu açıklamadan da yola çıkarak, Türkiye’nin ABD’nin etki etme menzilindeki en önemli ülkelerin başında geldiği düşünüldüğünde “ABD Boğaziçi’ne el koyabilir” başlığının amacı ve ardındaki mesaj çok daha anlamlı olmaktadır.

Takvim yaprakları 2021’i göstermesine rağmen ve 15 Temmuz hain darbe girişimine gösterilen destansı direnişin üzerinden henüz beş sene geçmişken, bu medya kuruluşlarının darbe ve Soğuk Savaş dönemi siyasi ortamının meydana getirdiği vesayetçi karakteristiği terk etmediği anlaşılmaktadır.

Washington’daki bu yeni dönem siyasetinin bir uzantısı olarak yazılan raporlarda “Türkiye’de desteklenmesi gereken medyalar” önerisi ile satır aralarına yerleştirilen ve “Bağımsız, Özgür, Çoğulcu” olarak lanse edilmeye çalışılan bu mecraların önümüzdeki dönemdeki yayın politiği ise amacın gerçekte ne olduğu hususunda önemli veriler barındıracaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası