Kriter > Söyleşi |

Prof. Dr. Ertan Aydın “Türkiye Yüzyılı Değeri ve Doğruyu Esas Alan Bir Vizyon”


AK Parti’nin seçim kampanyasının başında bulunan Prof. Dr. Ertan Aydın ile mimarları arasında olduğu Türkiye Yüzyılı vizyonunu ve AK Parti’nin seçime yönelik iletişim ve siyaset stratejisini konuştuk.

Prof Dr Ertan Aydın Türkiye Yüzyılı Değeri ve Doğruyu Esas

2023 seçimlerine altı aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Bir tarafta ülkesinin bir sonraki asrının inşa planlarını yapan ve bunu "Türkiye Yüzyılı" vizyonu olarak ilan eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğer yanda ise masadaki tartışmalar ile gündemde yer alan ve değil vizyonunu, halen adayını dahi açıklayamayan bir muhalefet cephesi. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde bir süre siyasi işlerden sorumlu başdanışmanlığını da yapan, şimdi ise AK Parti’nin seçim kampanyasının başında bulunan Prof. Dr. Ertan Aydın ile mimarları arasında olduğu Türkiye Yüzyılı vizyonunu ve AK Parti’nin seçime yönelik iletişim ve siyaset stratejisini konuştuk.

 

SÖYLEŞİ: FERHAT PİRİNÇÇİ

 

AK Parti kuruluşundan itibaren iletişim ve organizasyon becerileriyle kendinden söz ettiren bir parti oldu. Belki de dünya siyasetinde seçim başarıları ile en fazla öne çıkan parti. Bu yirmi yıllık seçim başarısı nasıl bir çalışmanın sonucu olarak karşımıza çıktı?

Bir siyasal partinin başarısı için gerekli olan şartlara/unsurlara baktığımızda şunlar ön plana çıkmaktadır; toplumun ekseriyetinin üzerinde ortaklaştığı sosyoekonomik talepler ki buna genelde taban diyoruz, bu taleplere uygun siyasal söylem ve program ile bahse konu talepleri karşılayacak şekilde güven ve itimat telkin eden bir kadro ve liderlik. Dolayısıyla bir siyasal partinin başarısı, sadece bir imaj ve anlatı kurma politikası yani üst düzey iletişim becerisi olmanın çok ötesinde yapısal gerek ve gerçeklere dayanır. Halkla ilişkiler anlamında çok iyi bir reklam, tanıtım ve cazip siyasi sloganlar kurma mekanizmasıyla bir müddet başarı elde edilebilse de bu asla kalıcı olamaz.

AK Parti’nin modern siyasal tarihte benzeri hemen hemen hiç görülmemiş uzun süreli/kesintisiz bir siyasal başarısı söz konusu. Türkiye gibi asırlık sorunları olan, genç, dinamik bir nüfusa sahip ve dünya ile entegre olan bir toplumda bu kadar uzun süreli kesintisiz siyasal başarı, herhalde salt bir iletişim ve organizasyon başarısına indirgenemez. Elbette iletişimin ve organizasyon becerilerinin çok etkisi var ama önemli olan toplumun taleplerine/ihtiyaçlarına cevap verebilmek, toplumsal değişim ve dönüşüm dinamiğinin gerisine düşmemek, toplumu sorun ve talepleri karşılayabilme kapasitesine sahip olunduğuna ikna edebilmektir. Başka bir ifadeyle, bir siyasi parti için en büyük başarı kriteri, ikna edici ve realist bir gelecek vizyonu sunabilmek, hem gerçekçi hem de ütopya sahibi olabilmektir. Bütün bunlar tabii ki ciddi bir iletişim ve organizasyonu gerektirir. Yani siyasal ilke ve hakikatleri doğru bir şekilde tespit etmek ve bunu hakkaniyet içinde doğru aktörlerle topluma ifade ederek onları ikna etmek söz konusudur. Yaklaşık 20 yıllık tarihinde AK Parti’nin, “hamaset ve sloganın değil, gerçek hikayenin peşinde” olmak şeklinde özetleyebileceğimiz bir iletişim stratejisi güttüğü söylenebilir. Kanımca, uzun süreli kesintisiz başarısının sırrı da burada yatmaktadır. Kısacası toplumun nabzını iyi tutmak olarak ifade edilen toplumsal talep, değişim ve dönüşüm dinamiklerine dayanabilme becerisi.

 

İLETİŞİM DEVRİMİ SİYASETİ ETKİLEDİ

 

Salgın hastalık sonrası gıda, enerji gibi alanlarda krizler yaşandı. Dünya bu krizlerle büyük bir dönüşümü de yaşadı aslında. İletişim çağının kendine daha fazla alan bulduğu, artık her işin online yapıldığı bir düzen oluşmaya başladı. Bu süreçleri göz önünde bulundurursak siyasal iletişim nasıl bir değişim ve dönüşüme uğradı?

Hepimizin bildik/tanıdık olduğu dünya aslında 1980’den itibaren hızlı bir şekilde dönüşüyor. Küreselleşme dinamiğinin iletişim-ulaşım teknolojileri sayesinde hızlandığı, zaman-mekan kısıtlamalarının hızla aşındığı ve neredeyse her şeyin dijitalleştiği bir iletişim devrimi yaşıyoruz. Bu değişim ve dönüşüm, tarım ve sanayi devriminden sonra insanlığın şahitlik ettiği en büyük üçüncü değişim sürecini oluşturmaktadır. Dolayısıyla klasik ya da geleneksel siyaset taktik ve pratiklerinden tutun da bildik anlamdaki iktisadi ve ticari organizasyonlara değin her şey hızla değişmekte ve eskisi çok hızlı bir süreçte demode olmaktadır. Örneğin eskiden konvansiyonel medya olarak bildiğimiz ulusal TV ve gazetelerin siyasal sistem üzerindeki etkisi, günümüzde artık çok daha kısıtlı hale gelirken, “sosyal ve dijital medya” denilen yeni bir kamuoyu kurucu güç ile tanıştık. Aynı şekilde geleneksel olarak siyasal partilerin toplumla temas ve iletişimi için kılcal damarlar olarak görülen parti teşkilatlarının fonksiyon ve rollerinde ciddi bir değişim yaşanmaktadır. İletişim devrimi, aslında siyasetin daha da demokratikleşmesi, temsili demokrasinin en önemli kısıtlamalarından biri olan halkın doğrudan söz söyleme ve karar alma sorununu önemli ölçüde aşmaya yardımcı olacak özelliklere sahiptir. Geç modern çağda ortaya çıkan kamuoyu özellikle sosyal medya üzerinden artık çok daha güçlü ve dikkate alınması gereken bir faktör haline gelmiştir. Bu da ister istemez siyasal partilerin pratikleri ve tekniklerini değişime zorlamaktadır.

 

KAMUOYU CANLI VE DİNAMİK OLAN BİR ÜLKEYİZ

 

Bu noktada Türkiye’yi bazı devletlerle karşılaştırırsak ülkemizdeki siyasal iletişimin diğer ülkelerden avantajlı ve dezavantajlı yönleri nelerdir?

Türkiye sanayi devrimini kaçırmış bir ülke olmakla birlikte iletişim devrimini ıskalamış sayılmaz. Özellikle ulaşım ve iletişim teknolojisini yakından takip eden ve iletişime ciddi manada yatırım yapan bir ülke olarak, bu alanda altyapımızın iyi olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanında bir asrı aşkın bir Cumhuriyet, neredeyse bir asra yaklaşan çok partili bir siyasal hayat söz konusu. Eskiden beri kamuoyunun canlı ve dinamik olduğu bir ülkeyiz. Bütün bu gerçeklerin üzerine eğitim seviyesi giderek yükselen, orta gelir düzeyinin üstüne çıkmaya çalışan, dünya ile entegre ve dinamik bir nüfus yapımızı da göz önünde bulundurunca siyasal iletişimin önemi ve etkisi kendisini daha net ortaya koymaktadır.

Türkiye’de siyasetin kamusallaşması/halkın hikmetinin hükümete dahil edilmesi Birinci Meşrutiyete kadar uzanır. Biz en yakın komşularımız olan Rusya ve İran’dan neredeyse yarım asır önce anayasa ile tanışmış bir toplumuz. Bunun yanında 1950’den beri devam eden birçok partili yaşam söz konusu. Ara rejim dönemlerini -ki çok kısa sürmüştür- saymazsak, neredeyse bir asra yakın süredir, ülkeyi ancak ve ancak halka dayananlar yönetebilmektedir. Bu gelenek siyasal iletişimde ciddi bir birikim sağlamaktadır. Dezavantajlarımıza gelince; bence halen en büyük sorun, siyasal iletişimi bir ürün tutundurma/pazarlama çabası olarak görmek söz konusudur. Sanki toplumu pasif bir müşteri kitlesi, siyaset kurumunu ve siyasetçiyi de aktif pazarlama yapan bir satış mümessili gibi algılayıp, kim daha iyi reklam ve tanıtım yaparsa tutundurma başarısı gösterecek şeklinde bir algı vardır. Halbuki ne toplum pasif bir süje ne de siyasal mekanizma salt anlamda siyasetçiden seçmene bir beğendirme/tutundurma ilişkisidir.

Prof. Dr. Ertan Aydın ve Prof. Dr. Ferhat Pirinççi

Ertan Aydın "Yaklaşık 20 yıllık tarihinde AK Parti’nin, “hamaset ve sloganın değil, gerçek hikayenin peşinde” olmak şeklinde özetleyebileceğimiz bir iletişim stratejisi güttüğü söylenebilir. Kanımca, uzun süreli kesintisiz başarısının sırrı da burada yatmaktadır."

 

SİYASETE İLGİ SİYASET DIŞI MEKANİZMALARI ÖNLER

 

Türk halkının seçimlere yaklaşımıyla diğer ülkelerdeki seçim anlayışı arasında farklar olduğunu görüyoruz. Seçimler Türk halkının çok daha fazla gündeminde yer alıyor ve süreçte çok daha fazla etkileniyor. 2023 seçimleri de yaklaşırken ülkedeki seçim atmosferi için beklentilerini nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye dinamik bir toplum olduğu gibi sürekli değişen ve dönüşen bir toplum yapısına sahip. Ayrıca uzun bir süreden beri siyaset, toplumun ilgi alanı içerisinde olduğu için bizde siyasallaşma düzeyi yüksek. Diğer gelişmiş ülkelere baktığımızda toplumların statikleşmesi ve yaşlanması, bir anlamda yeniden üretim enerjilerini tüketmesi nedeniyle depolitizasyon süreci yaşanmaktadır. Seçimlerin ve temelde politikanın halkın gündeminde düşük yer alması, aslında demokrasi için çok tehlikeli bir süreçtir. Bir toplumda sandığa/siyasete/seçim mekanizmasına ilgi ve alaka düşüyorsa orada her zaman siyaset dışı mekanizmaların ve patolojilerin baş göstermesi kaçınılmazdır. Bu anlamda Türk toplumu umut/gelecek vaat eden bir profile sahiptir. Diğer toplumlardan farklı olarak bizim toplumun meydanları değil sandıkları doldurma yönündeki eğilimi hem kamu düzeni için çok önemli hem de demokratikleşme açısından değerli bir tutumdur. 2023’e giderken görebildiğimiz kadarıyla toplum, 1950’den beri neyi niçin oyluyorsa yine aynı şekilde davranacaktır. Seçim atmosferinde daha iyi bir gelecek vaat eden ve hem söylemiyle hem kadrosuyla toplumu buna inandıranlar öne çıkacaktır. Diğer seçimlerden farklı olarak bu seçimde iletişim ve özellikle sosyal medyanın çok etkili olacağını tahmin ediyorum. Bu da milletimizin aslında yeniliklere ve yeni teknolojilere hızla adaptasyon kabiliyetini göstermektedir.

