Kriter > Dış Politika |

Esed'in Çin Ziyaretinden Pekin’in Bölgeye Yönelik Stratejilerini Anlamak


Zamanı çok fazla geri sarmadan, yalnızca Aralık 2022’den günümüze doğru getirdiğimizde, Çin’in Ortadoğu’ya yönelik bir diplomasi atağına giriştiği ve dahası bunu Küresel Güvenlik Girişimi ve Kuşak Yol İnisiyatifi başta olmak üzere farklı dış politika enstrümanlarıyla ya da üyesi olduğu çok taraflı organizasyonlarla ilişkilendirerek desteklediği görülüyor.

Esed'in Çin Ziyaretinden Pekin in Bölgeye Yönelik Stratejilerini Anlamak
Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi ile Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi için Suudi Arabistan'a gelen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping Riyad’da (Royal Court of Saudi Arabia/AA, 8 Aralık 2022)

2022’nin son çeyreği, Çin Halk Cumhuriyeti’ni takip eden pek çok uzman açısından yeni bir stratejinin hayata geçirildiğinin aleni ilanı olmuştur. Özellikle Aralık 2022’de, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından gerçekleştirilen Suudi Arabistan ziyareti ve bu ziyaret kapsamında yürütülen faaliyetler, “Ortadoğu’da Çin Yüzyılı” söylemlerini güçlendirmiştir. Öyle ki bu ziyaret esnasında Şi’nin gösterişli karşılama töreniyle, ABD Başkanı Biden’ın karşılanması sık sık mukayese edilmiş, Çin’in katılım gösterdiği Çin-Arap Devletleri Zirvesi ve Çin-Körfez İş birliği Konseyi Zirvesi’ne katılan bölge ülkeleri ise başta “Tek Çin” ilkesi olmak üzere, Çin’in “diplomasi ön şartları”nı koşulsuz şartsız kabul ettiklerini kayıtlara geçirmişlerdir. Dahası, Çin-Körfez İş Birliği Konseyi Zirvesi’nin sonuç bildirisinde, Çin’in İran’a yönelik ifadeleri, Tahran cephesinde sert yanıt bulmuş ve bu durum Çin’in karşı karşıya kaldığı yeni bir sınama olarak yorumlanmıştır. Nitekim, bu süreci takip eden birkaç ay içerisinde, Çin’in arabuluculuğunda Pekin’de bir araya gelen İran ve Suudi Arabistan dışişleri bakanları, diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi üzerine anlaşmaya varmışlardır. İbrahim Anlaşmaları’nın ardından bölgedeki en önemli gelişmelerden biri olan bu uzlaşı neticesinde, uluslararası toplumun dikkati, bölgeye ve Çin tarzı diplomasi modeline odaklanırken; Çin’in uzun zamandır ektiği tohumlar filizlenerek, “Ortadoğu Açılımı”nın itici güçleri olmuşlardır.

 

Ortadoğu’da Proaktif Bir Çin Portresi

Zamanı çok fazla geri sarmadan, yalnızca Aralık 2022’den günümüze doğru getirdiğimizde, Çin’in Ortadoğu’ya yönelik bir diplomasi atağına giriştiği ve dahası bunu Küresel Güvenlik Girişimi ve Kuşak Yol İnisiyatifi başta olmak üzere farklı dış politika enstrümanlarıyla ya da üyesi olduğu çok taraflı organizasyonlarla ilişkilendirerek desteklediği görülüyor. Çin tarafından İsrail-Filistin çatışmasına yönelik yayınlanan üç maddelik öneri listesi, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Devlet Başkanları Zirvesinde İran’ın örgüte üye olması ve Suudi Arabistan’ın diyalog ortaklığı pozisyonu, 15. BRICS Devlet Başkanları Zirvesi’nde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin BRICS üyesi olması paralelinde gerçekleşen gelişmelerin yanı sıra ikili diplomatik ziyaretlerde ve Çin’in genel diplomasi ajandasında Ortadoğu bölgesine ağırlık verildiği gözleniyor.

