Antalya Diplomasi Forumu’nda Rusya ile Ukrayna dışişleri bakanlarını ilk kez bir araya getirmeyi başaran, daha sonra da müzakerelerin Türkiye’de devamını sağlayan Türk Hariciyesi’nin başındaki isim, bu ayki konuğumuz. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile özelde Antalya Diplomasi Forumu üzerinden başladığımız söyleşide, küresel sistemdeki kırılmaları, doğabilecek sonuçları, hariciyemizin buna nasıl hazırlandığını ve Türk dış politikasının bazı özel alanlarındaki son durumu konuştuk.
SÖYLEŞİ: BURHANETTİN DURAN
Bir dünya markası haline gelen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) geçtiğimiz ay çok sayıda devlet ve hükümet başkanı, bakan ve üst düzey yetkililerin katılımıyla başarılı bir şekilde gerçekleşti. Öncelikle bize ana teması “Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak” olan İkinci ADF’nin çıktılarından bahseder misiniz? Bakanlık olarak ADF 2022’de neyi hedeflemiştiniz, bu hedeflere ulaşıldı mı?
Şunu gururla söyleyebilirim ki, Antalya Diplomasi Forumu formatıyla, davetlileriyle ve içeriğiyle uluslararası ilişkiler alanındaki tartışmalara yön veren önemli platformlar arasındaki yerini aldı. Dediğiniz gibi, ADF bir dünya markası haline geldi. Türk diplomasisinin yetenek ve birikimlerinin bir kez daha iftiharla sergilendiği bir etkinlik oldu. Bizim de hedefimiz buydu.
İkinci ADF’nin başarısına ilişkin olarak bazı rakamları paylaşmak istiyorum. Foruma 17 devlet ve hükümet başkanı, 80 bakan, 39 uluslararası teşkilat üst düzey yetkilisi iştirak etti. 75 ülkeden 3 binden fazla katılımcı vardı. Dünyadaki ülkelerin yüzde 40’ı Antalya’da üst düzeylerde temsil edildi. Çok sayıda akademisyen, düşünce kuruluşu temsilcisi, iş dünyası lideri ve diplomat misafir ettik. Gençlerimiz de ADF’nin asli bir paydaşı oldu. Ülkemizin her köşesindeki 97 üniversiteden 400 öğrencimiz bu yılki Foruma katılarak tartışmalara değerli katkı sağladı. Bunların yarısından çoğu kız öğrencilerimizdi. Antalya’da gençlerimiz üst düzey yetkililer ve düşünce insanlarıyla serbest bir ortamda iletişime geçebiliyor. Bu da ADF’yi diğer benzer uluslararası toplantılardan farklı kılan başka bir özellik. Gençlerimizin sosyal medya üzerinden de ADF’yi yakından takip etmesi bizi çok memnun etti. Medyanın da ADF’ye yoğun bir ilgi gösterdiğini görüyoruz. Bu yıl ADF’ye 27 ülkeden yaklaşık 600 basın mensubu katıldı ve izledi. Çok farklı ülkelerin basınında ADF hakkında haberler yer aldı.
ADF, ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ TARTIŞMALARA YÖN VERİYOR
Bu yılki temamız “Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak” idi. Hedefimiz diplomasinin içinden geçtiği dönüşümü çok boyutlu bir şekilde ele almaktı. Bu amaçla üç gün boyunca 3 liderler oturumu, 27 panel, 4 söyleşi, 3 yuvarlak masa toplantısı, 3 yan etkinlik düzenledik. Panellerin tümünde serbest bir ortamda samimi bir görüş alışverişinde bulunuldu. Farklı bakış açıları dile getirildi, yeni fikirler dinlendi. Bu açıdan Forumun, uluslararası ilişkiler alanındaki tartışmalara önemli bir katkı sağladığını, hatta yön verdiğini söyleyebilirim.
ADF için bir diğer vizyonumuz da bir diyalog zemini sunmak ve katılımcıların iletişim ağları kurmasını kolaylaştırmak: Paneller ve toplantılar marjında da birçok temas yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız 11, ben de 67 görüşme gerçekleştirdik. Konuk ülke yetkilileri arasında 212 ikili görüşme oldu. ADF bu açıdan adeta küçük bir BM Genel Kurulu toplantısı gibiydi. Çok farklı aktörler, ADF şemsiyesi altında bir araya geldi. Örneğin Afganistan Geçici Hükümeti Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki ile ABD heyeti arasında bir görüşme oldu.
Özetle, ADF’ye her kesimden artan bu ilgi, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yürüttüğümüz “Girişimci ve İnsani Dış Politikamızın” bir yansımasıdır.
ADF, GİRİŞİMCİ VE YAPICI PROAKTİF DIŞ POLİTİKAMIZIN BİR PARÇASI
Türkiye’nin son yıllarda yürüttüğü girişimci, insani ve yapıcı nitelikteki proaktif dış politikası karşısında gerek ADF bağlamında gerekse diğer ikili görüşmelerinizde muhataplarınızdan nasıl tepkiler aldınız?
2021’deki ilk ADF toplantısını, Covid-19 salgınına rağmen başarıyla düzenlemiştik. Toplantımız, pandemi şartlarında yüz yüze gerçekleşen en büyük etkinlik olma özelliğini taşımıştı. Bu etkinlik sonrasında neredeyse tüm muhataplarımızdan son derece olumlu ve teşvik edici sözler işitmiştik. Bu yılki ADF hakkında Türk veya yabancı olsun değişik kesimlerden aldığımız tepkiler fevkalade olumlu ve Türk hariciyesi adına gurur verici. Görüştüğümüz her muhatabımız, Antalya’nın ve ADF’nin bir diplomasi platformu olarak gelenekselleşmesinden duydukları memnuniyeti aktardılar. Ayrıca, birçok muhatabım da ADF vesilesiyle, daha önce hiç karşılaşmadığı, tanışmadığı birçok katılımcıyla bir araya geldiğini iletti. Bu ifadeleri duymak bile, ADF’nin misafirlerimiz üzerinde çarpıcı bir etki bıraktığının göstergesi.
ADF yenilikçi girişimlerimizden bir tanesi. Sizin de sorunuzda değindiğiniz girişimci, insani ve yapıcı nitelikteki proaktif dış politikamızın bir parçası. Bugün dünyada bir Türkiye profili var. Türkiye küresel bir aktör haline geldi. Türkiye’nin gücünü ve uluslararası alanda oynadığı rolü herkes kabul ediyor. Türkiye’nin aktif, ilkeli ve adil tutumu herkes tarafından takdir ediliyor. Antalya’da ADF marjında, Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanlarını, daha sonra da İstanbul’da müzakere heyetlerini bir araya getirebildiysek, bunu bize duyulan güven sayesinde yapabildik. Türkiye dünya için bir umut, Türkiye’den beklentiler büyük. Bunu farklı coğrafyalardaki mevkidaşlarımla yaptığım her temasta görüyorum.
RUSYA DA UKRAYNA DA BİZE GÜVEN DUYUYOR
Az önce bahsettiğiniz gibi, Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları krizin başından beri görüşmemişken sizin ev sahipliğinizde ve katılımınızla ADF marjında bir araya gelebildiler. Bu durum şüphesiz Türk diplomasisinin büyük bir başarısı. Ayrıca siz ülkemizin krizi sonlandırmaya yönelik çabaları bağlamında 16 Mart’ta Moskova’ya; 17 Mart’ta da Lviv’e gittiniz. Türkiye’nin Ukrayna krizinin başından beri izlediği politikayı ve bu politikanın taraflar nezdinde nasıl karşılandığını bize aktarır mısınız? Türkiye’nin bu konudaki girişimlerinin diğer aktörlerin girişimlerinden farkı nedir?
Krizin başlangıcından bu yana politikamız, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ilkesi ile silahların susması ve savaşın tetiklediği insani drama son verilmesi hedefleri temelinde şekillendi. Tabiatıyla ilk önceliğimiz, kriz bölgelerindeki vatandaşlarımızın güvenli ve ivedi şekilde tahliyeleri oldu. Aynı zamanda, kalıcı bir ateşkes için taraflar nezdinde kolaylaştırıcılık faaliyetlerine yoğunlaştık. Buradaki amaç, çatışmaların ortasında kalan sivillerin bir an önce emniyete kavuşturulmalarının sağlanması ve insani yardımların ulaştırılmasının önünün açılması. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve benim temaslarım sonucunda ADF marjında ülkemizin de katılımıyla Rusya ve Ukrayna arasında siyasi düzeyde ilk temasın gerçekleştirilmesini sağladık. Antalya’daki görüşmelerde oluşan ivmenin kaybolmaması için vakit yitirmeden Rus ve Ukraynalı mevkidaşlarımı ziyaret ederek, tarafların müzakere pozisyonlarını yakınlaştırmaları imkanını yokladım. Sayın Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde yürüttüğümüz diplomasi trafiği neticesinde taraflar arasında kimi konularda bir yakınlaşmanın şekillendiğinin işaretlerini aldık. İlkesel bir tutum izliyoruz. İki ülke de bize güven duyuyor. Biz, savaşın neden olduğu insani felaketin bir an önce durdurulmasına katkı sağlayacak her türlü girişimi olumlu karşılıyoruz. Öte yandan, her iki ülkeyle savaş öncesi yakın iş birliğimiz, ayrıca samimi ve açık konuşabilme kabiliyetimiz, bu süreçte ülkemize kendine özgü bir konum kazandırdı. Tüm dünya Türkiye’nin attığı adımları ve gayretlerini yakından izliyor ve takdir ediyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZIN DEDİĞİ GİBİ; DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜN
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, uluslararası sistemde hala bazı boşluklar olduğunu ve BM sisteminin, uluslararası hukukun, AB ve NATO gibi uluslararası örgütlerin krizlerin çözümünde yeterli derecede başarılı olamadığını bir kez daha gösterdi. Ukrayna krizinden hareketle uluslararası sistemde bir dönüşüm olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer varsa uluslararası sistem nereye doğru gidiyor? Bu dönüşümde uluslararası örgütlerin fonksiyonu ne olacak?
İçinde bulunduğumuz uluslararası sistem iki dünya savaşının ardından kuruldu. Uzun bir Soğuk Savaş dönemi geçirildi. Bugün de, küresel anlamda yeni bir kırılma, değişim ve dönüşüm sürecinden geçiyoruz. Özellikle ekonomik ve teknolojik dönüşüm çok hızlı cereyan ediyor. Devamında bunun siyasi ve askeri etkilerini görüyoruz. Güç dengelerindeki değişimi dikkatle takip etmemiz gerekiyor. Tabii ki bu hızlı dönüşüm süreci, belirsizlikleri de artırıyor. Ancak bizim pusulamız sağlam. Biz insani ve girişimci dış politikamız marifetiyle yurtta ve dünyada barış ve adaletin tesisi için çalışıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın vurguladıkları gibi daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz.
Öte yandan, uluslararası teşkilatların ve küresel yönetişim mekanizmalarının mevcut sorunlara etkili çözümler üretemediği tespitine katılıyorum. Dolayısıyla uluslararası örgütlerde reform ihtiyacının elzem olduğunu savunuyoruz. Bugünün koşulları, mevcut sistemin kurgulandığı dönemden çok farklı. Uluslararası güvenlikten ekonomiye, küresel sağlığa ve dijital teknolojilere kadar birçok alanda yeni ve çok boyutlu sınamalarla karşı karşıyayız. Terör, düzensiz güç, iklim değişikliği ve son yıllarda ortaya çıkan pandemi bunlardan sadece birkaçı. Bu nedenle farklı çözüm yöntemlerinin üretilmesi gerekiyor. Dünyadaki tüm ülkelerin, küresel tehditlere yanıt verebilen kapsayıcı, adil ve etkin bir uluslararası sistem için gayret göstermesi gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın “dünya beşten büyüktür” mesajından hareketle her platformda bu argümanımızı kuvvetli bir şekilde seslendiriyoruz.
HEM GÜNEY KAFKASYA HEM DE ORTADOĞU’DA HIZLANAN BİR NORMALLEŞME DİNAMİĞİ İÇİNDEYİZ
Bir önceki soruyla ilişkili olarak uluslararası sistemdeki dönüşümden hareketle Türkiye’nin kendisini nasıl konumlandırdığını söyleyebiliriz? Yeni dönemde Türkiye için fırsatlar ve riskler söz konusu mudur? Türk hariciyesi olarak ortaya çıkacak meydan okumalara nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Biz sahada ve masada milli çıkarlarımızı savunmaya devam ediyoruz. Bunu diplomasi ve denge temelinde yapıyoruz. Girişimci ve insani dış politikamızla yalnızca ülkemizin çıkarlarına değil, dünya barışına da hizmet ediyoruz. Tabii her dönemin kendine has fırsatları ve riskleri var. Fırsatları değerlendirebileceğimiz yeni kulvarlarda ilerlerken, risklerin yönelttiği tehditleri de asgari düzeye indirmeye çalışıyoruz. Önceliklerimizden birisi, bölgemizde ve diğer coğrafyalarda çok taraflı ve ikili iş birliklerimizi ortak çıkarlar temelinde güçlendirmek. 27 ülkeyle tesis ettiğimiz Yüksek Düzeyli veya Stratejik İş Birliği Mekanizmaları bunun en önemli göstergesi. Diğer yandan üçlü ve dörtlü iş birliği mekanizmalarımızla bölgesel sorunların çözümünde diyaloğu önceliyor ve sorunların bölge ülkeleri tarafından çözüme kavuşturulmasını savunuyoruz. Bugün hem Güney Kafkasya’da hem de Ortadoğu’da hızlanan bir normalleşme dinamiği içindeyiz. Örneğin bu yılki ADF marjında Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan ile yapıcı bir görüşme gerçekleştirdik. Son olarak 21 Mart’ta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah Bin Zayed Al Nahyan’ın davetine icabetle Abu Dabi’de BAE Büyükelçiler ve Diplomatik Misyon Temsilcileri Forumuna onur konuğu olarak bir hitapta bulundum.
Tüm bu adımlarımızı sorunuz çerçevesinde görebilirsiniz. Zira, bölgesel ve küresel denklemi doğru okuyarak fırsatları artırıyor, riskleri azaltıyoruz. Biz, yakın coğrafyamızda tam normalleşmeyi sağlayacak her türlü çabaya destek veriyoruz.
ABD’NİN YAPTIRIMLAR VE PKK/YPG/PYD VE FETÖ’DE İZLEDİĞİ TUTUM MÜTTEFİKLİK RUHUYLA BAĞDAŞMIYOR
Türkiye-ABD ilişkilerini genel çerçevede değerlendirmek gerekirse ikili ilişkileri olumlu ve olumsuz etkileyen noktalar nelerdir? İkili ilişkilerde sorun oluşturan alanlara ilişkin ülkemizin yaklaşımı nasıldır? İkili ilişkilerin yapıcı bir formatta ilerleyebilmesi için Türkiye’nin ABD’den beklentileri nelerdir? Bu beklentilerin karşılanma ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
ABD’yle birçok bölgesel ve küresel meselede ortak noktalarımız mevcut. Ukrayna, Afganistan, Afrika, Suriye, Libya, enerji güvenliği, terörle mücadele ve Covid-19 sonrası küresel ekonomik toparlanmayı bu bağlamda zikredebilirim. Bilhassa bölgemizde son dönemde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle ilişkilerimizde yakalanan olumlu ivmeden memnuniyet duyuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız Başkan Biden ile 10 Mart’ta bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ben de Ocak’tan bu yana ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile 5 defa telefonda görüştüm.
Bununla birlikte, ABD’nin ulusal güvenliğimizi doğrudan ilgilendiren, PKK/YPG, FETÖ ve yaptırımlar gibi meselelerde izlediği tutum müttefiklik ruhuyla bağdaşmıyor. ABD’yle sorunlarımızı diplomasi ve diyalog yoluyla etkin bir şekilde yönetiyoruz. Aynı zamanda birçok bölgesel ve küresel konuda sahip olduğumuz müşterek çıkarları somut kazanımlara çevirmeye yönelik çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu bağlamda, Sayın Cumhurbaşkanımız ile ABD Başkanı Biden tarafından kurulması kararlaştırılan Stratejik Mekanizmaya değinmek istiyorum. Mekanizma gerek görüş ayrılıklarımızın gerek iş birliği olanaklarımızın kapsamlı ve yapısal bir şekilde ele alınmasına imkân sağlayacak. Mekanizmanın faaliyete geçmesine yönelik ilk adımın yakında atılması öngörülüyor.
AB BİZE KARŞI STRATEJİK VİZYONLA HAREKET ETMELİ
Son dönemde yaşanan gelişmeler, Türkiye ve AB ilişkilerinin gelişiminin iki tarafa nasıl faydalar sağlayabileceğini gösterdi. Türkiye-AB İlişkilerinde yakın gelecekte olumlu gelişmeler görecek miyiz? Türkiye’nin AB’den beklentileri nelerdir? AB’nin bu beklentileri karşılayabileceğini düşünüyor musunuz?
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı dahil bölgemizdeki son gelişmeler, Türkiye’nin AB için pek çok alanda ne denli önemli olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Bu alanların başında savunma ve güvenlik, tedarik zincirleri, enerji ve göç geliyor. İçinde bulunduğumuz jeopolitik sınamalar ciddi. Bunlar karşısında, AB’nin küresel konularda Türkiye’yi yanında tutması ve artık bünyesine dahil etmesi kendi çıkarına. Esas olan Türkiye’nin üyelik perspektifinin güçlendirilmesi. AB üyeliği bizim stratejik hedefimiz. İlişkilerimizin belkemiğini de katılım süreci oluşturuyor. Bazı çevrelerce dile getirilen ayrıcalıklı ortaklık veya başka türlü iş birliği modelleri bizim gündemimizde yok.
Halihazırda atılabilecek birçok adım var. Bunların başında Gümrük Birliği’nin güncellenmesi çalışmasına hemen başlanması var. Türk vatandaşlarına vize serbestisi sağlanması güçlü bir beklentimiz. Her alanda kurumsal iş birliği ve istişare mekanizmalarımıza yeniden işlerlik kazandırabiliriz. Göç iş birliğimizin yeni gerçekler ışığında tazelenmesi ve terörizmle mücadelede iş birliğimizin güçlendirilmesi bir zaruret. Türkiye’ye AB’nin oluşturmaya çalıştığı, savunma ve güvenlik mimarisinde yer verilmesi diğer bir başlık.
Bunun için AB’nin stratejik bir vizyonla hareket etmesi gerek. AB’nin, ilişkilerimizin ilerletilmesinin önündeki engelleri kaldıracak somut ve anlamlı adımlar atması lazım. Bu durumda her iki tarafın çıkarına olan olumlu gelişmeler yaşanacak. Biz buna her zaman hazırız ve bu yönde çaba gösteriyoruz.
TÜRKİYE’NİN AFRİKA’DA KAMBURU DA YOK, GİZLİ GÜNDEMİ DE
Türkiye’nin son dönemde Afrika ülkelerine özel bir önem verdiği görülüyor. Son dönemde diplomatik temsilcilik sayımızın en fazla arttığı kıta olan Afrika’ya verilen önemin karşılığının olduğunu düşünüyor musunuz? Türkiye-Afrika ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendirirsiniz?
Sizin de işaret ettiğiniz üzere Afrika’daki Büyükelçiliklerimizin sayısı bugün 43’e ulaştı. Bu sayıyı 50’ye çıkarmayı hedefliyoruz. 2000’lerin başında kıtada 12 Büyükelçiliğimiz vardı. 2008’de 10 Afrika ülkesi başkentimizde temsil ediliyordu. Şu anda ise Ankara'da 37 Afrika ülkesinin Büyükelçiliği var. Bu da, çabalarımızın Afrikalı kardeşlerimizde karşılık bulduğunun ve bağlarımızın güçlendiğinin bir göstergesi.
Artan ilişkilerimizin bir diğer somut yansıması da katlanarak yükselen ticaret rakamlarımız. Toplam ticaret hacmimiz 2003’teki 5,4 milyar dolar seviyesinden 2021 sonunda 35 milyar dolara ulaştı. Karşılıklı üst düzey ziyaretlere de pandemi koşullarına rağmen hız kesmeden devam ettik. Sadece 2021’de Sahra Altı Afrika ülkelerinden, 38 üst düzey heyete ev sahipliği yaptık. Bu ziyaretlerde 32 anlaşma imzaladık.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ev sahipliğinde 16-18 Aralık 2021 tarihlerinde İstanbul’da düzenlediğimiz Üçüncü Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’ne 38 Afrika ülkesinden 16 Devlet ve Hükümet Başkanı, 25’i Dışişleri Bakanı olmak üzere toplam 100 Bakan katıldı. Zirve’de kabul edilen Bildiri, Eylem Planı ve Ortak Uygulama Raporu’yla, ülkemiz ile Afrika kıtası arasında her alanda gelişen ilişkilerin önümüzdeki beş yıllık süreçteki yol haritasını çizdik. Zirve marjında, tarım, sağlık ve eğitim alanlarında düzenlediğimiz eş-zamanlı oturumlarda iş birliğimizi daha ayrıntılı şekilde gözden geçirme fırsatı bulduk. Ayrıca Zirve marjında, Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi ile İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptı imzaladık. Zaptın, Afrika ile ticari bağlarımızın daha da güçlendirilmesine katkı sağlayacağını değerlendiriyoruz. Keza, bu yılkı ADF’ye de en yüksek katılım Afrika ülkelerinden gerçekleşti.
Dünyanın en genç nüfusuna ve eşsiz bir dinamizme sahip olan Afrika ile ilişkilerimizi, başarıyla yürüttüğümüz Afrika Ortaklık Politikamız çerçevesinde, karşılıklı saygı temelinde ve kazan-kazan ilkesine dayanarak gelecek yıllarda daha da geliştirmeye kararlıyız. Türkiye’nin sömürgecilikten kaynaklanan bir kamburu yok, gizli amaçları ve gündemi de yok. Biz Afrikalı ortaklarımızla eşit iş birliği yapıyoruz. Bu nedenle Afrika Türkiye’yi seviyor, Türkiye’de de Afrika’yı seviyor.
TÜRKİYE, TÜRK DÜNYASI İÇİNDE İTİCİ GÜÇ
Türkiye’nin son dönemde üzerinde önemle durduğu bir alan da Türk Dünyası. Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki iş birliği ivmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu yeterli görüyor musunuz? Ülkemizin bu iş birliğini daha da güçlendirmek ve meydan okumalara karşı koyabilmek için nasıl bir yol haritası bulunmaktadır?
Türk dünyasıyla ve kardeş Türk devletleriyle ilişkilerimiz, dış politikamızın hem kendine özgü hem de son derece önemli boyutlarından birini oluşturuyor. Türkiye, malum, Türk devletlerinin bağımsızlıklarını ilk tanıyan ülke olmuştu. Türk Devletleriyle iş birliğimize en üst düzeyde ivme vermek amacıyla 1992’de ülkemizin girişimleriyle Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveleri tesis edilmişti. 2009’da Nahçıvan’da imzalanan kurucu anlaşmayla söz konusu zirve mekanizmasına kurumsal bir yapı kazandırılmış ve Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, kısa adıyla Türk Konseyi kurulmuştu.
Aradan geçen süre zarfında Türk Konseyi kurumsal gelişimini tamamladı. 12 Kasım 2021’de ülkemizin ev sahipliğinde düzenlenen İstanbul Zirvesinde alınan tarihi kararla Türk Konseyi, Türk Devletleri Teşkilatı’na dönüştürüldü. Böylelikle de tam teşekküllü bir uluslararası teşkilat olarak çok taraflı diplomasi sahnesinde yerini aldı. Tabii İstanbul Zirvesi’nde alınan tek tarihi karar bu değil. İstanbul’da, Türkmenistan da uzun bir süreden sonra aile meclisimize gözlemci üye olarak katıldı. Müteakip zirvede Türkmenistan’ın bu defa tam üye olarak aile fotoğrafımızda yerini alacağına inanıyoruz. İstanbul’da Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi de liderler tarafından onaylandı. Belge, Teşkilatımızın önümüzdeki 20 yıla matuf stratejik yol haritası niteliğini taşıyor. Belge, Türk devletleri arasındaki ilişki ve iş birliğinin daha da geliştirilmesi ve derinleştirilmesi için atılacak adımları belirliyor. Bu, ekonomiden kültüre, sağlıktan eğitime, siyasi, ticari ve beşeri dahil her alan için geçerli. Zirvede ayrıca, Teşkilatımızın daimi danışma organı niteliğinde olan Aksakallar Konseyinin de yönetmeliği güncellendi. Eski Başbakanımız ve eski Meclis Başkanımız Sayın Binali Yıldırım, Aksakallar Konseyinin başkanlığını üstlendi. Özetle, ülkemiz, Türk Devletleri Teşkilatının ve Türk Dünyası içindeki iş birliği ve dayanışmanın geliştirilmesinde itici güç olmaya devam ediyor. Bu hem ortak tarihimizin ve kültürümüzün bir gereği, hem de kardeş halklarımızın bizlerden samimi beklentisi.
İDLİP’TE ATEŞKESİN KORUNMASI BİZİM İÇİN ÖNEMLİ
Suriye’deki kriz devam ediyor ve yakın bir zamanda siyasi bir çözüm umudu gözükmüyor. Buna rağmen Türkiye’nin sorunun kapsamlı çözümü için öncelikleri ve girişimleri nelerdir? Önümüzdeki döneme ilişkin nasıl bir öngörüye sahipsiniz ve ne gibi adımlar atmayı planlıyorsunuz?
Suriye’de Mart 2011’de başlayan savaşın 11. yılını geride bıraktık. Bu süreçte yüzbinlerce masum Suriyeli hayatını kaybetti. Yaklaşık 4 milyona yakını ülkemizde olmak üzere 6,6 milyon Suriyeli diğer ülkelere sığınmak durumunda kaldı. İhtilafın bir an önce siyasi yöntemlerle kalıcı çözüme kavuşması elzemdir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve birliğinin korunması önem arz ediyor. Suriyeli sığınmacıların güvenli şekilde geri dönüşlerinin sağlanması diğer bir öncelik. Şu ana kadar 490 binden fazla Suriyeli, terörden arındırdığımız bölgelere gönüllü bir şekilde geri döndü.
Tabii bölgenin istikrarlı, güvenli ve başta PKK/YPG ile DEAŞ olmak üzere tüm terör örgütlerinden arındırılmış bir yapıya kavuşması gerekiyor. Bu doğrultuda en başından beri siyasi çözümün sağlanması adına yoğun çaba harcıyoruz. Bu gayretlerimizi, başta 2254 sayılı karar olmak üzere BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarına uygun bir şekilde yürütüyoruz. Astana Süreci de ateşkesin sağlanması ve korunması ile siyasi süreçte bazı açılımlar yapılabilmesine imkân sağladı. İdlip’te ateşkesin korunmasına önem veriyoruz. Keza Astana garantörleriyle beraber kurulmasına ön ayak olduğumuz Anayasa Komitesi’nin çalışmalarının ivme kazanarak sürmesini ve somut sonuçlar doğurmasını önemsiyoruz. Suriye’deki bir diğer öncelikli meselemiz de terörle mücadele. DEAŞ ve PKK/YPG terör örgütlerine karşı mücadelemiz önümüzdeki dönemde de kararlılıkla devam edecek. Suriye ihtilafının askeri yöntemlerle çözülemeyeceğinin başta rejim olmak üzere ilgili taraflarca artık idrak edilmiş olduğunu düşünüyoruz. Ülkemiz siyasi çözüme yönelik çabalarını önümüzdeki dönemde de güçlü bir şekilde sürdürecek.
MUHATAPLARIMIZ DOĞU AKDENİZ VE KIBRIS’TAKİ GERÇEKLERE ODAKLANMALI
Kıbrıs konusu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının önemli sütunlarından birisi ve Türkiye son dönemde gerçekçi bir içerikte “iki devletli çözüm” önerisini getirdi. Bu önerinin gerçekleştirilebilirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde Doğu Akdeniz’de Kıbrıs sorunu, enerji iş birliği/rekabeti ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerine yönelik öncelikleriniz ve öngörüleriniz nelerdir?
Bildiğiniz gibi Kıbrıs Türk tarafı, Ekim 2020’de iki devletli çözümü savunan Sayın Ersin Tatar’ı Cumhurbaşkanı olarak seçti. Sayın Tatar da Nisan 2021’de Cenevre’de BM’ye iki devletli çözüm konusunda yazılı bir öneri sundu. Yıllardır iki kesimli, iki toplumlu federasyon temelinde müzakereler yürütüldü. Bu müzakereler Kıbrıs Rumlarının Türkleri siyasi eşit kabul etmeyen zihniyeti nedeniyle çöktü. Bu doğrultuda, iki devletli çözüm önerisi, Ada’daki gerçekleri en iyi yansıtan çözüm önerisidir. Öneri hem Kıbrıs Türklerinin müktesep haklarının, yani egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün teyidine hem de KKTC ile GKRY arasında bir iş birliğinin tesisine dayanıyor. Biz de Türkiye olarak, Kıbrıs Türk tarafının egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüsünün teyit edilmesi noktasında her türlü girişimimizi yapıyoruz. Tüm muhataplarımıza Ada’daki gerçeklere odaklanılması gerektiğini anlatıyoruz. Kıbrıs Türk tarafının 1960’ta kazandığı müktesep hakları teyit etmelerinin elzem olduğunu vurguluyoruz. Kıbrıs Türklerine yapılan çifte standartlardan vazgeçmeleri gerektiğini söylüyoruz. Sahadaki gerçeklerle uyumlu, iki devletli çözüm önerisinin muhataplarımızca değişen koşullar çerçevesinde daha dikkatli bir şekilde dikkate alınacağına inanıyoruz.
Doğu Akdeniz ile ilgili olarak, buradaki potansiyel enerji kaynakları için bölgede kapsamlı iş birliği yapılmalı. Elbette Türkiye’nin ve KKTC’nin dışlandığı art niyetli sözde iş birliği çabalarından bahsetmiyorum. Bu tür girişimler, East-Med Boru Hattı projesinde de görüldüğü gibi, başarısız olmaya mahkum. Bugüne dek atılan tek taraflı adımlar yalnızca gerginliği tırmandırdı. Bunlar bölgedeki doğal kaynakların refaha katkı sunması konusunda ise hiçbir işe yaramadı. Ülkemizin ve KKTC’nin hak ve çıkarlarını kararlılıkla korumaya devam edeceğiz. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olarak bölgede kilit aktörüz. Bizim önceliğimiz her zaman olduğu gibi diplomasi, iş birliği ve eş güdüm. Sayın Cumhurbaşkanımız AB’ye 2020’de kapsamlı bir Doğu Akdeniz Konferansı yapılmasını önerdi. Bu önerimiz diğer aktörlerce de benimsenmeli ve artık hayata geçirilmeli. Ayrıca Kıbrıs Türkleri de hidrokarbon konusunda Rumlara 2011, 2012 ve 2019’da iş birliği önerilerinde bulundu. Biz bu önerileri de destekliyoruz.
Yunanistan ile diyalog kanallarının bugün eskisinden daha açık olduğunu söyleyebiliriz. Sayın Cumhurbaşkanımız, Yunanistan Başbakanı Miçotakis'i kabul etti. Yunanistan ile sorunlarımızın çözümü için samimi ve yapıcı bir diyalogdan yana olduğumuzu her zaman vurguluyoruz. Ekonomik ve ticari ilişkiler konusundaki olumlu gündemimizi daha da ileriye taşımak için çalışıyoruz. Ekonomide iş birliğine odaklanan pozitif gündem, 2021'de ikili ticarette olumlu etkilerini göstermeye başladı ve 2020'ye kıyasla yüzde 70 artarak 5,2 milyar dolara ulaştı. Bu olumlu gündemin Yunanistan ile ikili meselelerimizi samimiyetle tartışabileceğimiz bir ortam oluşturmasını umuyoruz. Biz, bu doğrultuda üzerimize düşeni yapıyoruz. Yunanistan’dan da, bu süreçte aynı samimiyeti ve aynı siyasi iradeyi göstermesini bekliyoruz.
Türkiye bildiğimiz kadarıyla dünyada en çok diplomatik temsilciği olan beşinci devlet. Bu durum, dinamik ve girişimci bir Bakanlık teşkilatlanmasını kaçınılmaz kılmakta. Türkiye’nin artan diplomatik aktivizmi çerçevesinde Bakanlık teşkilatlanmasında nasıl bir dönüşüm söz konusu oldu? Yürütme erki bağlamında diğer dış ve güvenlik politikası mekanizmalarıyla koordinasyonunuz ve iş birliğiniz nasıl gelişti?
Girişimci ve insani dış politikamızla uyumlu olarak Bakanlığımızın dış teşkilatı da büyük bir genişleme sürecinden geçiyor. Sizin de işaret ettiğiniz üzere, halihazırda dünyada en çok temsilciliği bulunan beşinci ülkeyiz. 2002’de 163 dış temsilciliğimiz vardı. Bugünkü rakam 253. Bunlar 144 Büyükelçilik, 13 Daimi Temsilcilik, 94 Başkonsolosluk, 1 Konsolosluk Ajanlığı ve 1 Ticaret Ofisinden oluşuyor. 2021’de Montevideo ve Lome Büyükelçiliklerimiz ile Semerkant, Yeni Pazar ve Manchester Başkonsolosluklarımızı açtık. Önümüzdeki dönemde de farklı coğrafyalarda yeni temsilciliklerimizi faaliyete geçirmeyi öngörüyoruz.
Tüm dış politika girişimlerimiz ve çabalarımızla her yerde vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını en etkin şekilde karşılamayı hedefliyoruz. Bu çabalarımızı da 253 dış temsilciliğimizde ve merkez teşkilatımızda, 7/24 ulaşılabilir personelimiz sayesinde gerçekleştirebiliyoruz. Afrika’dan Latin Amerika’ya ve Asya-Pasifik’e kadar geniş bir coğrafyada personelimiz, devletimizin ve milletimizin çıkarlarını ve hedeflerini gerçekleştirmek ve vatandaşlarımıza hizmet etmek üzere gayret sarf ediyorlar. Teşkilatımızın yürüttüğü fedakar çalışmalar sayesinde son olarak Ukrayna’dan 16 bini aşkın vatandaşımızı tahliye ettik.
Bu çalışmalarımızı diğer Bakanlıklarımız ve kurumlarımızla bir ekip halinde yürüttüğümüzü de söylemek isterim. AFAD, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Kızılay, THY ve Diyanet Vakfı gibi kurumlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımız çok önemli katkılar sağlıyor. Bakanlığımıza verdikleri destek için de müteşekkiriz. Sonuç olarak, sadece sert gücümüzle değil, müşfik bir güç olarak, tüm kurum ve kuruluşlarımızla birlikte girişimci ve insani dış politika vizyonumuzu hayata geçirmek üzere çalışıyoruz. 2023’te Cumhuriyetimizin 100. yılının yanı sıra Türk Hariciye Teşkilatı’nın 500. yılını idrak edecek olmanın mutluluğunu yaşayacağız. İnşallah, teşkilatımız genişlemeye devam edecek. Milletimizin çıkarlarını dünyanın dört bir yanında korumaya devam edeceğiz.