İran İslam Cumhuriyeti, kurulduğu günden itibaren her zaman uluslararası krizlerin merkezinde oldu. Batı dünyası ile kurduğu problematik ilişkiler, zaman zaman ciddi kriz seviyesine yükseldi, zaman zaman da idare edilebilir bir seviyede korundu. 2000’lerin başından itibaren İran’ı küresel kriz gündeminde baş sıralara yerleştiren en önemli konu, İran’ın nükleer faaliyetleri oldu. İran, nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğunu iddia etse de başta ABD olmak üzere Batı dünyası İran’a güvenmedi.
İran ve Uluslararası Sistem
İran’ın nükleer faaliyetlerinin uluslararası denetime açık ve tamamen şeffaf hale gelmesi adına yürütülen bir dizi müzakerenin ardından 2015’te nükleer anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) imzalanmıştı. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de anlaşmadan çekilmesinin ardından İran nükleer faaliyetlerine hız vermişti. Joe Biden’ın ABD Başkanlık koltuğuna oturmasıyla müzakereler yeniden başlasa da henüz bir sonuca ulaşılabilmiş değil. Tarafların isteksizliği ise dikkat çekici. İran tarafı, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile birlikte muhafazakar bir müzakere takımı oluşturdu. Reisi/Abdullahiyan ikilisi, Ruhani/Zarif ikilisinin esnekliğine ve anlaşma isteğine sahip değil.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve sonrasındaki gelişmeler de nükleer müzakereleri uluslararası gündemin alt sıralarına itti. Ve bu noktada özellikle İran-Rusya iş birliği, ABD’yi ciddi şekilde rahatsız ediyor. Ukrayna üzerinden dolaylı olarak savaştığı Rusya’ya dronlar (insansız hava aracı) ile yardım eli uzatan İran’ı rahatlatacak bir nükleer anlaşma, şu an için ABD’nin gündeminde yok. Öte yandan İran’daki protestoları gerekçe göstererek, İran’a karşı tutumunu oldukça sertleştiren Almanya’nın da yeni bir anlaşma için çalışmayacağı ortada. Dolayısıyla nükleer anlaşma için ufukta bir umut görülmüyor.
Ukrayna’daki savaş, İran’ı yalnızca nükleer mesele üzerinden etkilemedi. Ukrayna savaşı İran için iki fırsat ortaya çıkardı. Bunlar, Rusya’dan doğan enerji arzı boşluğunu doldurmak için Avrupa’nın ihtiyaç duyacağı uygun bir aday olarak öne çıkmak ve Rusya ile geliştireceği ilişkiler üzerinden hem Batı dünyasına cevap vermek hem de Rusya ile daha dengeli bir ilişki tarzına kavuşmak olarak ifade edilebilir. İlk seçenek, aslında Rusya’nın müdahalesiyle daha ilk anda geçersiz kılındı. Rusya, İran ile yapılacak bir nükleer anlaşmaya onay verebilmek için ABD’den yazılı garanti istedi. Buna göre, Ukrayna savaşından dolayı kendisine uygulanan yaptırımların İran ile ticaretine zarar vermemesi talep ediliyordu. Daha sonra Rusya, bu talebin kabul edildiğini söylese de nükleer müzakerelerde ilerleme bir türlü sağlanamadı. Dolayısıyla İran’ın alternatif enerji kaynağı olma arzusu da darbe yedi. Elbette İran’ın bu isteğini engelleyen bir diğer faktörün de ABD olduğunu unutmamak gerekiyor. Yukarıda ifade edildiği gibi ABD, Rusya ile yakın ilişkilere sahip İran’a hayat öpücüğü olacak gelişmelere izin verecek bir durumda değil.
İkinci fırsat ise İran için pratiğe dökülmüş durumda. Savaşın, Moskova’nın hesap ettiğinden çok daha uzun sürmesi, Rus ordusunun savaş sahasında silah kaynaklarını tüketmesi ve yeni nesil savaş teknolojilerinin belirleyici hale gelmesi gibi sebepler, Rusya’yı İran’dan silah satın almaya itti. Bu anlamda İran, Rusya’ya çeşitli tiplerde dron sağlamaya başladı. Her ne kadar İran, önce Rusya’ya dron sattığını inkar etse de daha sonra dronların “savaş öncesi” verildiği gibi hukuki bir gerekçe ve korunak oluşturarak, bu durumu kabul etti. İran dronlarının sahada ne kadar etkili olduğu net olarak bilinmiyor. Dolayısıyla bu savaş, İran dronları için de bir test işlevi görüyor.
