21. yüzyılın insanlığa son armağanı yeni tip koronavirüsün (Covid-19) ortaya çıkmasının üzerinden bir yıldan fazla süre geçti. Ancak salgın, dünya genelinde 168 milyonu aşkın insana bulaştı ve 3 milyonu aşkın insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Toplum sağlığını son derece ciddi boyutta tehdit etmeye devam eden salgın, küresel ekonomide etkisi yıllar boyu hissedilecek olan ekonomik krizi de peşi sıra sürükledi. 2020’de 140 milyon insanın daha aşırı yoksulluğa itildiği tahminlere yansırken; salgının etkisini hafifletmek amaçlı başvurulan sosyal mesafe kısıtlamalarının (karantina, kısmi karantina, sokağa çıkma yasakları, müşteri sayılarının sınırlandırılması vb.) da etkisiyle çok sayıda iş yeri kepenk indirdi ve 250 milyon kişi işsiz kaldı.
Amerika başta olmak üzere diğer gelişmiş ülkeler, mali teşvik paketleri ve son derece gevşek düzeyde yürüttükleri para politikası ile ekonomiyi canlandırma yoluna gittiler. Çeşitli makroekonomik sıkıntılara dayalı manevra alanı bu ülkelere kıyasla daha dar olan gelişmekte olan ülke ekonomileri ise doğrudan transferlerde görece geride kalsalar da ek teşvikler ve düşük faiz oranları ile ekonomilerini desteklediler. Ancak Covid-19 krizi, kendisinden bir önceki küresel krizden -2008 Küresel Finans Krizi- farklı olarak riskli finansal varlıkların alınıp/satılması ile değil; insandan insana bulaşması nedeniyle aynı zamanda bir sağlık krizidir. Bu nedenle, bu krizin getirdiği ekonomik sorunlarla başa çıkmak için başvurulan para transferi, düşük faizli krediler, kira destekleri vb. politikalar ekonomik toparlanmayı destekleyecektir ancak sınırlı oranda.
Ekonominin Aşılanması
Covid-19 krizi ile başa çıkabilmek, salgın öncesi ekonomik büyüme ve istihdam düzeylerine erişebilmek için sadece para aktarım mekanizmalarını kullanmak yeterli değildir. Dahası, belirli ve formel sektörleri destekleyen, enformel istihdama katkı sunmayan bu destekler, gelecek nesilleri daha fazla borç yükü ile baş başa bırakarak ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğine zeval vermektedir.
Diğer yandan dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, salgının bulaş hızını azaltmak amacı ile çeşitli sosyal mesafe kısıtlamalarına başvurmuşlar/başvurmaktadırlar. Birçok ülke zaruri ihtiyaçlar satan işletmeler hariç tüm işletmelerin kapanması ile tam karantina önlemlerine başvurmuştur. Bu ülke örneklerinden de öngörüleceği üzere kısıtlamalar süresince kayıtlı Covid-19 vaka sayılarında düşüşler yaşanmış ancak kısıtlamaların gevşetilmesinden belirli bir süre sonra vaka sayılarındaki artışlar istatistiki verilere yansımıştır. Bu nedenle alınan sosyal mesafe tedbirleri, salgın hızını yavaşlatmaya yarayan geçici önlemlerdir. Bunun yanı sıra bu tedbirlerin ekonomik maliyetleri de bulunmaktadır. Buna istinaden, birinci ve ikinci dalgaların etkisiyle tam kapanma önlemlerine sıklıkla başvurulan 2020’de dünya ekonomisi yüzde 3,3 oranında küçülme kaydetmiştir. Küresel yeni ihracat siparişleri ve imalat PMI (satın alma yöneticileri) değeri ise Nisan 2020’de sırasıyla 27,1 ve 39,6 -eşik değer 50 seviyesidir- ile dip seviyeleri görmüştür. Bunun dışında Avro Bölgesi’nde gidilecek olan her ekstra bir aylık karantinanın bölgenin 2021 GSYH’sinde yüzde 0,3’lük azalmaya yol açacağı tahmin edilmektedir.
Etkin Çözüm: Küresel Aşılama
Avustralya ve Yeni Zelanda örneklerinde de görüldüğü üzere dünyanın geri kalanına sınırları kapatmak, sıkı tedbirlere başvurmak vaka sayılarını sıfırlamaktadır. Ancak bu sistem günümüz dünyasında mümkün değildir. Bu nedenle hem toplum sağlığını hem de ekonomiyi desteklemek için başvurulacak yegane çözüm etkin, hızlı, güvenli ve adaletli küresel aşılamadan geçmektedir. Çünkü sürü bağışıklığını destekleyecek kadar aşılama oranlarına ulaşılmadığı takdirde insanlar günlük yaşantılarına geri dönemeyecek, çalışanlar iş yerlerinde rahatlıkla çalışamayacak ve güvenli seyahat/tatil ve sosyalleşme planları sürekli şüpheye mazhar olacaktır.
Bir yıldan daha kısa sürede geliştirilen ve devlet otoritelerinden hızla onay alarak kullanılmaya başlanan çeşitli Covid-19 aşıları ile bu süreç devam etmektedir. Aşılama yarışını önde götüren ülkeler ise aşı firmaları ile çeşitli ön alımlar gerçekleştirerek öncelikli olarak aşıya ulaşan ülkeler olmuştur. Güncel oranlarla İsrail nüfusunun yüzde 62,9’unu, Birleşik Krallık yüzde 59,09’unu, Kanada yüzde 51,33’ünü, ABD yüzde 48,83’ünü ve Almanya ise yüzde 40,12’sini en az tek doz aşı ile aşılamıştır. İçlerinde yüksek aşılama oranı yakalayan bu ülkelerin de yer aldığı ve dünya nüfusunun yüzde 13’ünü temsil eden yüksek gelirli ülkelerin 2021’de toparlanmaya başladıkları görülmektedir. Buna göre bu ülkelerde -hizmet PMI değerleri her ne kadar üçüncü dalga etkisiyle geriden gelse de- nisan imalat PMI değerleri eşik seviye olan 50’nin üzerinde seyretmiştir. Öte yandan Avrupa Birliği için öncül gösterge olan Belçika İş Dünyası Güven Endeksi, mayısta 6,5 ile salgın önceki seviyelerini yakalamıştır. 2021’de sağlık tarafında yeni mutasyonların yayılım hızı ve aşıların bunlara karşı etkinlikleri ve aşılama hızı; ekonomi tarafında ise teşvik paketleri ve para politikasının seyri bu ülkelerdeki rotayı belirleyecek iken IMF tahminlerine göre ABD ekonomisi yıl sonunda yüzde 6,4 ve Avro Bölgesi ise yüzde 4,4 oranında büyüme kaydedecektir.
Dünyanın Üçte Biri Aşıya 2022’de Erişecek
Altı çizilmesi gereken husus ise yüksek gelirli ülkelerin aşı tedarik zincirlerinde baskıya neden olacak şekilde yürüttükleri aşı milliyetçiliği politikaları, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde baskı oluşturmasıdır. Bu yüksek gelirli ülkelerin, küresel aşı tedarikinin yüzde 51’ine hakim olduğu bilinmekte iken dünya nüfusunun geri kalanının üçte birinin 2022’ye kadar aşıya erişemeyeceği tahmin edilmektedir. Bunun ekonomi için anlamı ise çoğu ülkenin en az 2022’ye kadar salgın önceki üretim seviyeleri yakalamayacağıdır. Öte yandan salgının en çok enformel işlerde çalışanları, kadınları, çocukları ve toplumdaki diğer dezavantajlı grupları etkilediği düşünüldüğünde -halihazırda küresel risk olan- aşırı yoksulluk ve yoksulluk üzerindeki baskının artacağıdır. Aşının gerekli şekilde uygulanmadığı takdirde doğuracağı risk Hindistan üzerinden net bir şekilde görülebilmektedir. Dünyadaki aşıların yüzde 60’ının Hindistan’da üretilmesine rağmen, Modi hükümeti tarafından uygulanan yanlış politikalar neticesinde ülkedeki aşılama oranı yüzde 10,8 ile sınırlı kalmıştır. Nüfus yoğunluğu, nüfusun kırsal alanlarda yaşaması, su sanitasyonundan yoksunluk ve ortak kullanım banyo alanlarına sahip olmak -hatta çoğu zaman buna sahip olamamak- sosyal mesafe kısıtlamalarını sınırlandırmakla kalmamakla, bu uygulamaları yok saymaktadır. Üzücü bir şekilde Hindistan’ın bu yolda yalnız olmaması etkin ve hızlı aşılamanın gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Nihai kertede, bu yüzyılda verilecek kararlar çağımızın en belirleyici seçimleri olacaktır.