Bu doğrultuda 22 Eylül’de gerçekleşen Şi Cinping-Beşar Esed görüşmesi de Çin’in Ortadoğu açılımında elini bir derece daha yükselttiğinin kanıtı niteliğinde. Bu yorumun temel nedeni ise özellikle 2000’lerin ikinci çeyreği itibariyle ivmelenen Çin’in Ortadoğu’ya yönelik uyuşmazlıklarda uzlaştırıcı olma ve bölge ülkeleri ile diyalog kanalları oluşturma stratejisinin uzun yıllar boyunca, kağıt üzerinde önemli çıktılar sunsa da uygulamada sonuç verebilecek bir aşamaya ulaşmamış olduğu gerçeğidir. Aynı zamanda her ne kadar içişlerine karışmama prensibi ön planda tutulsa da Çin’in iç karışıklıklarla boğuşan ülkelerle yakın temastan kaçındığı görülmektedir. Gerek terör tehdidi gerek istikrarsız ülkelerin Kuşak-Yol İnisiyatifi’ne getireceği negatif etki gerekse bu ülkeler üzerinde stratejiler yürüten ABD veya Rusya gibi aktörlerin varlığı, Çin’i söylemsel noktada tutarak uygulama aşamasında pasif kalmaya itmiştir. Ancak özellikle İran-Suudi Arabistan uzlaşısının ardından, Çin’in Afganistan ile ilişkileri de dahil olmak üzere, daha proaktif süreçler içerisine girmeye gönüllü olduğu görülmektedir. İşte Esed’in Suriye'de iç savaşın başladığı 2011’den bu yana, 19. Asya Oyunları’na katılmak amacıyla Çin’e gerçekleştirdiği ilk ziyaret ve Şi Cinping’le görüşmesi de bu yönelimin bir çıktısıdır.

 

Şi-Esed Görüşmesi

Her ne kadar iki liderin ajandaları birbirinden farklı da olsa reel politik, bu görüşmenin gündem analizinin çok önceden yapılmasına olanak tanımıştır. Bu doğrultuda Suriye açısından bakıldığı zaman, ülkenin en yakın iki ortağı olan Rusya ve İran’ın içinde bulundukları krizler ve Batı tarafından bu ülkelere uygulanan yaptırımlar, Suriye’ye gereken desteği vermelerinin önüne set çekmiş durumdadır. Bu noktada, Batı’ya ve mevcut küresel sisteme karşı eleştirel söylemler geliştiren, Suriye yönetimine yönelik tedbirlerin yer aldığı BMGK oturumlarında veto hakkını kullanan, iki ülke arasındaki ilişkileri ilerletmeye gönüllü ve ekonomik olarak potansiyel getirileri bulunan bir Çin, can simidinden başka bir şey ifade etmemektedir. Özellikle Suriye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve diplomatik pozisyon düşünüldüğü zaman, Çin ile kurulacak yeni iş birlikleri, bir nevi kaçış rampası niteliğindedir. Zira, Batı’nın yaptırımlarının hedefi olan Suriye’nin ekonomik görünümü, savaş dönemindeki halinden çok daha kötü durumdadır. Ülkenin yeniden inşası için gerekli kaynak bir yana; mevcut göstergeler, küresel finans sisteminden dışlanmış ve üretim için hammaddeye ihtiyaç duyan bir Suriye’nin öncelikli kritik altyapı ihtiyaçlarını karşılama noktasında dahi risklerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Riyad'ta Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi
Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ta Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi düzenlenmişti. (Amiri Diwan of the State of Qatar/AA, 9 Aralık 2022)

 

Bu doğrultuda Çin’in Batı yaptırımlarını tek hamlede ezip geçemeyeceği bir gerçeklik olsa da iki ülke arasında ekonomik ve ticari iş birliğini genişletme yönündeki ortak beyan, Suriye için önemli bir katkı olacaktır. Diplomatik açıdan küresel sistemden dışlanmış olan Suriye’nin Şubat’ta Arap Birliği’ne yeniden katılımı, tıpkı Suudi Arabistan-İran anlaşması gibi bölgedeki uzlaşı havasının doğmasında önemli bir gelişme iken, genele bakıldığında oldukça küçük bir adımdır. Çin’in, başta Ortadoğu ve küresel güney üzerinde olmak üzere, sahip olduğu etki ve gerçekleştirdiği Çin tarzı diplomasi uygulamaları, Şam yönetiminin diplomatik olarak bu bölgelerle entegrasyonunu yeniden sağlama potansiyeli taşımaktadır.

Çin’e getirilerinin yanı sıra 2004’ten sonra ilk kez gerçekleşen Şi-Esed görüşmesi neticesinde “stratejik ortaklığa” yükselen ilişkilerin, Çin açısından hangi potansiyelleri saklı tuttuğu önemli bir soru işaretidir. Bu kapsamda Suriye ile artan ilişkilerin Çin’e Ortadoğu’da daha geniş manevra alanı sağlayacağı bilinen bir gerçekliktir. Ayrıca Çin ile diplomatik ilişkilere başlamanın ön şartı olan “Tek Çin” ilkesinin kayıtsız şartsız kabulü, Çin’in kendi bölgesinde yürüttüğü politikaların altını desteklemektedir. Diğer taraftan Pekin yönetimine göre, Suriye topraklarında yaşayan ve iç savaş esnasında deneyim kazanmalarının ardından Çin’e dönerek ayrılıkçı faaliyetlerde bulunan Uygur militanlarına karşı ve insan hakları ihlalleri iddiasıyla Batı tarafından inceleme altında bulunan Uygur meselesi konusunda Şam’ın desteği, Çin için her ne olursa olsun önemli bir kazançtır.