Öte yandan İran-Rusya ilişkileri açısından dron ticaretinin etkisi çok daha açık. Ukrayna savaşı sonrasında Tahran-Moskova hattında temasların ve iş birliklerinin hızlandığı görülüyor. Askeriyeden enerjiye, havacılıktan ticarete pek çok alanda artan iş birliklerini görmek mümkün. Rusya ile yüksek seviyede bir iş birliği, İran için Suriye ve Güney Kafkasya’da daha iddialı davranışlara kapı aralayabilir.
İran’ın yoğun ilişkilere sahip olduğu Batı dışı dünyadan bir diğer önemli aktör ise Çin. Pekin yönetimi, global sahnedeki ekonomik gücünü siyasi ve askeri güce tahvil edebilmek adına uzun yıllardır sabırlı bir siyaset izliyor. Ortadoğu’ya ekonomi üzerinden bir açılım sağlamaya çalışan Pekin, bu anlamda pek çok aktörle iyi ilişkiler geliştirmeye gayret ediyor. Bu bağlamda İran, Çin için iki açıdan öne çıkan bir aktör: Birincisi, sahip olduğu enerji kaynakları, enerji ihtiyacı yüksek olan Çin için cezbedici bir durum. İkincisi ise İran’ın jeostratejik konumu. Ticaret yolları üzerinde olması, İran’ı önemli kılıyor. Ama Çin için İran’ın bir başka önemi de var. Özellikle rakibi Hindistan’ın yatırım yaptığı Çabahar Limanı’nı dengeleme adına Pakistan’daki Gwadar Limanı dışında İran’ın Körfez kıyısındaki limanlarında etki sahibi olmak önemli.
Bu anlamda Çin ile İran arasında 2021’de bir stratejik iş birliği anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre Çin’in İran’a 400 milyar dolarlık bir yatırım yapacağı ve karşılığında ülkenin yatırım alanları, madenleri ve limanları üzerinde söz sahibi olacağı iddia ediliyordu. Bahsi geçen anlaşma, İran Meclisinin onayına sunulmadı. Bu sebeple aslında hukuki bir geçerliliği şu an için yok. Ancak bir çerçeve anlaşma olarak bile İran içinde ve dışında pek çok tartışmayı tetikledi. İran’ın Çin’e peşkeş çekildiği ve Çin’in bir müstemlekesi olacağı türünden eleştiriler, İran yönetimine yöneltildi.
Anlaşmayı eleştirenleri haklı çıkaracak önemli bir gelişme ise Aralık 2022’de yaşandı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Suudi Arabistan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret sırasında yayınlanan Çin ve Suudi Arabistan’ın ortak açıklamasında, İran’ın bölgede müdahaleci faaliyetlerde bulunduğu vurgulanıyordu. Daha sonra gerçekleştirilen Çin ve KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) arasındaki zirve sonucunda yayınlanan ortak açıklamada da İran ile BAE arasındaki ihtilaflı üç adaya dair sorunları çözmek üzere her türlü barışçıl girişimin destekleneceği ifade edildi. Bu açıklamalar sonrası İran Dışişleri Bakanlığı, Çin’in Tahran büyükelçisini çağırdı ve Tahran yönetiminin rahatsızlığını iletti. Ayrıca İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan da yaptığı açıklamada, Körfez’de bulunan Ebu Musa, Büyük Tunb ve Küçük Tunb adalarının İran’a ait olduğunu ve bu durumun tartışmaya kapalı olduğunu söyledi. Çin’in Körfezle kurduğu ilişki biçiminden rahatsız olan İran’daki bazı çevreler, 25 yıllık stratejik iş birliği anlaşmasının bir hata olduğunu da dile getirmeyi ihmal etmediler. Çin-İran arasındaki ilişkilerde güven sarsıcı gelişmeler, 2023’te de etkisini hissettirecek gibi görünüyor.
İran’ın Bölgesel Siyaseti
İran’ın bölgesel siyaseti, 2022’de de tesiri altındaki ülkeler için istikrarsızlıklar ve krizler üretmeye devam etti. Bu anlamda öne çıkan ülkelerin başında Irak geliyor. Irak’ta Ekim 2021’de düzenlenen parlamento seçimlerinden beri ortalık durulmuş değil. Seçimlerde kendi desteklediği aktörlerin hezimete uğraması, İran için hazmedilmesi zor bir lokmaydı. Bu sebeple vekil kuvvetleri üzerinden Irak siyasetini dizayn etmeye çalışan İran, Irak’ta istikrarsızlıklara sebep oldu. Bağımsızlık yanlısı Mukteda es-Sadr gibi figürlerin takipçilerini sokaklara dökmesi de bir noktaya kadar etkili oldu. Nihayetinde İran baskın çıktı ve kendisine yakın Muhammed Şiya es-Sudani’nin başbakanlığındaki hükümet, yaklaşık bir yıllık bir krizin ardından görevine başladı.
Öte yandan Irak’taki siyasi kriz, İran-Suudi Arabistan normalleşme süreçlerini de akamete uğrattı. Irak’ın arabuluculuğunda gerçekleşen yakınlaşma süreci, ülkedeki istikrarsızlık sebebiyle sağlıklı işleyemedi. Sudani’nin başbakanlığı sonrasında süreç yeniden başlasa da henüz nihayete ermiş değil.
İran’ın bölgesel siyasetinde en önemli gündem maddelerinin başında Güney Kafkasya geliyor. Karabağ’ın işgalden kurtarılması sonrası bölgede oluşan yeni jeopolitik dengeler, İran’ı başından beri rahatsız ediyor. Zengezur koridorunun açılmasını kendi ulusal güvenliğine bir tehdit olarak yansıtan İran, 2022’de iç ve dış siyasetindeki tüm sorunları bir kenara koyup Güney Kafkasya meselesiyle ayrıca ilgilendi. Tarihsel olarak bölgeyi kendi toprağı kabul eden İran, Zengezur koridorunun faaliyete geçmesiyle birlikte Ermenistan ile olan kara bağlantısının kesilecek olmasından son derece rahatsız. Diğer taraftan İran-Azerbaycan gerilimi, aslında bir boyutuyla Türkiye-İran gerilimini de besliyor. Zira İran, Türkiye-Azerbaycan iş birliğini de tehdit olarak kodlamış durumda.
Bu anlamda Azerbaycan sınırında askeri tatbikatlar düzenleyen Tahran yönetimi, Ermenistan’ın Kapan kentinde bir başkonsolosluk da açtı. Ermenistan’ın Azerbaycan sınırında yer alan Kapan kenti, İran’a da oldukça yakın. Tahran yönetiminin bu ve benzeri hamleleri, Zengezur koridorunu engelleme amacı taşıyor. Bazı üst düzey İranlı komutanlar, bu koridorun açılmasına izin vermeyeceklerini defalarca dile getirdiler. İran’ın attığı adımlara karşılık Azerbaycan yönetimi de sert mesajlar verdi. 2022’de yükselen tansiyon henüz yatışmış değil.
Sonuç ve Değerlendirme
2022’ye girilirken İran dış siyasetinde belirleyici olan önemli gündem maddeleri bulunuyordu. Bu gündemin büyük oranda 2023’e devrettiğini söylemek mümkün. 2022 İran için dış siyasetteki fırsatlar ve krizlerin nihai çözüme ulaşmayıp olumlu/olumsuz etkileri bakımından değişkenlik arz eden bir görünümle sürdürüldüğü bir yıl oldu. Nükleer müzakerelerde ilerleme sağlanmasına rağmen bir türlü taraflar anlaşma metni üzerinde uzlaşamadı. Rusya ile ilişkilerde gelişme gözlemlenirken Çin ile ilişkilerde ise kriz dikkati çekti. Güney Kafkasya’daki Azerbaycan ile olan gerginlik bitmek şöyle dursun artarak devam etti. Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler belirli bir seviyede korunurken, zaman zaman arızi sorunlar da yaşandı. İran, bölgesel siyasetindeki gerilimi azaltmadı. Özellikle Irak siyasetine olan dolaylı müdahaleleri 2022’ye damga vurdu. Suudi Arabistan ile normalleşmede muhtelif adımlar atılsa da son nokta koyulamadı. Sonuç olarak, 2022 İran dış siyasetinde göreli kazanımlar ve kayıpların olduğu ve bu tablonun büyük oranda 2023’e devredildiği bir yıl oldu.