Türkiye’de sol, genel olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çatısı içerisinde, kuruluşundan beri varlığını sürdürmektedir. Sağ ya da muhafazakar partiler içerisinde değerlendirilebilecek partiler ise (Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi) liderlerinden sonra siyasal ömürlerini tamamlamışlardır. Kuruluşundan 20 yıl geçtikten sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) geleceği için ne söylenebilir? Kaderi önceki sağ ya da muhafazakar partilere mi benzeyecektir. AK Parti üzerine kafa yoran bazı siyaset bilimciler, AK Parti’yi bazı partilerle özdeşleştirip, partinin kaderini de benzer şekilde tanımlama gayreti içerisindedirler. Bu ülkenin tarihini, sosyolojisini okuma konusunda sorunlu olan bakış açısı, AK Parti siyasetinin geleceğini okuyamaz.
Osmanlı’nın son dönemini, İkinci Meşruiyet siyasetini, “İttihad-ı İslam” ve Osmanlı’nın ayakta kalma çabalarını, Abdülhamit İslamcılığını, ilmiye sınıfının devletten tardedilmesini, tek parti döneminde yaşanan sıkışmışlığı, Adalet Partisi ile milletin siyaset yolu ile geleceğe olan umudunu yeniden kurmasını, yetmişlerin Milli Selamet ve doksanların Refah Partisi’ni, Soğuk Savaş sonrası dünyanın geçirdiği başkalaşımı okumadan ve AK Parti’ye liderlik eden Recep Tayyip Erdoğan’ı ön koşulsuz analiz etmeden, Türk siyaseti ve AK Parti’nin geleceği hakkında öngörü ortaya koymak zordur.
Siyasi ömrü yirmi yıla yaklaşan ve bugüne kadar serbest seçimlerle iş başına gelen partiler arasında en uzun süre iktidarda kalarak “Hakim Parti” unvanını kazanan AK Parti’nin siyasi ömrü Cumhuriyet Halk Partisi kadar uzun ömürlü olabilir mi, sorusunun sorulma zamanı gelmiştir. AK Parti iktidara geldiğinde ülkede fetret devri psikolojisi hakimdi. 28 Şubat süreci siyasetin doğasını bozmuş, ekonomik sistem çökmüş, siyasette ümitsizlik hakimdi. Bunun yanı sıra saygın bir devlet düzeni kurulamamış, devlet-millet arasında bağ kopmuş ve yatırımlar ile hizmetler konusunda büyük açıklar oluşmuştu. AK Parti iktidar süreci, alışılmış hükümet süreçlerinden farklı olarak, bir araştırmacı titizliği ile ülke problemlerini tasnif etti, güçlü kadroları ile adım adım kangren olmuş problemleri çözdükçe, oy desteğini artırmaya devam etti.
AK Parti’yi oluşturan omurga, sağcı partilerden bütünüyle farklıdır. Türkiye sosyolojisinde önemli bir yer tutan Refah Partisi kültürünün inşacı ve örgütlü yapısı, partinin omurgasını oluşturmaktadır. Kalkınmacı sağcılar ve vatanperver milliyetçiler, geleneksel tarikatlar, Soğuk Savaş cemaatleri, geniş halk kitleleri bu çatının altında temsil edilmektedir. Bu yelpazenin bütününün siyaseti, sokaktan uluslararası ilişkilere kadar bütün detayları ile bilen bir lider tarafından deruhte edilmesi de tamamlayıcı bir güçtür.
AK Parti’nin saat gibi çalıştığı yıllar, Sayın Cumhurbaşkanı’nın başbakan olduğu yıllardı. Sokakta konuşulan en küçük bir talebin dahi hissedilerek yönetime yansıması, dünyada eşi görülmemiş düzeyde doğrudan demokrasi örneği idi. Durduk yerde bir parti yüzde 50 oy tabanını sabit kadem yapamazdı. Liderin Cumhurbaşkanı olması ve partiyle ilişkisinin kopması, partinin yaşamış olduğu zorluklar ve 15 Temmuz darbe girişiminin yaşattığı travmalar, AK Parti’yi birçok alanda çıkmaza sokmuştu. İkinci yirmi yılında aranması gereken çözüm partinin kendi kültürü içerisinde mevcuttur. Bir siyasi parti içerisinde kör noktaların oluşması ve bazı gurupların kendi önceliğini millet çıkarına yeğlemesi, bu halin içselleştirilmesi, partiler için sorunlu alanlardır. Siyasetnamelerde, örgütlü yapılar ve devlet aygıtı, insan vücuduna benzetilir, kanın en kılcal damarlara kadar gitmesi ve sağlıklı bir şekilde geri gelmesi işleyen bir örgüt mekanizması ile özdeşleştirilir. Siyaset geleneğimizde ikinci hükümet dönemine varmadan birçok siyasi parti çözülmüş ve halk desteğini kaybetmiştir. AK Parti geleneksel partilerden farklı olarak lider etkisi ile toplumun değişim talebini ve siyasi kadroları sıklıkla değiştirerek partiyi ve toplumsal talebi diri tutmayı başarmıştır. İkinci yirmi yılda daha köklü yaklaşımlara ihtiyaç vardır.
Bugünkü siyasal ortama baktığımızda bazı hüküm cümleleri ile durumu tanımlayabiliriz.
- Toplum henüz AK Parti dışında bir partiyi hükümet etmeye yetkin görmemekte, desteğini yüzde 40 civarında partinin arkasında tutmaktadır.
- Muhalefetin birinci büyük partisi sosyolojik bir sıkışmışlık yaşamaktadır ve bunu aşmak için bütün çabaları yetersiz kalmaktadır.
- Cumhurbaşkanlığı için Millet İttifakı’nın bilinmeyenleri çoktur, bunca bilinmeyen halk nezdinde tedirginlik oluşturmaktadır.
- HDP’nin siyasete dair rotasını belirlememesi, Türk siyaseti üzerinde olduğu kadar Millet İttifakı için de bir baskı unsuru olmaktadır.
- Türk toplumu Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmekte ve buna karşılık AK Parti’nin iyi şeyler yapmasını istemektedir.
Sosyolojinin ve Ekonominin Dönüşümü
AK Parti hükümetleri yirmi yıl içerisinde sosyolojiyi dönüştürmüş, seçmen büyük oranda kentlere yerleşmiş kırsal nüfus azalmıştır. Bilgi toplumunun getirdiği erişim imkanları, okullaşma oranları, üniversite mezunlarının oldukça fazla olması, geleneksel üretim biçimlerinin değişmesi yeni bir toplum yapısı ortaya çıkarmış ve bu toplumun yepyeni talepleri belirginleşmeye başlamıştır.
AK Parti siyaseti, 2002’de olduğu gibi ikinci yirmi yıl için de hiçbir önyargı ortaya koymadan, ülke için yirmi yıl önce var olan taleplerin yüzde 95’inin karşılandığını düşünerek yeni sosyolojinin yeni taleplerini ele alıp, öncelik sırasına göre siyasi vaade dönüştürmelidir. Eğitim alanında mekansal ihtiyaçlar yerine eğitimin içeriği ve uluslararasılaşması, sağlıkta kalite ve sağlık turizmi, üretimde Ar-Ge ve bilgi teknolojileri, ihracat, uluslararası rekabet, savunma sanayii alanında başlayan ivmenin tıbbı ilaç ve medikal alanında genişlemesi ve (başlı başına bir başlık ayıracağım) dijital ekonomi devrimi… Bu yazılanlar bir öngörüdür. Halkın mutlaka daha farklı talepleri vardır ve siyaset bunu okur.
Demokrasi Her Zaman
Özgürlükler ve demokrasi konusunda geleceğe dönük iddia ortaya koyan hükümetler, bugüne kadar neden yapmadın, eleştirisiyle karşı karşıya kalıyorlar. Demokrasi ve insan hakları, insanlık geliştikçe olgunlaşan süreçlerdir. Batı, demokrasi tarihini kendi takdimlerinde, asırlar öncesine dayandırır, fakat İkinci Dünya Savaşı sonrasında ancak Batılı devletler ve ABD’de sınırlı kalmak kaydıyla bir demokratikleşme süreci yaşanmıştır. Bu süreç, 11 Eylül saldırılarına kadar devam edebilmiştir. Demokrasinin gelişimi insanlığın gelişimi gibidir. Bu sürecin son noktası yoktur. Özgürlükler konusunda Türkiye dünyaya öncülük edebilir. Çünkü Batı’yı sınırlandıran tarihi sorunlar, Türkiye için geçerli değildir. Batı’yı sınırlandıran sorunlu alanlar üç sembolik dönemle ele alınabilir.
1) Eski Yunan: Sitenin içindekiler her türlü demokratik ve insani haklara sahipken, sitenin dışındakiler ise yarı insan yarı hayvan ve köle sayılıyordu. Bu iç ve dış meselesi, Batı kültür tarihinin bütününde görülür.
2) Katolik Mezhebi ve Orta Çağ: Katolik mezhebi için kendi mezheplerinin dışında bütün dinler, bütün mezhepler putperestliktir ve Yahudiler Hz. İsa’yı (as) öldüren insanlardır. Yabancı düşmanlığının, Yahudi-Müslüman düşmanlığının kökü bu inanca dayanır.
3) Sömürge Geçmişi: Batılı devletler, var olan sömürgelerinden vazgeçmedikleri gibi diktatörlerle iş birliği yapmak gibi bir zorunlulukları vardır.
Türkiye ise gelişmiş demokrasi ve insan hakları konusunda dünyaya örnek olabilir (böyle bir önerme müstemleke ruhlu insanlara ne kadar absürt gelse de). Bu güruhta, kimse bilimsel keşif gibi soylu işleri kendi milletine yakıştırmaz. Bu iddianın karşılığı vardır. Özgürlüklerin hissedilme katsayısı, İstanbul’da her daim Batı başkentlerine oranla daha yüksektir. Yine Batı, insan hakları konusunda yeni bir başkalaşım yaşamaktadır. Dünyada sol hareketler, büyük iddialarını kaybettikten sonra, marjinal gurupların özgürlük talepleri ile sınırlı kalırken, yabancı karşıtlığı ve başka dinlerden olanı dışlama, Batı'nın yeni sorunu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda sivil toplum alanının yeniden güçlendirilmesi, çıkar guruplarının ideolojik taleplerden ziyade kendi gurupları ile ilgili alanlara yoğunlaşmaları, medya düzeninin sağlıklı bir zemine oturması, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) darbe süreci ile daralan toplumsal ilişkilerde yeni bir genişleme yaşaması, bu dönemin temel karakteri olabilir.
Bir siyasi partinin geleceğini şekillendirme konusunda, elbette geçmişte yaptıkları önemlidir. Fakat gelecek için ortaya koyacağı vizyon, yaptıklarından daha önemlidir. Eski dönem partilerinin ülke genelinde yatırımlar ve kalkınmadan bahsetmesi, siyasi vaatler açısından bir anlam ifade ediyordu. Bugün Türkiye’nin altyapı sorunlarının, Batı Avrupa’nın en kurumsal ülkesi olan Almanya düzeyine ulaşmasından sonra, benzer siyasi vaatler, siyasal karşılık bulamamakta, daha iyi bir demokrasi, daha iyi bir ekonomi, bilgi teknolojileri konularında devrimci bir yaklaşım daha büyük önem arz etmektedir.
Dijital Devrim Ekonomisi ve Coğrafyanın Bereketi
Her devrin devrim sayılabilecek ekonomik modelleri vardır. Son dönemlerde İHA ve SİHA teknolojileri her zeminde konuşulmaktadır. Bu durum yeni bir teknolojik ve ekonomik dönüşümün habercisi olduğu içindir. Bugünden sonra hükümetin kendisini büyük yatırımlar üzerinde anlatma devri son demlerini yaşamaktadır.
Dijital çağ, baş döndürücü bir şekilde insanlığın gidişatına yön vermektedir. Türkiye’nin en büyük avantajı, bütün gelişmelere açık olan dinamik bir nüfus yapısına sahip olmasıdır. Mekansal olarak 200 üniversite ve sayısı binleri bulan teknoparklar ve AR-GE merkezleri ile birlikte yalnızca Türk gençleri için değil Ortadoğu, Afrika’nın tamamı, Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlardaki yazılım, yapay zeka ve bilgi teknolojilerine yatkın bütün gençlerin parçası olduğu bir dijital devrim modellemesi, büyük Türkiye’nin yeni vizyonu olabilir. Bir milyon yazılımcı yetiştirme iddiası, Türkiye için en çılgın projedir.
Kuantum temelli bilgisayar, yüksel matematik, astrofizik, ileri tıp teknolojileri, uzay bilimleri alanlarında, Anadolu’nun bütün coğrafyaya teknoloji üreten ve bu üretimi dünyaya arz eden bir merkeze dönüşmesi, ancak Türkiye ölçeğinde bir ülke için dönüşüm addedilir. Bu alt başlık detaylandırmaya açıktır.
Çok Yönlü Çok Taraflı Dış Politika
Bir yüzyıl toprak kaybetmiş, bir yüzyıl boyunca savunma hattını korumaya çalışan Türkiye’nin yeni bir döneme geçme zorunluluğu vardır. Bu yeni dönem diplomasisi bir yönüyle İngiliz diplomasisi gibi görünmez olmalıdır. İki yüz yıllık sıkışmışlıktan dolayı çoğu zaman devletler arası ilişiklilerde “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” kabilinden bütüncül sonuçlar doğuran yaklaşımlar geride kalmıştır. Bugün bir bölgesel güç haline gelen Türkiye, başta yumuşak gücün senkronizasyonu olmak üzere, birçok alanda yeni vizyona göre insan kaynağı ve etkin bir düşünce zenginliği ortaya koymalıdır. Başta YÖK yapısı ve bazı devlet kurumları ve bazı akademik yaklaşımlar, Soğuk Savaş kalıplarının dışına çıkamamıştır. Dünya coğrafyasının ve dünya devletlerinin en az yarısı ile zorunlu olarak diplomasi masasında olan Türkiye’nin birçok kurumunu ülke gücüne muvafık hale getirmelidir. Çok yönlü çok taraflı dış politika yapan ve bir bölge gücü olan Türkiye kendini bu iklime daha hazır hale getirmelidir.
Anadolu mihver teorisinin kalbinde olan jeopolitik konumu nedeniyle komşularından herhangi birisiyle attığı bir adım onlarca artçı şok oluşturmaktadır. Güvenlik, ticaret, teknoloji transferi, iş birlikleri, karşılıklı çıkarlar, göçler devletleri birleşik kaplar haline getirmiştir.
Soğuk Savaş sonrası kendi pozisyonunu güçlendiren ulus devletini kendi iç dinamikleri ile tahkim eden, Suriye iç savaşında karşı karşıya kaldığı sorunları çabuk anlayan ve dünyada ittifak sistemlerinin ulus devletleri çıkmaza soktuğunu gören Türkiye, dünyada birçok devlete öncülük edecek şekilde bağımsız, çok yönlü, çok taraflı diplomasi kabiliyeti geliştirecek bölgesel güce dönüşmüş ve sert gücü ile bunu konsolide etmiştir. Şimdi sert gücü ile elde ettiği genişlemeyi daha güçlü demokrasi, daha etkin diplomasi ve yeni ekonomi ile sürdürebilir hale getirmelidir. Bir ülkenin güçlü olabilmesi için güçlü bir tarih ve kültür birikimi güçlü bir ordu ve güçlü bir ekonomiye ihtiyacı vardır. Güçlü bir ordusu ve güçlü bir geleneği olan Türkiye, yeni ekonomik yaklaşımlarda üçlüyü tamamlayabilir.
Siyaset ve Misyon
AK Parti siyasal ve kültürel bir misyona sahip olmakla beraber bir kitle partisi olarak bugüne kadar daha çok yatırımlar, reformlar, hizmetler ve lider etkisi ile oy alan bir parti konumunda idi. Bugün ise siyasi rekabet güç kazanmış yalnızca hizmet anlatımıyla siyaset zemininde tutunmak zor görünüyor. AK Parti misyonunu tarihten, dinden, vatanperverlikten, Anadolu uygarlığından, İslam medeniyetinden ve Cumhuriyet siyaset kodlarından alan bir partidir. Bir yönüyle kitle partisi olarak misyon üstlenmek AK Parti için daraltıcı olmaz. Türk seçmeninin yüzde 70’i bir kez olsun AK Parti’ye oy vermiştir. Onun misyon öncelemesi en azından bu kitleyi kuşatacak düzeyde olmalıdır. Üyeden genel merkeze kadar bir misyon kuşanmaya ihtiyaç vardır. Ve inanan insan hem partisini savunur hem de sorun gördüğü alanları düzeltmeye çalışır.
AK Parti’yi şekillendiren gelenek, tarihten bugüne reformcu olmuştur fakat devleti ıslah ederken sistemi örselememiştir. Her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan devrimci bir lider olsa da bu devrimcilik daha çok yasaklara karşı duruş ve yeni reformlarla ilgili olmuştur. İkinci yirmi yıla adım atarken partide ve hükümette önemli fikri kurumsal ve insan unsuru üzerinde bir ıslahat yapma ameliyesini öncelemelidir. Yeni yirmi yılın ince siyaseti hissedilir düzeyde olmalıdır.
Sonuç olarak; bir ülkede değişim ve dönüşüm daha çok muhalefetten beklenir. Halihazırdaki muhalefet partileri bu misyonu üstlenecek müktesebata sahip olmadıkları için, ikinci yirmi yıla yeniden yapılanma ve reform düşüncesi ile girmek sorumluluğu AK Parti’ye düşmektedir. Çinli siyaset bilgesinin ifade ettiği gibi “Duruma bak, rakibe bak, kendine bak”.