Geçtiğimiz yıl Çin’in Kuşak-Yol Girişimine dahil olan Suriye’nin sahip olduğu konum, çevresinden geçen ve gün geçtikçe çeşitlenen ekonomik koridorlar düşünüldüğünde, önemli bir potansiyeli barındırmaktadır. Ve bu durum, Suriye ile diplomatik ilişkilerini güçlendiren az sayıda ülkeden biri olan Çin için önemli imkanları saklı tutmaktadır. Ek olarak, Suriye’nin yeniden imarı, Çin için pek çok yatırım alanını içinde barındırırken, aynı zamanda Çinli şirketlerin denizaşırı faaliyet ağını da genişletme fırsatı taşımaktadır.

Tüm bu beklentiler çerçevesinde gerçekleştirilen zirvenin sonuç bildirgesi, iki tarafın beklentilerinin neredeyse tamamını karşılayan bir metinle sonuçlanmıştır. İlişkilerinin 67. yılında diplomatik bağlarının “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltildiğini ilan eden bu bildiride, başta Çin’in hassas olduğu noktalar olan Tayvan meselesi, Uygur Sorunu, Hong Kong’un statüsü, Tek Çin ilkesi ve genel manada Çin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kapsayan tüm başlıklarda, Suriye’nin Çin’i desteklediği vurgusu, metinde kendisine yer bulmuştur. Ayrıca Çin’in dış politika enstrümanları olan Küresel Güvenlik Girişimi, Küresel Kalkınma Girişimi, Küresel Medeniyet Girişimi ve Kuşak Yol Girişimi’nde Suriye ile ortak stratejilerin geliştirileceği ve Suriye ekonomisinin destekleneceği net biçimde vurgulanmaktadır.

Sonuç bildirisinde yer alan ve Çin’in onayladığı hususları belirten paragrafta; Suriye’nin toprak bütünlüğünün, egemenliğinin ve istikrarının desteklendiği belirtilirken; “Çin, dış güçlerin Suriye'nin iç işlerine müdahalesine, Suriye'nin güvenlik ve istikrarına zarar vermesine, Suriye'deki yasa dışı askeri varlığa, yasa dışı askeri operasyonlara ve Suriye'nin doğal kaynaklarının yasa dışı olarak yağmalanmasına karşı çıkıyor ve ilgili ülkeleri Suriye'ye yönelik tüm yasa dışı tek taraflı yaptırımları derhal kaldırmaya çağırıyor.” ifadesi, Türkiye dahil olmak üzere, bölgede aktif stratejiler yürüten aktörlere bir mesaj olarak yer almış ve Çin’in bu meseleye müdahil olmasının kapısını aralamıştır. İlerleyen süreçte, Çin’in Astana Görüşmelerine dahil olması ihtimali, fikrimce bildirinin bu maddesiyle saklanmış durumdadır. Sonuç bildirisinin son bölümünde dikkati çeken bir başka husus ise her iki tarafın küresel sistemin yönetişiminde aldığı pozisyonun açıklandığı noktalardır. Bu doğrultuda iki taraf da iç işlerine karışmama prensibini önceleyen, insan hakları meselesinin araçsallaştırılmasına karşı çıkan, çok kutupluluğu önceliklendiren, hegemonya savaşlarına ve güç politikalarına karşı çıkarak tüm insanlığın ortak geleceği için “Yeni nesil bir uluslararası ilişkiler”in inşasına, tüm uluslararası toplumu teşvik ettiklerini ilan etmişlerdir.

Öncelikli olarak Suriye ve Çin arasında imzalanan sonuç bildirisinden devam edilirse, bu bildirinin, gerek dili gerek üslubu gerekse içinde barındırdığı kavramların kullanılış şekliyle, Çin tarafının kaleminden çıkmış olduğu aşikardır. Benzer durum Rusya ile Çin arasında imzalanan 4 Şubat bildirisinde de fark edilen bir nokta olmuştur. Metinde ağırlıklı olarak Çin’in dış politika öncelikleri vurgulanırken, Suriye’nin önem verdiği alanlar olan ticaret, kalkınma, toprak bütünlüğü, Arap ülkeleri ve uluslararası toplumla diplomatik bağları kuvvetlendirme noktasında sunulan Çin’in açık desteği önemlidir. Bu noktada, kritik konularda yol haritaları sunan bu metin için en önemli hususlardan biri de yazıda kalmayarak uygulama aşamasına geçirilmesi konusudur.