Seçmen davranışının, çok partili hayata geçildiğinden beri daha ziyade kimlik temelli ve partizan tercihlere dayalı seyrettiği ülkemizde, bilhassa son on yıldır rasyonel tercih modeline doğru evrildiğine şahit olmaktayız. İdeolojik eğilim ve yatkınlıkların giderek etkisini azalttığı, bireysel yaşam kalitesi vurgusunun öne çıktığı oy verme motivasyonu, tüm siyasi partiler için hem fırsat hem de tehdit olarak algılanabilir. Mutat, alışageldik siyaset yapma biçimlerinin yerini daha rasyonel yöntemlere terk etmek zorunda olduğu siyasal iletişim, günümüz bireysel tercihlerin ve eğilimlerin iyi etüt edilmesini, konvansiyonel yöntemlerden ziyade dinamik ve çağdaş usullerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Bu bağlamda, bu seçim atmosferinin ideolojik ön kabullere dayalı meta anlatılardan çok mikro siyasetin hüküm sürdüğü bir havada geçeceği iddia edilebilir.

 

HEDEF 20. YÜZYILDA EKSİK KALANLARI TAMAMLAMAK

 

AK Parti bugüne kadar seçim beyannameleriyle, miting ve seçim şarkılarıyla akılda kalıcı ve etkili çalışmalarla seçmeninin karşısına çıkmıştı. 2023 seçimleri için nasıl bir vizyon çizildi, planlama hangi başlıklar üzerine kurgulandı?

Kesintisiz 20 yıllık iktidar, Türkiye gibi yapısal ve çevresel birçok sorunu olan dinamik bir toplumda aslında çok ciddi bir sorundur. Fakat AK Parti özelinde olaya baktığımızda, bu 20 yıllık iktidarın, özellikle halkın günlük/pratik hayatına değen değişimler ve iyileştirmeler nedeniyle ciddi bir avantaja dönüştüğünü söyleyebiliriz. Yani arkasında 20 yıllık denenmiş/test edilmiş ve kabul edilmiş bir başarı hikayesi ile seçime gidilmektedir. Bunun yanında geçmişe takılıp kalmadan yeni bir vizyon ve yeni ufukları işaret etmektedir. “Kökü mazide olan ati” gerçeğini burada göstermek istiyor. Geçmiş başarıları yanında eksiklikler ve yanlışlıklar varsa bununla açık bir şekilde yüzleşebilme ve topluma bunu anlatma yürekliliği gösteriyor. 2023 seçimlerinde asıl vurgu Türkiye Yüzyılı’na yapılmaktadır. Zira AK Parti 20 yıllık tüm çalışmalarını, 20. yüzyılda eksik kalmış olanları tamamlamak olarak görüp, asıl yapmak istediği değişim ve dönüşümün 21. yüzyılı kaçırmamaya dönük olduğunu ifade etmektedir.

Prof. Dr. Ertan Aydın
Aydın "Türk toplumunun, diğer toplumlardan farklı olarak, meydanları değil sandıkları doldurma yönündeki eğilimi, hem kamu düzeni için çok önemli hem de demokratikleşme açısında değerli bir tutumdur. 2023’e giderken görebildiğimiz kadarıyla toplum 1950’den beri neyi niçin oyluyorsa yine aynı şekilde davranacaktır."

 

TÜRKİYE YÜZYILI DOĞRU ROTAYA YÖNLENDİRME VİZYONUDUR

 

Türkiye Yüzyılı vizyonu açıklandığında geniş başlıklara sahip olduğunu gördük. Türkiye Yüzyılı bireyler için, toplum için, ülke için ne demek? Anayasa, eğitim, savunma sanayii, iletişim, ticaret, gençlik, dijitalleşme gibi çok geniş kapsamlı bir çalışma var karşımızda. Bu vizyon Türkiye’ye içeride ve dışarıda ne vaat ediyor?

En genel anlamda Türkiye Yüzyılı vizyonu değeri ve doğruyu esas alan bir vizyon. Yani siyasetten ekonomiye, hukuktan eğitime kadar hayatın tüm alanlarında değer üretmeyi ve doğru olanı yapmayı esas alan bir yaklaşıma dayanmakta. Herkesin ve her kesimin doğrusunun herkes ve her kesim tarafından sahiplenme ve takdir edilme erdemine işaret etmekte. Şöyle ki, konvansiyonel siyaset yapma tarzımız, ideolojik ve sosyolojik ön yargıların hüküm sürdüğü bir bakış açısını dayatıyordu. Kimse kendi mahallesinin penceresinden diğer mahallenin dünyasına bakmak ve orda gördüğü doğruları kabullenmek dahi istemiyordu. İnsanlar kulak kesildiği dünyanın etkisiyle öbür dünyalara sağır haldeydi. Aidiyet ülkenin ortak kaderine değil dar kimlik ve klik taassuplarına adanıyordu. Her kimlik kendine bir anlam evreni meydana getirmiş, onun üzerinden başka anlam evrenlerini yok etme derdindeydi, diyebiliriz.

