Batı hiçbir zaman siyaseti siyasi arenada bırakmadı. Medyayı bir propaganda makinesi olarak kullandığı gibi kültür ve sanat dünyasında oluşturduğu ödül lobisi ile kendi politikasına uyabilecek herkesi kullandı. Orhan Pamuk ile başlayan furya her geçen gün artarak devam etti.
Avrupa kirli siyaset için her yolu mübah gördü. En çok da insan hakları ve fikir özgürlüğü adı altında terör suçlarını örtmeyi huy edindi. Bunun için önce sözde bağımsız dernekler kuruldu. Ardından Batı’nın kirli politikalarını kültür, sanat ve medya üzerinde uygulayacak bir ödül mafyası oluşturuldu. Batı’yı destekleyen ve onun istemediğini karalayan her yalan, her iftira bir kahramanlık payesi gibi sunuldu. Uluslararası çapta ödüllere boğulan sözde gazeteci, yazar ve aktivistler ise siyasi çıkarlar adına birer yalan makinesi ve propaganda robotuna dönüştürüldü. Batı’nın sinsice oynadığı bu oyunun kirli sahnesinden ise bakın kimler kimler geçti.
Yolu Orhan Pamuk Açtı
Yıllardır yazdığı romanlar farklı dillere çevriliyor, dünyanın en çok okunan Türk yazarı olarak tanınıyordu. Yurt dışında birçok ödüle layık görülmüştü. Ancak Nobel tabii ki farklıydı. Kimilerine göre Nobel için lobi gücü gerekiyordu, kimilerine göre ise siyasi kulvara girmek “çok satan bir kitap”tan çok daha etkili olacaktı. O ikinci yolu seçti. Ekim 2005’te Almanya’da yaptığı bir konuşmada ve İsviçre’de yayınlanan bir dergiye verdiği röportajda, “Türkler, bu topraklarda 30 bin Kürdü ve 1 milyon Ermeni’yi öldürdü. Türkiye’de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum” dedikten yaklaşık bir yıl sonra Nobel ödüllü Türk yazar oldu. Orhan Pamuk daha sonraları da yeni kitaplarının piyasaya çıkacağı günlerde, “Türkiye yaşanacak bir ülke değil. Demokrasi burada sona erdi” tarzı cümlelerle akıllarda kaldı.
Ödül için Her Yolu Denedi
Benzer bir durum Elif Şafak için de geçerli oldu. Batı dünyasında kabul görmek için ismini Elif Shafak olarak yeniden yorumlamaktan kaçınmayan bu yazar ise özellikle 2013 sonrasında bir anda yazdığı kitaplarla değil Türkiye aleyhine söylediği sözlerle gündeme gelmeye başladı. Kocası Eyüp Can’ın bir FETÖ projesi olduğu anlaşıldığında Şafak’ın sözlerinin okyanus ötesinden gelen hezeyanlardan farkı olmadığı görüldü. Almanya, İngiltere, İsveç ve diğer ülkelerdeki basın organlarında kullandığı “Türkiye hızla otoriterliğe koşuyor”, “Türkiye’de azınlıklar tehdit altında yaşıyor” ve “Türkiye'de yazı yazan herkes baskı altında” gibi ifadelerin ödülünü de aldı. Nisan ayında Avusturya Yayıncılar Birliği’nin “Düşünce ve Eylemde Hoşgörü için Onur Ödülü” Şafak’a verildi. Şafak son olarak geçtiğimiz Eylül ayında 17. Berlin Uluslararası Edebiyat Festivali’nin onur konuğu olurken festival direktörü Ulrich Schreiber “Türkiye’deki güncel siyasi gelişmeler ve ülkenin tarihine ilişkin çok iyi yorumlarda” bulunması nedeniyle Şafak’ı davet ettiklerini açıkça itiraf etti. Geçen ay ise Şafak Türkiye’de alacağı tepkilerden korktuğu için cinsel tercihini saklamak zorunda olduğunu söyleyerek yeni ödüllere göz kırptı. Kimilerine göre bu sözler bir sonraki Nobel yarışında yazacağı kitaplardan daha faydalı olacaktı.
İstediklerini Seçtiler
On yıllardır Türkiye’de yaşanan birçok insan hakları ihlalini görmezden gelen Batı medyası ve kurdukları derneklerin son dönemde Türkiye’de doğru ya da yanlış ne söylediğine bakmaksızın muhalif yazar, gazeteci ve aktivist arayışına çıkmasına bir de bu açıdan bakmakta fayda var.
Mesela FETÖ kumpaslarıyla tutuklanan dönemin Cumhuriyet gazetesi çalışanları ya da FETÖ’yü deşifre eden bir kitap yazdığı için hapse atılan Ahmet Şık o dönemde Batı dünyasının kültür ve edebiyat hegemonyasını verdiği ödüllerle elinde tutan kurumlar ile medya organlarının pek de dikkatini çekmemişti. Ancak bu kişiler Türkiye aleyhine yayın yapmak, devlet sırlarını yalan bir şekilde ifşa etmek ve terör örgütü propagandası yapmak gibi suçlara karıştığı anda Batı’nın parmakla gösterdiği kahraman ve cesur gazetecilere dönüştüler.
FETÖ kumpası sonucu hapis yatarken Avrupa’nın pek umursamadığı Ahmet Şık terör propagandası suçlamasıyla yargılanınca Avrupa tarafından kahraman ilan edildi. Kendi kurdukları dernekler üzerinden politika yapan Avrupa ülkeleri verdiği ödüllerle sözde itibar kazandırdığı isimleri, kendi siyasetine malzeme yapma alışkanlığını Friedrich-Naumann Vakfı tarafından Şık’a verilen Raif Bedevi Cesur Gazetecilik Ödülü ile sürdürdü.
Almanya’da Devlet Koruması Bile Var
Bu isimlerden en önemlisi ise Can Dündar oldu. FETÖ’nün MİT tırları kumpasını yayınlayan ve bunun karşılığında ödüllendirilen, suçları ortaya çıkınca ekip arkadaşlarını yüz üstü bırakarak yurt dışına kaçan Dündar, Batı medyası tarafından el üstünde tutuldu. Alman Cumhurbaşkanı tarafından karşılanan, Paris Belediyesi tarafından onur nişanı verilen, Almanya tarafından kendisine iş kurulan ve devletin koruması altına alınan Dündar bu cömertlik karşısında, “Türkiye’de muhalifler sokak ortasında öldürülüyor” kadar galiz yalanlar söyledi. Onun Türkiye düşmanlığının karşılığı ise bir yıl içinde aldığı Strasbourg-Avrupa Basın Kulübü Ödülü (2006’da Elif Şafak almıştı), Gazetecileri Koruma Komitesi’nin 2016 Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN’in 2016 Hermann Kesten Ödülü, Avrupa Parlamentosunun Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü, Alman Dergi Yayıncıları Birliği’nin (VDZ) Basın Özgürlüğü için verdiği Altın Victoria Ödülü, Netzwerk Recherche’nin Leuchtturm Ödülü ve son olarak Nobel Barış Ödülü adaylığı oldu. Dündar’ın gazetesi Cumhuriyet’e ise aynı dönemde Alternatif Nobel olarak adlandırılan Doğru Yaşam Ödülü verildi.
Terörün Alman Temsilcisi
15 Temmuz darbe girişimi ve terör örgütlerinin eylemlerinde katledilen gazetecileri veya fikir insanlarını asla gündeme taşımayan Batı’nın iki yüzlü medya dernekleri ile insan hakları kuruluşları açıkça terör örgütü propagandası yapan ve Die Welt adında gazetecilik yapmak yerine ajanlık yaptığı anlaşılan Deniz Yücel’i de ödüle boğdu. 2017 Leipzig Medya Özgürlüğü Ödülü, Alman Gazete Yayıncıları Birliği (BDZV) tarafından verilen Theodor Wolff Özel Ödülü ve Almanya merkezli Kurt Tucholsky Derneği’nin onur ödülü birkaç ay içinde Yücel’in oldu.
İlgi Odağı Aslı
PKK’nın yayın organı Özgür Gündem’in kapatılmasının ardından tutuksuz yargılanan Aslı Erdoğan da Avrupa’nın en çok ilgi gösterdiği isimlerden oldu. Aynı davada tutuklanan sözde gazetecileri es geçen Batı’nın ödül vericileri Aslı Erdoğan’a ise Fransa’nın en yüksek onur nişanı Legion d’Honneur, İsveç PEN’in Tucholsky Ödülü, Avusturya Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, Almanya Theodor Heuss Ödülü, Avrupa Kültür Vakfı Prenses Margriet Kültür Ödülü, Sparkasse Leipzig Medya Vakfı’nın verdiği Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü ve Erich Maria Remarque Barış Ödülü’nü hiç düşünmeden verdi.
Türkiye Karşıtlığı Ödülleri
Türkiye aleyhine en ufak konuşma ve eylemi uluslararası propaganda malzemesi yaparak düşünce kuruluşundan çok siyasi bir parti gibi çalışan bu kurumlar, PKK terörüne destek veren üniversite öğretim görevlilerinin açığa alınması üzerine kendilerine Barış için Akademisyenler inisiyatifi diyen bu gruba Aachen Barış Ödülü ve Johann-Philipp-Palm İfade ve Basın Özgürlüğü Ödülü’nü vermişti.
Tamamı Avrupa Birliği’ne bağlı ödül vericilerin en skandal kararlarından biri ise Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinden (AKPM) geldi. AKPM, 2017 Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü’nü FETÖ’cü olduğu tanık ifadeleri ve kullandığı ByLock ile doğrulanan Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) eski başkanı Murat Arslan’a vererek Türkiye karşıtı propaganda adına cuntacı zihniyeti resmi makamlar tarafından ödüllendirdi.