Dünyamızın içerisinde olduğu iklim krizi, sayı ve etkileri yükselen pandemiler, su, enerji ve gıda krizleri, arz talep dengesizliğinin tetiklediği enflasyonist etkiler, esas itibarı ile doğa ile insan arasındaki dengenin ne denli hayati bir önemi haiz olduğunu, hepimize bir kez daha göstermiştir. Ülkelerin kendi imkanları dahilinde kendilerine yetebilmeleri ve doğal kaynaklar üzerindeki baskıların azaltılarak yeşil kalkınma stratejilerinin benimsenmesi artık kaçınılmaz bir hal almıştır.
Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük kıtanın birleşim noktasında, ticaretin ve büyümenin odağında, önemli bir enerji, ticaret ve lojistik koridorunun merkezinde yer alan ve zengin bir biyoçeşitliliğe sahip ülkemiz, bu itibarla büyük bir potansiyeli elinde bulundurmuş, tarih boyunca da çevre ve doğa ile uyumlu bir gelişim göstermiştir.
Ne var ki oldukça yıkıcı geçen İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip başlayan bolluk ve refah döneminden –ki bu dönem tarihte “Büyük Hızlanma” olarak anılır– ülkemiz de nasibini almış, şehirlerin hızla büyümesiyle birlikte artan tüketim, çevre üzerindeki baskıları artırmış ve birtakım meselelere yol açmıştır. Dünya kamuoyunda 1960’lardan sonra yer edinen çevresel hassasiyet, ülkemiz gündeminde ancak 1980’lerde karşılık bulabilmiştir.
1982 sayılı anayasamızın 56’ncı maddesinde yer alan “Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı olduğu” ibaresi ile anayasal güvence altına alınan temiz çevre hususuna yönelik olarak 1983’te çıkarılan 2872 sayılı Çevre Kanunu ile alıcı ortamlarda kirliliğin önlenmesi hedeflenmiş; bu itibarla da hava, su, toprak, kimyasallar ve atık yönetimi gibi tematik alanlara dair ikincil mevzuatlar hayata geçirilmiştir. Üç tanesi son dört yılda olmak üzere, çevre mevzuatının temelini oluşturan Çevre Kanunu, kapsamlı revizyonlara tabi tutularak, değişen ve gelişen dünya ile uyumlu hale getirilmiştir. Aynı şekilde, çevreye verilen zararlara yönelik idari para cezalarının yanında hapis cezaları da Türk Ceza Kanunu’na derç edilmiş, bu yolla caydırıcılık sağlanmıştır.
Küreselleşmenin etkisiyle çevresel hadiselerin sınıraşan boyutta etkiler oluşturduğu gerçeğinden hareketle, ülkemiz sadece ulusal bazda değil; hava yönetimi, atıkların sınırlar arası dolaşımı, denizlerin korunması, kimyasalların etkin yönetimi, çölleşme ve erozyonla mücadele, biyoçeşitliliğin korunması, iklim değişikliğiyle mücadele gibi alanlarda geliştirilen uluslararası sözleşmelere de taraf olmuş, yükümlülüklerini yerine getirmiştir.
Yine, küresel gelişmelerin yakından takibini yapmak üzere yurt dışı çevre müşavirlikleri kurulmuş, iklim değişikliği ile mücadeleyi güçlendirmek ve çevre kalitesini iyileştirmek üzere İklim Değişikliği Başkanlığı ile Türkiye Çevre Ajansı kurulmuştur. Bütün bunların da ötesinde 76. BM Genel Kurulu hitaplarında Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından dünya kamuoyuna 2053 yılı net sıfır emisyon hedefimiz ilan edilmiş ve bu çerçevede “yeşil kalkınma hamlemiz” duyurulmuştur.
Türkiye Yüzyılı’nda Değişim ve Dönüşüm Zamanı
Günümüzde giderek artan çevresel kaygıların tüketicileri daha bilinçli hareket etmeye sevk ettiğini, ürün ve hizmet alımında çevresel ya da iklimsel unsurların sorgulandığını görmekteyiz. Ürün ve hizmetlerin çevre dostu olup olmadığı veya geri dönüşümlü malzemeden yapılıp yapılmadığının araştırılması, turizm faaliyetlerinde mavi bayraklı plajlar ve hava kalitesi indekslerinin sorgulanması gibi unsurlar, hizmet sağlayıcı ve üreticileri de yeni gelişmelere uyum sağlama noktasında dönüştürüyor. Bu itibarla pazarlama stratejilerinde karbon ayak izi, su ayak izi, çevre etiketi, enerji verimliliği gibi çevresel kavramların öne çıkartıldığına şahit oluyoruz. Diğer bir söylem ile hem üreticilerin hem de tüketicilerin bir değişim ve dönüşüm süreci içerisinde olduklarını ifade edebiliriz. Bu noktada; sıfır atık, sıfır kirlilik, döngüsel ekonomi, sürdürülebilir ulaşım ve mikromobilite, yenilenebilir enerji, inovasyon, yeşil dönüşüm, yeşil istihdam gibi pek çok yeni kavram da hayatımıza giriyor.
Anılan değişim ve dönüşüm kimi zaman devlet, kimi zaman da bölgesel bazda iken bazı zamanlarda da şirket özelinde olabiliyor. Türkiye Yüzyılı’na “merhaba” diyen ülkemizde de bu yönde bir değişim, gelişim ve dönüşüm yaşanıyor. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın 2053 karbon nötr hedefi bu manada bir mihenk taşı olmuş durumda. Bu hedef, kademeli olarak yatırımdan üretime, ihracattan istihdama kadar geniş bir alanda kapsamlı değişikliklere ve yapısal dönüşümlere gideceğimiz manasını taşıyor.
Ülkemiz, gelişmiş ülkelerin refah seviyesinin yükselmesini sağlayan sanayi ve bilgi teknolojileri devrimlerinde geride kalmış, buna mukabil iklim değişikliği ile mücadelede öne çıkan net sıfır hedefine ulaşmada etkin olan yeşil dönüşümde büyük bir potansiyele sahip. Dolayısı ile yeşil kalkınma ile ülkemiz bir yandan refah seviyesini yükseltirken, aynı zamanda çevre, doğa ve iklim ile uyumlu adımları hayata geçirebilecek.
Ülkemizde halihazırda geliştirilen birçok yasal düzenleme ile hayat bulan çok sayıdaki politikanın, yeşil dönüşüm endeksli olduğunu ifade edebiliriz. Bu noktada; dünyaya örnek israfı önleyici projemiz olan sıfır atık hareketi, hava ve iklim dostu bisikletli ulaşım faaliyetleri, elektrikli yerli aracımız TOGG, ulaşımda düşük emisyon bölgeleri, yerli ve yenilenebilir enerjiye geçiş, sanayide temiz üretim faaliyetleri, yeşil OSB, hizmet ve ürünlerde çevre etiketi uygulamaları, yağmur suyu hasadı, çatı üstü güneş panel uygulamaları, bölgesel ısıtma sistemlerinin yaygınlaşması, mavi bayrak uygulaması, enerji verimliliği, binalarda enerji kimlik belgesi, yeşil bina sertifika uygulaması gibi pek çok uygulama bu dönüşümün birer parçası.
Tüm bu politika ve eylemler, bir yandan kaynakları korurken bir yandan da atık oluşumu, hava kirliliği ve iklim değişikliğine yol açan emisyon önleyici politikalar olarak karşımıza çıkmakla birlikte, aynı zamanda yeni iş imkanları da doğuruyor. Bu itibarla, günümüzde artık çevresel yatırımların, kalkınmanın önünde bir set olmanın ötesinde, kalkınmaya destek bir unsur olduğu değerlendiriliyor.
Dönüşümden İstihdama
Yeşil dönüşüm; sağlıklı doğa ve temiz hava ile bir yandan yaşam kalitesini yükseltirken diğer taraftan yeni iş imkanlarına da kapı aralayacaktır. Ulaşımda elektrifikasyona geçiş için şarj istasyonlarının yaygınlaşması ve daha uzun ömürlü pil teknolojilerinin geliştirilmesi, enerjinin depolanması, atmosferde biriken sera gazlarının uzaklaştırılmasına yönelik karbon yakalama, depolama ve kullanma sistemlerinin geliştirilmesi, emisyon ticaret sistemi, depozito-iade sistemlerinin geliştirilmesi, bisiklet ve elektrikli scooter gibi mikromobilite araç kullanımının yaygınlaşması, çevre dostu ürün pazarlarının büyümesi, sanayide yeşil üretim faaliyetlerinin çoğalması, döngüsel ekonomi uygulamaları, enerji verimliliği gibi sayısız iş kolunda yeni istihdam potansiyeli insanımızın refahına da büyük katkı sunacaktır.
2018’de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yayımlanan bir rapora göre yeşil kalkınmanın 2030’a kadar en az 24 milyonluk ilave istihdam imkanı doğuracağını öngörmesi, bu noktada önemli bir tespit olarak karşımızda durmaktadır.
Benzer bir durum kaynakları daha etkin kullanmayı amaçlayan döngüsel ekonomi yaklaşımı için de geçerli. Yine ILO’nun 2019’da yaptığı bir araştırma döngüsel ekonomiye geçiş halinde 2030’a kadar küresel ölçekte 7 ila 8 milyon dolayında net istihdam artışı ile birlikte ekonomik manada da 4,5 trilyon dolar değerinde ekonomik bir büyüme potansiyelinin olduğu değerlendirilmektedir.
Aynı şekilde, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), dünya genelinde sektördeki istihdamın 2020 sonu itibarı ile 12 milyona ulaştığını duyurmuş, 2050’de ise enerji sektöründeki 122 milyonluk istihdamın 43 milyonunun yenilenebilir enerji sektöründe olacağına yönelik tahminlerini paylaşmıştır. Ülkemizde de yenilenebilir enerji sektöründeki istihdam 110 bini aşmış durumda.
BM Kalkınma Programı (UNDP) ve ILO ortaklığında hazırlanan Türkiye Raporuna göre de 2030’a kadar fosil yakıtlardan ziyade yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelimin gayri safi milli hasılayı 8 milyar Amerikan doları artıracağı öngörülürken, aynı zamanda yıllık bazda ilave 300 bin yeni istihdam imkanı oluşturacağına da ayrıca dikkat çekilmektedir.
Türkiye Yüzyılı’nda Yeşil Çevre
Şimdi geleceğe ümitle bakma zamanı. Türkiye Yüzyılı’nda altyapısı bugünden hazırlanan döngüsel ekonomi uygulamaları ile birlikte düzenli depolamanın tarihe karışacağı, atıkların değer zincirinin doğal bir parçası haline geleceği; atık suların tamamının arıtılacağı, arıtılan atık suların ise alternatif alanlarda yeniden kullanımı ile doğal su kaynaklarının korunacağı; sanayide, ısınmada ve ulaşımdaki yeşil dönüşümler ile birlikte hava kalitesinin yükseleceği bir dönem var.
Ülke olarak yeşil dönüşümü içselleştirerek, fırsatı kaçırmamamız gerekiyor. Türkiye; Paris İklim Anlaşması’na taraf olan, önünde 2053 karbon nötr hedefi ve yeşil kalkınma vizyonuyla geleceğe ümitle bakan, yeşil kalkınma devrimi sürecinde aktif yer alan bir ülke. Unutulmamalıdır ki bu noktaya zorlu aşamalardan ve dar boğazlardan geçilerek gelindi.
Bu düşünce ile 2053 hedefimizi ve yeşil kalkınma politikamızı hayata geçirmemiz ve bu konuda siyaset üstü bir yaklaşımla topyekün bir çaba göstermemiz hayati bir önemi haiz. Biliyoruz ki ülkemizde bunu yapacak isteklilik ve kapasite her daim mevcut.