Bu dar kimlik ve ideoloji taassupları sebebiyle, Türk halkı herhangi bir ortak hedefe kenetlenemiyordu. Mutlaka hizipler, klikler ve tarafgirlikler devreye giriyor, her kesim meselelere kendi merceğinden bakıyordu. Bir kesimin doğrusu, diğerleri için yanlış olarak değerlendiriliyor, bir türlü ortak doğru yakalanamıyordu. Ülkece doğruya doğru, yanlışa yanlış denilemediği için, memleketin enerjisi doğru bir rotaya bir türlü oturmuyordu. İşte Türkiye Yüzyılı vizyonu, siyaseti bu hastalıklı kulvardan çıkarıp doğru rotaya yönlendirmenin şiarı olabilsin, diye geliştirildi. Cumhurbaşkanımız Türkiye Yüzyılı lansman programında, “Gelin kendi yankı odalarımızdan çıkıp hep beraber birbirimizin doğrularını sahiplenme olgunluk ve erdemi gösterelim” çağrısında bulunarak, bu hususlara vurgu yaptı aslında.

Dahası bu vizyon, mutlu birey/müreffeh toplum ve güçlü devlet olarak formüle edilen ve biri diğerini tamamlayan üçlü bir mekanizmaya dayanmaktadır. Birey mutlu olacak ki toplum müreffeh olsun, toplum müreffeh olacak ki devlet güçlü olsun. Veya devletin güçlü olması toplumun müreffeh olmasına toplumun müreffeh olması da bireyin mutlu olmasına bağlıdır. Siyasette genel alışkanlık şudur: Ağırlıklı vurgu ya bireye (libertariyan görüş) ya topluma (sosyalist görüş) ya da devlete (faşist ve totaliter görüş) yapılır. Bu üç yaklaşımın da eksik olduğunu ortaya koyup, aslında bunların birbirine rakip değil birbirini tamamlayan faktörler olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Burada bilindik manada özgürlük-güvenlik, devlet-demokrasi, halk-bürokrasi vb. dikotomilerin aslında eksik ve yanlış olduğunu, olaya daha üst bir açıdan bakılması gerektiğine dair yeni ve farklı bir perspektif sunulmaktadır. Bu entelektüel anlamda belki de Türkiye’de bir ilktir. Dolayısıyla bütün alanlarda perspektif bu şekilde belirlendiği için içeriden ve dışarıdan Türkiye’yi insanlığın son adası olarak yeniden inşa imkanı ortaya çıkıyor, diyebiliriz. Eğer bu yaklaşıma bağlı kalıp bunun gereklerini yapabilirsek, 21. yüzyıl Türkiye Yüzyılı olabilir diyoruz.

 

KRİZ YÖNETİMİ BU YÜZYILIN TEMEL TAŞI

 

Covid-19 ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri hala devam ediyor. Krizlerle mücadele ederken son günlerde ülke olarak canımızı yakan olaylara şahit olduk, ne yazık ki şehitlerimiz oldu. Türkiye bu alçak saldırılara cevap vermeye devam ediyor. Tüm bu yaşananları düşünürsek, Cumhurbaşkanımızın bu süreci yönetmesini ve iletişim stratejisini nasıl değerlendirirsiniz?

Cumhurbaşkanımızın en güçlü tarafının, çok iyi bir kriz yöneticisi olmasıdır, diye düşünüyorum. Türkiye gibi geçiş sürecinde olan ve çevresinde tabiri caizse ateş çemberi olan ülkelerde en fazla ihtiyaç duyulan şey, aslında karizmatik kriz yöneticileridir. Yaşadığımız dönem ve bulunduğumuz çevre itibarıyla bakacak olursak son üç asrın en ciddi değişim ve dönüşümlerine şahitlik etmekteyiz. Bu süreçte en fazla ihtiyaç duyulan şey tecrübe, birikim, hızlı karar alabilme yeteneği ve risk alabilme cesaretidir. Mevcut siyasal aktörler içerisinde sadece Türkiye içinde değil Avrupa hatta dünyadaki diğer siyasal liderlere de baktığımızda Sayın Cumhurbaşkanı ile bu alanda rekabet edecek kimse bulunmamaktadır. Şu anda Cumhurbaşkanımız dünyanın en kıdemli/tecrübeli siyasal liderleri arasında ilk sıralarda gelmektedir. Böylesine sorunlu ve riskli bir süreçte herhalde Türkiye’nin en büyük avantajı da böyle deneyimli bir lidere ve kadroya sahip oluşudur.

 

YILLARDIR DEĞİŞMEYEN BATI BASINI ZİHNİYETİ

 

Taksim’deki patlama sonrası yabancı basına yansıyan haberlere, Türkiye için oluşturulmaya çalışılan algıya şahit olduk. Yabancı basının Türkiye karşıtı bu tutumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Yabancı basın dediğimiz Batı basını için “Şark sorunu” ve oryantalist önyargılar halen bitmiş değildir. Yani 19. yüzyılda Balkanlardaki komitacıların yaptığı katliamlara ve cinayetlere Batı basını nasıl toleranslı davranmış hatta o katliamları yapanları nasıl özgürlük savaşçıları olarak görmüşse bugün de değişen pek bir şey yoktur. Sorun, Batı’nın Türkiye’ye terör ve tedhiş aracılığıyla sürekli bir şeyler empoze etmeye çalışmasıdır. Fakat Türkiye kendi dinamikleriyle demokratikleşme ve modernleşme sürecine girdiği zaman Batı’nın buna destek olmaktan çok birtakım yöntemlerle köstek olmaya çalıştığını görüyoruz. Bu Tanzimat’tan beri değişmeyen bir döngü. Yani Batı AB sürecini Türkiye’nin demokratikleşmesi ve modernleşmesi süreci olarak desteklemek yerine bu süreci akamete uğratmak için elinden geleni yaptı. Şimdi ise terör ve tedhiş üzerinden Türkiye’ye tabiri caizse had bildirme/sınır çizme peşindedir. Yoksa insan hakları, özgürlükler, evrensel hukuk maalesef Batı için kendi dışındaki ülkelerde ve bilhassa da Müslüman ülkelerde hiçbir zaman asıl mesele olmadı. Eğer öyle olsaydı Türkiye’nin bu konudaki açılımlarına destek olurlardı diye düşünüyorum.

Prof. Dr. Ertan Aydın ve Prof. Dr. Ferhat Pirinççi

Aydın "Bir siyasi parti için en büyük başarı kriteri, ikna edici ve realist bir gelecek vizyonu sunabilmek hem gerçekçi hem de ütopya sahibi olabilmektir. Bütün bunlar tabi ki ciddi bir iletişim ve organizasyonu gerektirir. Yani siyasal ilke ve hakikatleri doğru bir şekilde tespit etmek ve bunu hakkaniyet içinde doğru aktörlerle topluma ifade ederek onları ikna etmek söz konusudur."

 

DIŞ POLİTİKADA DEVLET TECRÜBESİ GÖRÜLÜYOR

 

Yakın zamanda Türk Devletleri Teşkilatı zirvesi yapıldı, sonrasında G20 Zirvesi düzenlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirvelerde göstermiş olduğu tutum, ülke liderleriyle olan diyalogları basına sıkça yansımakta. Lider olarak Erdoğan’ı ve yirmi yıllık stratejisini nasıl okumak gerekir?

Dış politika uzunca bir süre teknik bir mesele ve elitler uğraşısı olarak görüldü. Dolayısıyla dış politikanın halkın istek ve arzularıyla uyumu hiç dikkate alınmazdı. İlk defa Cumhurbaşkanımızla birlikte dış politikanın demokratikleştiği yani sıradan vatandaşın günlük/pratik hayatına etkisi olan bir kamusal faaliyet olduğu gerçeği ortaya çıktı. Bunu çok önemsiyorum zira demokrasi teorisi gereği dış politikanın da halkın istek, arzu ve ihtiyaçları üzerine bina edilmesi gerekir. Artık 19. yüzyılın o klasik Bismarkçı anlayışının, dış politikayı hikmeti hükümetin bir gereği ve uğraş alanı olarak gören anlayışın çok ötesindeyiz. Bunun dışında Sayın Cumhurbaşkanının dış politikada en fazla öne çıkan özelliği, sorun çözmeye ve riskleri tek tek ele alarak bunları elimine etmeye dönük pratik bir yaklaşıma sahip olmasıdır, diyebilirim. Sahip olduğu 20 yıllık devlet tecrübesi ve insan ilişkilerindeki samimiyeti de kendisine ciddi anlamda avantajlar sağlamaktadır.

 

DEĞER KATAN DEĞERLİ OLSUN

 

2023 seçimlerine doğru giderken AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan nasıl bir yol haritasına sahip? Bu yol haritasının muhalefet partilerinin yol haritasından ne gibi farkları olacak?

AK Parti ve Cumhurbaşkanının yol haritası, Türk toplumunu Türkiye Yüzyılı vizyonuna ortak etmeye dönük katılımcı ve dinamik bir yol haritasıdır. Yani 20. yüzyılda çok sorunlar yaşadık ve çeşitli iç-dış, yapısal-konjonktürel nedenlerle 20. yüzyılı maalesef tam anlamıyla değerlendiremedik. Ama önümüze ciddi fırsat ve imkanlar çıkmaktadır. Değişen ve dönüşen dünyada sahip olduğumuz fırsat ve imkanları iyi değerlendirebilirsek, 21. yüzyılı Türkiye Yüzyılı yapabiliriz, diyorlar. Bunun için de toplumun önüne işlenmiş/yerleşmiş, kapalı ve statik bir model önermek yerine daha esnek ve dinamik bir program koyup “buyurun gelin her kim bir doğrusu ve değeri varsa buraya katkı versin” diyerek toplumu bizzat bu inşa sürecine ortak etmeye çalışmaktadır. Diğer muhalefet partileri klasik/geleneksel elitist yaklaşım çerçevesinde “toplum için en iyi ve doğrunun ne olduğunu biz biliyoruz ve buyurun gelin, bu doğruları onaylayın” derken, AK Parti “her kim ki bir değer üretiyorum ve kendimi bu anlamda değerlendirmek istiyorum diyorsa; doğruya doğru diyen bir yaklaşımla buyurun gelin bunu birlikte yapalım” diyor. Aradaki temel farkın bu olduğunu düşünüyorum.

Kısaca, AK Parti siyasetin kulvarını ideoloji, kimlik, din ve etnisite rotasından çıkarıp değer, emek, eser ve katkı üzerine oturtmaya çalışıyor. “Değer katan değerli olsun” felsefesiyle liyakat ve hakkaniyet esaslı bir siyasetin önünü açıyor. 20. yüzyılın kavgalarıyla bu yüzyılı tüketmeyelim, ortak akıl ve doğruların yüzyılı olacak bir yürüyüşe hep birlikte başlayalım çağrısında bulunuyor. Bu esasında çok kıymetli ve ezber bozan bir çağrı. Çünkü, Türkiye’nin bir asırdır enerjisini yiyip tüketen partizan tarafgirliğin terkedilmesini önererek yeni bir toplumsal mutabakata davet ediyor. Dahası, muhalefetin uzunca bir süre kimlikler ve sınıfsal farklılıklar üzerine inşa etmeye çalıştığı siyaseti AK Parti değerler ve doğrular üzerinden inşa etmeye çalışmaktadır. Bu da doğal olarak AK Parti’nin toplumu hem yatay hem dikey olarak kesen bir şekilde topluma dokunmasını daha kolaylaştırmaktadır. Zaten geniş tabanlı kitle partisi de ancak böyle mümkün olur. Muhalefete baktığımızda asıl vurgu yine devlete ve devletçiliğe yapılmakta, zira temel mesele olarak yönetim sistemi olan parlamenter sistem vaat edilmektedir. Siyasal açıdan bakacak olursak gerçekten vatandaş için parlamenter sistem veya Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi mi yoksa neyin nasıl yapılacağı mı daha önemli, ona bakmak lazım.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası