Devlet Bahçeli’nin 1997’de başkan olmasından sonra MHP, ülkücü gençliğe dayalı sokaktaki sert aktivizmden ziyade, siyaset sahnesindeki etkinliği ile ön plana çıkmaya başladı. “Merkez siyasete yakınlaştığı” şeklinde analiz edilen bu dönüşümle birlikte MHP, “yıkıcı” değil “yapıcı” etkileriyle kendinden söz ettirdi.
90’lardan geriye kalan kirli siyasete ait enkazın adeta süpürüldüğü 2002’de, MHP de Meclis dışına itildi. Yakın tarihin bu tecrübesi Bahçeli liderliğindeki MHP’yi kritik hatalar yapmama, siyaseten çok sivrilmeme ve “milli menfaatler siyaseti” diyebileceğimiz bir asgari alanda varlık gösterme stratejisine sevk etti.
Çünkü 2002’den sonra Türkiye’nin içine girdiği yeni süreç siyaset kurumunu güçlendirdi. Bu dönemde CHP merkezden uzaklaşırken MHP merkeze daha da yaklaştı. Fakat AK Parti’nin geniş kesimleri içine alan toplumsal kuşatıcılığı, ne MHP’nin ne de benzeri ideoloji tabanlı siyasi partilerin iktidar ortağı olmasına imkan tanımadı.
Gülen Örgütü’nün Mağduru
Bugün MHP ya da başka bir parti hakkında konuşurken AK Parti’nin siyaset alanında kapladığı yeri, Türkiye sosyolojisinin AK Parti üzerinden nereye aktığını hesaba katmak ve bu çıktıyla birlikte diğer partilere bakmak durumundayız. Zira 2013’ten itibaren AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yeni bir siyaset mühendisliği sahnelenmeye başlandı. Adına “ağır çekim darbe” ya da “siyasi mühendislik” ne dersek diyelim, bu girişimde CHP ve HDP gibi MHP’nin de katkısı vardır. “Siyasetin siyaset dışı yollarla dizaynı” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu süreçte söz konusu siyasi partilerin her biri, yıkıcı etkilerini artırırken siyasi kabiliyetlerini kaybetti ve meşruiyet krizi yaşamaya başladı. MHP ve Bahçeli özelindeki vasat da tam olarak bu düzlemde ortaya çıktı.
MHP’yi analiz ederken üç evreden bahsedebiliriz. Bu üç evre arasındaki farkı belirginleştiren husus Bahçeli’nin Fethullah Gülen Örgütü’ne bakışıdır. 2011’de partisine yönelik kaset kumpasındaki tavrında belirginleşen ilk evrede Bahçeli, hiç düşünmeden “okyanus ötesini” işaret etmiş, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan farklı olarak bu kumpasın Pensilvanya’da mukim Fethullah Gülen’in işi olduğunu açıklıkla ifade edebilmiştir. O dönem seçim kampanyasında Zaman gazetesine reklam dahi vermemiştir. Ne var ki 17-25 Aralık’tan sonraki ikinci evrede partisini adeta paralel yapının hizmetine açan bir görüntü arz etmiştir.
Gülen Örgütü’nün Hizmetinde
Bahçeli bu ikinci evrede, 2011’de partisine yönelik kaset kumpasını ve ardından söylediklerini adeta unutmuşçasına bugün Paralel Devlet Yapılanması olarak adlandırılan örgütün ürettiği tüm argümanları siyaset sahasında kullanmaktan çekinmedi. Hatta cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına çıkartılacak “çatı aday” formülünü bizzat Bahçeli icat etti. Yine 2011’den farklı olarak 2014 seçim kampanyasında en çok ilanı Zaman gazetesine verdi. Bahçeli bu süreçte Erdoğan karşıtı cephenin temel aktörlerinden biri olarak hizmet verdi ve bu anlamda siyasetin yeni fay hattının oluşmasına büyük katkı sağladı.
Devlet Bahçeli 7 Haziran seçimlerinde partisinin oyunu ve milletvekili sayısını yükseltti, yüzde 16,3 oy ve 80 milletvekiliyle Meclis’in kilit partisi oldu. Fakat “hayırcı siyaset” olarak ifade edilen tavrı dolayısıyla, Türkiye’nin 1 Kasım 2015’te “tekrar seçime” gitmesine neden oldu. Bu ara dönem aynı zamanda Bahçeli’nin Paralel Yapı ile arasına mesafe koymaya başladığı bir dönem olmuştur. Bahçeli HDP’nin içinde bulunduğu bir hükümetin ortağı olmaya hayır diyerek siyaseten MHP’nin intiharının önüne geçmiştir. Bahçeli buna hayır demekle kalmamış, Meclis Başkanı seçiminde dahi partisini HDP ile aynı adaya oy veren bir konuma sokmak istememiştir. MHP’nin önündeki diğer seçenek AK Parti ile koalisyon ortağı olmaktı. Bahçeli bu yolu da kapatmış ve “hayırcı tutumu” sayesinde 7 Haziran akşamı söylediği gibi ülkeyi erken seçime götürmüştür.
Gülen Örgütü’nün Karşısında
“Hayırda hayır vardır” sözleriyle varılan 1 Kasım’dan sonra Bahçeli, parti içi iktidar kavgalarıyla uğraşmaya başladı. Bu üçüncü evrede “Fethullah Gülen Hareketi” ni açıkça Paralel Yapı olarak nitelendirmeye başlamış ve partisinin “okyanus ötesi” tarafından yürütülen bir operasyonla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir.
Peki Bahçeli’ye bunları söyleten nedir?
2011’de partisine kaset kumpası yapıldığında işaret ettiği “okyanus ötesi” tehdidini neden 17-25 Aralık ile başlayan darbe sürecinde dile getirmekten imtina etmiştir?
İmtina etmek bir yana açıktan bu yapının amaç ve istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek ülkemiz yoktur” diyemeyip tehdit kendine yöneldiğinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek partimiz yoktur” demesi söz konusu yapının MHP’yi hedef aldığı tezini ortadan kaldırır mı? Bahçeli’nin son dönemde parti içi muhalefete karşı geliştirdiği mezkur argüman pek çok çevrede bu soruların gündeme gelmesine sebep olmuştur.
Olağanüstü Kongre’nin Anlamı
Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili tavrı aslında adaylığını açıklamadan önce belirginleşmişti. Ayrıca Akşener’in Paralel Yapı’ya karşı zaafı olduğuna dair yorumlar da öteden beri yapılıyordu. “Akşener’in, pragmatik davrandığını zannettiği, lakin zararlı çıkanın kendisi olacağı” dost acı söyler kabilinden edilen laflardı.
Yargı ve emniyet bürokrasisindeki MHP’liler, 17-25 Aralık’tan itibaren Paralel Yapı ile mücadelede etkin rol oynamışken, Akşener’in Gülencileri kayırır pozisyon alması pragmatizmle dahi tevil edilebilir görünmüyor.
Akşener’in “Ekmeleddin İhsanoğlu Paralel proje ise baş paralel Bahçeli’dir” ya da “Tutuklu polislerin haklarının iadesi MHP’nin seçim vaadiydi” gibi argümanlarla Bahçeli’yi sıkıştırması da son tahlilde kendisinin Paralel Yapı’ya müzahir duruş içinde olduğunu teyit etmektedir.
Akşener’in, MHP’yi merkez sağa açacağı, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’ın ise radikalleştireceği yorumları yapılmaktadır. Koray Aydın ise tüzük kongresi dahi yapılmadan Meral Akşener’le liderlik çekişmesine girerek gündeme gelmiş, bu da aslında söz konusu dört adayın Bahçeli karşısında güçlerini birleştiremeyeceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu manzara bile tek başına MHP’de yaşanan depremin çok hasar vereceğini göstermektedir.
Bahçeli, AK Parti’nin anayasa önerisinin referanduma taşınmasına yeşil ışık yaktığı için mi parti içi muhalefet harekete geçti sorusu da önemli. PKK’nın yapamadığını MHP tabanına yaptırmak, ülkücü gençleri sokağa döküp toplumsal gerilimi tırmandırmaya çalışmak da Paralel Yapı’nın MHP’ye yönelik ilgisinin arkasında aranabilir. 2013’ten beri Türkiye’de olan bitene bakınca, ikisi için de komplo teorisi diyemeyiz.
Ayrıca komplo teorisi diyerek tehlikeyi bertaraf etmiş olmuyoruz. Bilakis görüşü değersizleştirip olacak olana ön açıyoruz. Bahçeli’ye karşı çıkan muhalif isimlerin kimler tarafından desteklendiği de aslında bu işin akıbeti hakkında fikir veriyor. MHP’nin başarısız bir grafik çizmiş olması elbette parti içinde sorgulanabilir bir şeydir. Ancak söz konusu muhalif isimlerin MHP için bir ümit vadettiklerini söyleyen de çıkmamıştır. Mahkemenin kayyum kararı temyiz edilse bile, parti içindeki muhalefetin kongre talebi karşılanmadan MHP nispeten sakin bir limana demirleyemeyecektir.