Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) dünyanın her tarafından pek çok insanın hayal, ideal ve rüyalarını süsleyen bir cazibe merkezi olduğu iddia edilmiştir. Yalnız her zaman hayal ve rüyaların gerçekleşmesi ve realiteyle örtüşmesi kolay olmamıştır. ABD’nin 19. yüzyılın ortalarından başlayarak 21. yüzyılın başlarına kadarki zaman diliminde insanları cezbetmesinin altında ABD’nin üç yüzyıldan fazla süren (1530’lu yıllardan başlayarak 1850’lilere kadar) Avrupalı efendilerin kontrol ettiği kölelik sistemine dayalı endüstriyel ve ekonomik başarısı yatmaktadır.
Kuşkusuz söz konusu bu başarı topraklarından koparılarak köleliğe zorlanan Afrikalı insanların alın teri ve kanları üzerine inşa edilmiştir. Öte yandan bu gelişmişliğin ve başarının fırsatlarından yararlanmak ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen dünyanın dört bir tarafından insanlar çoğunlukla kendi iradeleriyle bu “yeni dünya”ya 1870’lerden sonraki göç dalgalarıyla gelmeye başladılar.
Maalesef bu kıta keşfedilişinden bu yana bazı etnik topluluklar için “vaat edilmiş topraklar” veya “ideallerin gerçekleştirileceği ülke” olmamıştır. Kıtanın Kolombus tarafından keşfinden (1492) ve ABD’nin kuruluşundan (1776) bu yana uygulanan dışlayıcı politikalar ile bölgenin sahipleri Kızılderililer belli alanlara hapsedilmiş, dünyaları karartılmıştır. Karın tokluğuna çalışmaya zorlanan siyah insanın maruz kaldığı kölelik sisteminin geleceği konusunda anlaşamayan kuzey ve güney eyaletleri Sivil Savaş’a (1861-1865) sürüklenmiştir. Tarıma dayalı ekonomiye sahip güneyin müttefik eyaletleri sistemin devamını desteklerken, kuzeyin endüstrileşmiş eyaletleri köleliğin kaldırılması taraftarıydı. Köleliğin resmi olarak kaldırılması (1865) dönemin başkanı Abraham Lincoln’un hayatına mal oldu. Özgürlüğüne kavuşan Afrikan-Amerikanlar bu defa çıkarılan Jim Crow yasalarıyla kamusal alanda onur kırıcı bir şekilde ırka ve renge dayalı ayrımcılığa maruz kaldılar.
ABD’de Siyah Karşıtlığı
Kendisini 20. yüzyılda demokrasi ve özgürlüklerin beşiği olarak lanse eden ABD söz konusu hakları kendi toplumunun farklı kesimlerine sunmada iyi bir sınav vermemiştir. Köleliğin kaldırılmasından 1950’li yıllarda başlayan Sivil Haklar Hareketi’nin ortaya çıkışına ve siyahların temel hak ve özgürlüklerini yüksek sesle duyurmak için örgütlenmelerine kadar ırk ve etnik ilişkilerde bir arpa boyu ilerleme kaydedilmemiştir. Bu hareketin örgütlenmesine Alabama/Montgomery’de Rosa Parks’ın Otobüs Boykotu (Aralık 1955) neden olmuştur. Aslında Afrikan-Amerikanları kolektif olarak cesarete getiren olay 1955 yazında yaşanmıştır. Chicagolu 14 yaşında siyahi bir genç olan Emmett Till’in yaz tatilinde gittiği Mississippi’de sıradan bahane ile hunharca dövülüp öldürülerek nehre atılması ve katillerinin beraat etmesi ülke genelinde siyah komünitede infial yaratmıştır.
Sivil Haklar Hareketi düzenlediği toplu yürüyüş, gösteriler, Martin Luther King, Jr ve Malcolm X gibi karizmatik hatiplerle kitleleri etkileyip harekete geçirmiştir. Görünüşte farklı görüş ve ifade özgürlüğüne toleranslı duruş sergileyen Amerikan zihniyet ve derin devleti muhaliflerini gizli ajanlar ve entrikalarla bastırmış, öne çıkan aktörleri suikast planlarıyla ortadan kaldırmıştır. Bu durumdan ABD’deki sosyalist eğilimli oluşumlar da nasibini almış, hiçbir zaman örgütlenip seslerini duyuramamıştır.
Eşitlik Görünümlü Eşitsizlik
ABD dini ifade konusunda da iyi bir profil çizmemiştir. Ülkenin anayasasında bütün dini gelenek ve inançlara eşit, tarafsız ve saygılı olmak esas alınırken pratikte böyle olmamıştır. Kölelik sistemiyle Hristiyanlaştırdığı siyahları önce kiliselerine almamış, daha sonra ırk ve renge dayalı “Siyah Kilise”nin oluşmasına neden olmuştur. Amerikan toplumunun 1950’li yıllara kadar Protestan, Katolik ve Yahudi kompozisyonuna doğru evrilmesi ve kabulü kolay olmamıştır. Dominant Protestan anlayış ülkeye göç eden Katolikleri 19. yüzyılın ortalarına kadar yabancı olarak görmüştür. Hakeza Yahudilerin tanınması uzun sürmüş ve özellikle antisemitizm ekonomik buhran ve politik çalkantılara bağlı olarak 20. yüzyılın başlarından 1950’li yıllara kadar sürmüştür. Geleneksel Hristiyan anlayış ve pratiğinde olmayan Hristiyan dini komüniteler dışlanmıştır.
Günümüzde göçlerle çeşitlenen Amerikan toplumu dini gelenekleri referans göstermekten ziyade göçmenlik gerçeğine ve çoğulculuğa vurgu yaparak kendini “göçmen milletiz” şeklinde tanımlamaktadır. Nüfusu 320 milyon civarında olan ABD’nin demografik yapısı 57 milyon Hispanik/Latinos (yüzde 17,6), 46,5 milyon siyahi (yüzde 14,5), 5,3 milyon Yahudi (yüzde 2,2) ve 3,5 milyon Müslüman’dan oluşmaktadır. Yalnız nüfustaki bu demografik oranlar, ülkenin sunduğu fırsat ve imkanlara yansımamaktadır. Gelir, refah, sağlık ve eğitim konularında siyahiler ve Hispanikler, beyazlara ve Asya asıllılara göre geri konumdadır. Söz konusu gruplar düşük ücret ve alt hizmetlerde çalıştırılarak emeklerinin sömürüldüğü ve iş pazarında adil davranılmadığından muzdariptirler. Obama döneminde umut ve beklentilerini yükselten Afrikan-Amerikanlar ve Hispanikler ekonomik durgunluktan olumsuz etkilendiler. Özellikle siyahiler ırk ilişkileri konusunda hayal kırıklığına uğradılar.
Birleşik Devletler’den “Bölünmüş Devletler”e mi?
Sivil Savaş (1865) biteli yüz elli yıldan fazla ve Vatandaşlık Hakları Kanunu (1968) geçeli elli yıl olmasına rağmen hala ABD’de ırk ve etnik ilişkiler iyileştirilmiş durumda değildir. Son yirmi beş yılda ülke genelinde ırk eksenli gelişen pek çok olay ülke genelinde infial ve öfkeye yol açmıştır. Örneğin 1992’de Rodney King’i ölesiye döven polislerin beraat etmesi önce Los Angeles’ı sonra bütün ülkeyi saran ırk ve ekonomik eşitsizlik konulu ayaklanmalar maddi hasara neden olmuştur. Yine Ağustos 2014’te nüfusunun çoğunluğu siyahlardan oluşan Ferguson/Missouri’de beyaz bir polisin siyahi Michael Brown’ı öldürmesi ülke genelinde karışıklıklara neden olmuş ve siyahların haklarını gözetecek Siyahların Hayatı Önemli ulusal platformunun kurulmasına yol açmıştır. Geçen yıl yapılan bir araştırma polislerin ırk ve etnik konularda ne kadar ön yargılı olduğunu ortaya koymuştur. Önceki yıl polis kurşunlarıyla ölen binden fazla insanın çoğu siyahlardandır. Yine nüfusa göre orantısız bir şekilde cezaevlerindeki tutukluların sayısal olarak birinci sırasında siyahlar, ikinci sırasında Hispanikler yer almaktadır.
Sivil Savaş ve Sivil Haklar yasasından bu yana uzun zaman geçmesine rağmen Amerikan idealleri etrafında kolektif bir bilinç oluşturma, ortak değer ve kimlik üretme politikalarının hala maya tutmadığını göstermektedir. Dolayısıyla farklı ırk, etnik ve dini-kültürel kompozisyondan oluşan Amerikan toplumu birbirine kenetlenmiş bir kolektif kimlik ve bilinç oluşturamadığından karşılaşabileceği herhangi ekonomik, sosyal ve politik krizler karşısında bölünme riskleri barındırmaktadır. ABD’yi bir arada tutan bağlar ekonomik çıkarlar ve teknolojik üstünlüktür. Bunların zayıfladığı bir süreçte Amerika Birleşik Devletleri’nin bölünmüş devletlere doğru evrilmesi muhtemeldir. Tüm bu fay hatlarının harekete geçme ihtimali son başkanlık seçiminden sonra Trump karşıtları tarafından farklı bağlamlarda ve farklı amaçlarla dile getirilmiş olsa da ABD açısından daha kırılgan bir dönemin başladığını söylemek kehanet olmayacaktır.