Suriye’nin mevcut durumu düşünüldüğü zaman, jeopolitik olarak önemli pozisyona sahip, iklim, doğal kaynak ve coğrafi açıdan potansiyelleri bulunan bir ülke, Çin için aynı zamanda potansiyel bir kendini kanıtlama sahnesidir. Ortadoğu’da attığı adımlarla uluslararası toplumun gözünde oluşturduğu algıdan memnun bir portre çizen Çin açısından böyle bir başarı; özellikle “barışçıl yükseliş”, “barış içinde bir arada yaşama”, “tüm insanlık için ortak gelecek” tarzı temalarla dış politika karakteristiği oluşturmak isteyen bir aktör olarak kendini uluslararası topluma kanıtlama noktasında önemli bir başarı olacaktır. Lakin daha önce vurgulandığı üzere buradaki en önemli husus, maddelerin hayata geçirilmesidir. Zira aynı gün Esed gibi Şi Cinping ile görüşme gerçekleştiren Kuveyt Veliaht Prensi Şeyh Mishal el-Ahmad el-Jaber el-Sabah’ın toplantısının ardından, Çin ile Kuveyt arasında altı farklı alanda imzalanan mutabakat zaptı, bir sonuç bildiri metninden daha ileri aşamayı ortaya koymaktadır.

Küresel Jeopolitikte Koridor Savaşları, İNFO

Yeni İlişkilerle Hedef ABD Rakibi Olmak mı?

Tüm bu gelişmelerin ötesinde geniş bir perspektiften yaklaşıldığı zaman Çin’in enerji ve ticaret noktasında kendisini güvende hissetme ihtiyacı, dikkatini Ortadoğu Bölgesi’ne yoğunlaştırması ile sonuçlanmıştır. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 2018’de dile getirdiği “Çin, barışın kurucusu, istikrarın kolaylaştırıcısı ve Ortadoğu'da kalkınmanın katılımcısı olmak için Arap devletlerine katılmaya isteklidir.” cümlesiyle özetlenebilecek olan Çin’in Ortadoğu stratejisinin ana hatları, ayrıntılı incelendiğinde, birbirine girmiş çok aktörlü stratejiler yumağını barındırmaktadır. Bu stratejinin bir tarafını, ABD’nin mevcut Hint-Pasifik stratejisine Çin’in Ortadoğu kartıyla yanıt verme istediği oluştururken, diğer tarafını ise çeşitli diplomatik ve jeopolitik stratejiler bütünü oluşturmaktadır. İkinci aşamayı irdelemeden önce ABD-Çin rekabeti noktasında; “Çin’in Ortadoğu stratejisi, özünde ABD’ye rakip mi?” sorusunu yanıtlamak önemlidir.

Mevcut konjonktürde, Çin’in diplomatik olarak ilişkilerini ilerlettiği ülkelerle, ekseriyetle ekonomi, kalkınma, teknoloji, yeşil dönüşüm vb. temalarla iş birliğine yöneldiği görülmektedir. Her ne kadar Küresel Güvenlik Girişimi’ni ön plana çıkarsa da bu durum henüz ortak tatbikatların veya savunma odaklı ticari görüşmelerin ötesine gitmemiştir. Çin’in bu davranışının temel nedeni, ABD’nin hala bölgedeki pek çok aktörün savunma alanında bir numaralı ortağı olmasında ve Çin’in de ABD tarafından bölgede sağlanan statükodan memnun olmasından kaynaklanmaktadır. Şi Cinping’in ifadesiyle kendi enerji kasesini doldurmak isteyen Çin, bunun büyük kısmını Ortadoğu’dan sağlamaktadır ve bölgenin istikrarı, enerji arz güvenliğinin temel önceliklerinden biridir. Aynı zamanda Çin, Kuşak-Yol yatırımları ve ekonomik anlamda sayısız iş birliğine kollarını açmış olan bölge ülkelerinin bir bakıma güvenliğinin garantörü olan ABD’nin karşında durarak, bu alanda enerji tüketmek yerine, en azından şimdilik arabuluculuk faaliyetlerine, çok taraflılık stratejilerine, diplomatik bağlantılarını çeşitlendirmeye odaklanmaktadır.

İkinci olarak, bölgenin iç dinamiklerine bakıldığı zaman, son zamanlarda ardı ardına ilan edilen ekonomik koridorların Ortadoğu ülkelerini kapsaması ve inşa aşamasında olan liman yatırımlarının taşıdığı potansiyeller, ortaya farklı stratejik denklemleri çıkarmaktadır. İlk olarak G-20 zirvesinde ilan edilen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC); Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail'deki karayolları, demiryolları ve limanlar aracılığıyla Hindistan'ı Güney Avrupa'ya bağlayan kesintisiz bir lojistik koridorun oluşturulmasını amaçlamaktadır. Hindistan’ı Doğu Akdeniz’e doğrudan ulaşılabilir hale getiren bu koridorun, her ne kadar Çin’in Kuşak Yol Girişimi’ne alternatif olarak tanımlansa da koridora Türkiye’nin dahil edilmediği ve bu nedenle Avrupa’ya ulaşımın deniz yoluyla sağlanacağı göz önüne alınırsa, Pire Limanı ve Hayfa Limanı örneğinde olduğu gibi ciddi bir küresel liman alma stratejisi yürüten Çin ile karşı karşıya gelmemesi pek mümkün gözükmemektedir. Benzer şekilde “Kalkınma Yolu Projesi” ile koridor denklemine dahil olan Irak’ın Faw Limanı da aynı zamanda Kuşak Yol İnisiyatifi’nin güzergahında yer alarak her iki koridorun işlerliğine hizmet vermektedir.

 

Sonuç

Tüm bu bilgilerin ortaya çıkardığı nihai sonuç, Ortadoğu ülkelerinin de dahil olduğu bu ekonomi koridorlarının küresel sistemdeki ayrışmanın önemli bir siluetini sunduğu gerçeğidir. Bir tarafta 2013’te ilan edilmesinin ardından on yıllık geçmişinde kara, deniz, kutup, dijital vb. türevleriyle her alana bir örümcek ağı gibi yayılan ve karşılaştığı her aktörü girişime dahil ederek, ekonomik girişimini siyasi ve jeopolitik kazanca dönüştüren Çin’in Kuşak-Yol Girişimi dururken, buna rakip olarak oluşturulan IMEC’e dahil edilmeyen ülkeler, stratejik fırsatların zamanlamasını kaçırmamak için ya kendi projelerini yürütmekte ya da Kuşak Yol’a daha büyük hızla dahil olmaktadır. Mevcut düzlemde Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği arasında imzalanan mutabakat zaptı karşısında, başta Türkiye olmak üzere pek çok ülke hızlı bir refleks göstererek, kendi stratejisini oluşturmuştur. Türkiye perspektifinden yaklaşıldığında IMEC girişimi, halihazırda Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle işlerliği artan Orta Koridor’a yönelik Çin ilgisini de üst seviyeye çıkarmıştır. Elbette ABD öncülüğünde ilan edilen pek çok girişimin varlığı ve bunların akıbeti göz önüne konulursa IMEC’in gerçekleşme ihtimali noktasında, beklentileri fazla yüksek tutmamak önemli olacaktır.

Diğer taraftan ilan edilen veya kağıt üzerinde olgunlaşmayı bekleyen tüm koridor projelerinin ötesinde, ortada olan gerçeklik şudur ki, Ortadoğu bölgesinin konumu, enerji kaynakları ve bölge ülkelerinin sahip olduğu potansiyeller, bölgeye yönelik gün geçtikçe dallanıp budaklanan bir Çin açılımını doğurmuştur. Çin’in 21. yüzyıldaki hızlı yükselişinden, mevcut küresel sisteme getirdiği eleştiriden ve Batı ülkelerinin aksine insan hakları, hesap verilebilirlik, yolsuzluk tarzı konulara “iç işlerine karışmama prensibi” paralelinde temas etmemesinden etkilenen bölge ülkeleri ise Ortadoğu’da belirmekte olan potansiyel bir “Çin Yüzyılı”nı kaçırmamak için kendi aralarındaki uyuşmazlıkları dondurarak, Çin ile iş birliğine yönelmişlerdir. Sürecin devamının ne getireceği belli olmamakla birlikte, kendisini “Orta (Merkez) Krallık” olarak tanımlayan Çin’in artık yalnız Asya coğrafyasının değil mevcut küresel sistemin tam merkezinde yer almak üzere stratejiler geliştirdiği açıktır. Bu doğrultuda Ortadoğu bölgesi ise istikrarlı veya istikrarsız olması fark etmeksizin, artık Orta Krallık’ın yüzünü döndüğü bir bölgedir. Lakin, unutulmaması gereken son nokta şudur ki, bu bölgenin karşılamaları her zaman görkemli olurken önemli olan nasıl veda edildiğidir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası