Kriter > Dış Politika |

Dış Politikada Batıcılık ve Avrasyacılık Sorunu


Batıcılık ve Avrasyacılık’ta ittifaka zemin teşkil eden ideolojinin öznesinin başka devletler olması durumunda, otonomi kaybı yaşanmakta ve başka bir devletin ya da ittifak bloğunun uydusu haline gelinmektedir. Türkiye’deki Batıcı ve Avrasyacı grupların bu hataya düştükleri ve kendileriyle birlikte tüm toplumu tehlikeli sulara sürükledikleri şüphe götürmez bir gerçektir.

Dış Politikada Batıcılık ve Avrasyacılık Sorunu

Siyasette ideolojinin en az etkin olduğu alanın dış politika olması beklenir. Keza siyaset bize bir ülkenin milli çıkarlarının siyaset üstü ve objektif olduğunu söyler. Milli çıkarların siyaset üstü ve objektif olması, vatanın güvenliği söz konusu olduğunda toplumdaki tüm farklı görüşlerin tek bir çizgiye gelme sorumluluğu göstermesi demektir. Bu çizginin içeriğine yönelik toplumda farklılaşmalar ve tartışmalar olabilir. Bu tartışmalar “Ülkeye en güçlü pozisyonu sağlayacak strateji nedir?” sorusu etrafında şekillendiği sürece bir sorun yoktur. Devleti ve toplumu yabancı devletlerle tehdit eden ideolojik bir dille bu tartışmaların yürütülmesi ise bu amaca hizmet etmez. Tikel çıkarlar yerine genelin çıkarı merkezde olmalıdır ve toplum son tahlilde tek bir çizgide toplanmak zorunda olduğunu bilmelidir. Şayet bir toplum dış tehdit karşısında dahi ortak bir noktada buluşamıyorsa o toplumun siyasi bir birlik oluşturup oluşturmadığı ciddi anlamda sorgulanır.

 

Dış Politikanın Gerçekliği

Ancak milli çıkarların siyaset üstü ve objektif olması hiçbir şekilde vatanın güvenliği için sabit bir dış politika çizgisinin takip edilmesi ya da daha spesifik olarak belli bir ittifak sisteminin parçası olmaya çalışmak anlamına gelmez. Uluslararası siyaset alanı olabildiğince dinamiktir. Güç dengeleri değişime açıktır. Bazı devletler zayıflarken diğerleri güçlenir. Eski ittifaklar çöker, yeni ittifaklar kurulur. Jeopolitik düzenin üzerine inşa edildiği toplumsal-ideolojik zemin -liberalizm ve kapitalizm gibi- meydan okumalarla sarsılabilir. Böylece, yeni tehditler, yeni güvenlik konuları türer. Bazen savunmaya çekilip statükoyu korumak, bazen de saldırıya geçip sistemde revizyon gerçekleştirmek gerekli hale gelebilir. Devletler bu anarşik ve belirsiz ortamda hayatta kalabilmek adına en iyi şekilde değişimlere ayak uydurmak, bazen de bizzat değişime ön ayak olmak zorundadır. Bu amaca yönelik olarak devletler zamanla farklı ve birbiriyle çelişen politikalar takip edebilir. Bu çok doğaldır. Milli çıkarlar sabit kalırken, dostlar ve düşmanlar, fırsatlar ve tehditler sürekli olarak değişir.

Dış politikanın gerçekliği bu şekildedir. Ancak çok az sayıda ülke bu gerçekliğe uygun davranabilir. Bazen ideolojik saplantılar ve toplumsal bölünmeler, bazen de devlet elitlerinin beceriksizliği ve keyfi tercihleri bu ideali bozar. Özellikle ideolojik bakış bize uluslararası siyasetin değişmeden yerinde saydığını, dostların ve düşmanların, fırsatların ve tehditlerin hep aynı kaldığını söyler. Bu bakışa göre, devletin milli çıkarları değişen şartlara göre dinamik bir yapı arz etmez. Devletin ezeli ve ebedi dostları ve düşmanları olduğuna göre milli çıkarları da sabittir. Tehdidin ancak mutlak hakikat kabul edilen ideolojik eksenden sapıldığında ortaya çıkacağına inanılır.

 

İki Blok Arasında

Maalesef Türkiye’de ideoloji, başka birçok meselede olduğu gibi, dış politika alanında da önemli ölçüde bir belirleyiciliğe sahiptir. Soğuk Savaş’tan miras kalan Batıcı ve Avrasyacı gruplar her halükarda Türkiye’nin milli çıkar ve dış politika yönelimini bu iki bloktan birine göre ayarlaması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye’nin dış politika seçeneklerinin öznesi olmadığımız bu iki ideolojiye sıkıştırılmış olması ve daha da ötesi bunların sürekli takip edilmesi gereken şaşmaz kılavuzlar olarak sunulması bir ulusal güvenlik sorunudur. Bir taraf Batı’nın, diğer taraf ise Avrasya’nın çıkarlarını Türkiye’nin çıkarlarının önüne koymaktadır. Türkiye’nin koşulsuz bir şekilde herhangi bir bloğa bağımlı hale getirilmesi eşit derecede tehlikelidir. Bu blokları oluşturan güçlerin yarın değişen şartlarla birlikte Türkiye’ye sırtını dönmeyeceğinin, milli güvenliğine tehdit oluşturmayacağının bir garantisi var mıdır?

Aklı başında her siyasi aktör hamle seçeneklerini ve hareket alanını geniş tutmak ister. Kendi devletinin uluslararası alandaki hamle seçeneklerini ve hareket alanını daraltmak ve teke indirmek hangi mantıkla açıklanabilir? Bir ülkeyi gemiye benzetecek olursak, geminin fırtınaları atlatabilmesi için kaptanının ideolojik saplantılardan uzak rasyonel kararlar vermesi gerekir. Şayet manevralar şartlara göre değil de ideolojik saplantılara göre yapılırsa gemi önünde sonunda karaya vurur.

Burada sorun Batıcı ve Avrasyacı grupların varlığı ve dış politikaya yönelik ideolojik iddialara sahip olmaları değildir. Özne olarak kaldığı sürece Türkiye’nin Batı ya da Avrasya güçleriyle ittifaka girmesi bir sorun teşkil etmez. Türkiye milli çıkarlarını merkeze alarak şartlar gerektirdiğinde her iki blokla da iş birliği yapabilir. Özellikle de kapsamlı ve düzenli ittifak ilişkiler döneminin sona erdiği, mevcut düzenin farklı düzlemlerde altüst oluşlar yaşadığı ve yeni bir düzenin kurulma aşamasında olduğumuz günümüzün belirsizlik katsayısı yüksek uluslararası şartlarında. Sorun, bu dar ideolojik yaklaşımların ülkede haddinden fazla etkin olması ve bu durumun bu meseleye kafa yoran akademisyenler ve dış politika elitleri tarafından yeterince mesele edilmemesidir. Bunun sonucunda Türkiye’de Batıcılık ya da Avrasyacılık hakim hale gelebilir ve ülkenin milli güvenliği açısından bu oldukça vahim bir tabloya sebebiyet verebilir.

 

Devletler İttifak Kurmalı mı?

Uluslararası ilişkilerle ilgilenen ve bu konuda söz sahibi olan herkesin şu soruya adamakıllı bir cevabının olması gerekir: Devletler rasyonel bir şekilde hareket ettiklerinde neden ve nasıl ittifak kurar? Bu soruya dört ayakta cevap verilebilir. İlk olarak, devletler ittifak kurmaya mecburdur. Devletler sadece kendi güç kapasitelerine dayanarak güvenliklerini sağlayamazlar. Ancak diğer devletlerle güçlerini birleştirerek kendilerine yönelik tehditleri savuşturabilir ya da belli uluslararası kazanımlar elde etmenin peşine düşebilirler.

İkinci olarak, devletler genel olarak ideoloji temelinde ittifak ilişkilerine girmezler. Bazıları tarafından ideolojinin, bu özellikle katı ve kapalı bir ideolojiyse, devletleri bir araya getirmek yerine birbirlerinden uzaklaştırdığı ileri sürülmektedir. Aynı ideolojiye sahip devletlerin ittifak kurması daha zordur. İttifak içi ideolojik liderlik yarışı ve ideolojinin doğru tanımı konusundaki uzlaşmazlıklar gibi bazı faktörlerin en baştan ittifak kurulmasını engelleyeceği ya da kurulmuş ittifakı kısa bir sürede sonlandıracağı dillendirilmektedir. Dolayısıyla, ittifakların özellikle kuruluş aşamasında ideolojik benzerlik faktörü devletler tarafından öne çıkarılabilir ama ittifakların kurulmasında bundan daha önemli birincil faktörlerin varlığı söz konusudur. Devletler egoist varlıklardır ve kendilerini herhangi bir ideolojiye, özellikle de öznesi olmadıkları bir ideolojiye feda etmezler.

Bu rasyonel faktörlerin başında tehdit dengesi, güç dengesi ve çıkar dengesi gelmektedir. Güç dengesini savunanlar devletlerin savunma amaçlı bir araya geldiğini ve ittifakın uluslararası sistemde güç kapasitesini artıran diğer devlet ya da devletler bloğunu dengelemek için kurulduğunu öne sürerler. Hiç şüphesiz bir devletin aşırı güçlenmesi ve güvenliğini artırması diğer devletlerin güvenliğini azaltacaktır. Tehdit dengesini savunanlar da ittifakların savunma amaçlı olduğunu dile getirirler. Ancak ittifakın güce karşı değil, tehdide karşı kurulduğunu öne sürerler.

Bir devletin ya da bloğun aşırı güçlenmesi tek başına ona karşı bir ittifakın kurulması için yeterli değildir. Bu devletin ya da bloğun karşı bir ittifak oluşumunu tetikleyebilmesi için saldırgan bir tavır sergilemesi, askeri kapasitesinin saldırı amaçlı olması ve coğrafi açıdan yakında bulunması gerekir. Çıkar dengesi tarafında bulunanlar ise ittifakların sadece savunma amaçlı değil, saldırı amaçlı olabileceğini de öne sürerler. Devletler revizyonist bir devletin peşine takılıp ganimetten pay kapmaya çalışacağı gibi revizyonist devletin hışmından kendilerini korumak için onunla birlikte hareket etmek isteyebilirler.

Üçüncü olarak, uluslararası sistemde devletler jenerik olarak statükocu ve revizyonist olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bazı devletler mevcut şartları korumak isterken, diğerleri bu şartları değiştirmenin peşindedir. Statükocu devletler güvenlik, revizyonist devletler ise riski göze alarak kazanç odaklı hareket eder. Birbirine alternatif ya da zıt gözüken güvenlik (savunma) ve kazanç (saldırı) motivasyonları, devletlerin uluslararası siyasette esas olarak otonomi mücadelesi verdiği gerçeğini kabul ettiğimizde tek bir çatı altında birleşir. Güvenlik bir devletin mevcut otonomi düzeyini muhafaza etmesi, kazanç ise devletin sahip olduğu otonomi düzeyinden tatmin olmayıp onu artırmak istemesine işaret eder. Devletler arasındaki ittifakların oluşumunda devletlerin amaçları arasındaki örtüşme büyük rol oynar. Otonomilerini korumak isteyen devletler birlikte hareket ederken, otonomilerini artırmak isteyen devletler ise genellikle revizyonist bir ittifak kurarlar.

Dördüncü ve son olarak, iç siyasi faktörlerin de en az yukarıda zikredilen uluslararası faktörler kadar ittifakların kurulmasında ya da kurulamamasında payı vardır. Burada iki boyut söz konusudur. Birincisi, toplumsal düzeyde parçalanmış ya da elitler ile toplum arasında ayrışmaların yaşandığı devletler, bu sorunlara sahip olmayan devletlere nazaran ittifak kurma noktasında daha başarısız bir performans sergilerler. Milli çıkarlarını netleştiremeyen devletler uluslararası siyasette bocalarlar ve gerekli dengeleme adımlarını zamanında atamazlar. İkincisi ise, bazı devletlerin ittifak kurma motivasyonu dış siyasetten ziyade iç siyasi çekişmeler tarafından belirlenir. Devlet iktidarını kontrol eden elit, milli güvenlikten ziyade iç siyasetteki rakiplerini dengelemek ve bastırmak için müttefik tercihlerinde bulunabilir. Ortadoğu’nun Mısır ve Suriye gibi otoriter devletleri burada hemen akla getirilebilir. Aynı şekilde, muhalefet kanadı da ülkenin ittifak ilişkilerini kendi iç siyasi hesaplarına göre değerlendirir. Bu da siyasi bütünlüğün zarar görmesi ve devletin dış müdahalelere açık hale gelmesine yol açar.

 

Tek Seçenek

Sonuç olarak, uluslararası siyasette devletler otonom olmak ve kendi eylemlerinin öznesi olmak için mücadele verir. Otonomiyi sağlamanın en garanti yolu başka devletlerin yardımı olmaksızın kendini en güçlü hale getirmektir. Ancak bu, pratikte hiçbir devletin üstesinden gelebileceği bir şey olmadığından diğer devletlerle ittifak kurarak güçlenmek tek seçenek haline gelir. Devletler otonomilerini sağlamak ve kendilerine alan açmak için diğer devletlerle ittifak kurar. Elbette daha güçlü devletler ittifak içinde baskın bir rol oynar ama bu hiçbir zaman daha zayıf olan devletlerin teslimiyetçi bir tavır sergileyeceği anlamına gelmez. Her iki tarafın da birbirine ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Hatta çoğu zaman zayıf olan tarafın eli daha güçlüdür ve böylece ittifakla birlikte önemli imtiyazlar ve kazanımlar elde edebilir.

Devletler mutlaka şu ya da bu devletin müttefiki ya da belli bir ittifak bloğunun parçası olmak amacıyla hareket etmez. İttifak bazen güçlü ve tehditkar bir devletin ortaya çıkışına verilen bir tepki olmak kaydıyla defansif bir özellik taşır. Bazense ittifak, güçlü bir devletin peşine takılarak kendine avantaj sağlamak kaydıyla ofansif bir niteliğe sahip olur. Defansif ittifak güç boşluğu oluşumunun önüne geçerek, ofansif ittifak ise güç boşluğu yaratmaya çalışıp oluşan güç boşluğunu doldurarak devletin otonomisine katkı yapar. Kısaca, ittifak ilişkileri devletlerin otonomisini sağlayan bir araçtır, kendiliğinden bir amaç olamaz. Elbette bazen devletler ideolojik davranarak, yani ideolojiyi amaç haline getirerek -bu noktada devletlerin gerektiğinde bir ideolojiyi, özellikle de öznesi oldukları bir ideolojiyi kendi milli çıkarları için araçsallaştırmalarının gayet makul ve anlaşılabilir bir şey olduğunu belirtelim- uluslararası siyasetin bu temel kuralını göz ardı edebilirler. Bu durum, Batıcılık ve Avrasyacılık’ta gözlemlendiği üzere ittifaka zemin teşkil eden ideolojinin öznesinin başka devletler olması durumunda daha akut bir hal alır. Bunun neticesi otonomi kaybı ve başka bir devletin ya da ittifak bloğunun uydusu haline gelmektir. Türkiye’deki Batıcı ve Avrasyacı grupların bu hataya düştükleri ve kendileriyle birlikte tüm toplumu tehlikeli sulara sürükledikleri şüphe götürmez bir gerçektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası