70 yıllık yakın tarihi boyunca hemen her dönemde inişli çıkışlı bir seyir izleyen Türk-Amerikan ilişkileri, İdlib ekseninde yeni bir sınamanın eşiğinde. Son birkaç yıldır Ankara’yı Moskova’ya “fazla yaklaşmakla” suçlayıp S-400’ler bağlamında yaptırım kararları alan Washington, İdlib üzerinden Rusya ile karşı karşıya gelen Türkiye’yle ilişkilerini biraz olsun düzeltme imkanı buldu. Diplomatik destek açıklamalarının dışında henüz somut bir destek masaya koyamayan ABD, NATO müttefikinin haklarını savunma noktasında önemli bir test ile karşı karşıya.
Son yıllara damgasını vuran Suriye krizi, ABD’nin terör örgütü YPG/PKK’ya verdiği destek bağlamında iki ülke arasındaki ilişkileri negatif etkiledi. ABD Başkanı Trump’ın Suriye’nin kuzeyindeki askerlerini çekme kararı almasıyla YPG/PKK sorununda bir vites geri atılırken, konu halen devam eden bir sorun olmaya devam ediyor. ABD’nin Suriye’deki petrol bölgelerini kontrol edip buralardan elde edilen gelirleri YPG’ye aktarması ve Pentagon’un 2021 bütçesinde YPG/PKK ve bağlantılı unsurlara 200 milyon dolar aktarması, sorunun halen devam ettiğinin göstergeleri oldu. Tüm bu gelişmeler, İdlib’de yükselen ateşle birlikte gündemin ikinci sırasına gerilemiş durumda. Artık Washington’da S-400 ve F-35’ler kadar İdlib meselesi ve bu gerilimin Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkilediği de tartışılıyor.
Destek Söylemi ve Ötesi
İdlib konusunun ikili ilişkilerde yeni turnusol kağıdı haline gelmesi, sadece oradaki insani kriz ve Rusya destekli Esed rejiminin katliamlarıyla ilgili değil. Bu meselenin ABD tarafından ele alınma biçimi, son birkaç yıldır giderek bozulan Türk-Amerikan ilişkilerine Washington’ın nasıl baktığını da gösterecek. Eğer ABD, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alması ve bu ülkeyle başka yakın ilişkiler geliştirmesinden gerçekten rahatsızsa o zaman İdlib konusunda Türkiye’nin yanında durduğunu çok daha somut adımlarla göstermelidir. İdlib krizi, diplomatik destek söylemleriyle çözülemeyecek kadar ciddi.
Gerek Trump’ın gerek Pompeo’nun ve gerekse Dışişleri Bakanlığı’nın “Türkiye’nin yanındayız” şeklindeki mesajları, bugüne kadar sahada herhangi bir şeyi değiştirmiş değil. ABD’nin İdlib konusunu doğrudan müdahil olmadan ama Türkiye’yi de Rusya’dan biraz uzaklaştırarak çözmek istediği anlaşılıyor. Nitekim Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien, 10 gün önceki açıklamasında net bir şekilde “Kimse bizden İdlib’de askeri bir adım beklemesin” ifadesini kullandı. Dolayısıyla hem Trump’ın hem de Pompeo’nun “diplomatik ve siyasi çözüme atıf yapan” açıklamaları, ABD’nin İdlib konusunda elini ateşe sokmak istemediğine işaret ediyor.
Pentagon kaynaklı açıklamalar ise sürecin biraz daha net okunmasına imkan sağlıyor: ABD yönetimi, NATO üzerinden Türkiye’ye Patriot ya da İdlib bölgesinde hava desteği sağlama fikrine daha sıcak bakıyor. ABD böylece hem Türkiye’ye somut destek vermiş hem çatışmanın içine girmemiş hem de Moskova karşısında Ankara’yı bir nebze olsun yanına çekmiş olabilecek. Henüz somut emarelerini görmediğimiz bu süreç, Türkiye’nin ABD’den Patriot konuşlandırılmasını talep ettiği yönündeki haberlerle sınırlı gözüküyor. Günün sonunda ABD İdlib konusunda Türkiye’ye çok yakın, orta karar ya da mesafeli bir tutum sergileyebilir. Eğer ABD yönetimi ikili ilişkilerin geleceğini düşünüyorsa bugüne kadarki destek mesajlarının ötesine geçip somut destek vermeli.
YPG/PKK Sorunu
Öte yandan Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında Suriye’nin kuzeyinden askerlerini çeken Washington, terör örgütü YPG/ PKK ile olan iş birliğini bitirmiş değil. İdlib krizinin hızla tırmanması ve aciliyet kazanmasıyla bir süredir daha az konuştuğumuz YPG/PKK varlığı, İdlib’in ardından Türk-Amerikan ilişkilerinde yeniden ana gündem olacaktır. Zira bir şekilde İdlib meselesi çözüldükten sonra Suriye’de siyasi bir çözüm için yine YPG/PKK masaya yatırılacak ve Ankara kırmızı çizgilerini yeniden hatırlatacaktır. Bu bakımdan YPG/PKK meselesini, halen çözüm bekleyen ve bir süreliğine dondurulmuş bir konu olarak ele almak daha doğru olacaktır.
Pentagon’un 2021 mali yıl bütçesinde YPG/PKK ve bağlantılı unsurlara yaklaşık 200 milyon dolar ayrılması, Trump’ın aksi yöndeki tüm açıklamalarına rağmen YPG’nin Washington için halen “önemli” olduğunu ortaya koyuyor. Bu bakımdan ABD ile YPG/ PKK arasındaki ilişkiyi sadece liderlerin ağzından çıkan cümleler ışığında değil, özellikle Pentagon ve CENTCOM bağlamında kurumsal çerçevede ele almak lazım. Bu bağlam ise ABD’nin “Suriyeli Kürtlere” siyaseten “bağımsız bir devletçik” sözü vermediğini ancak askeri ve ekonomik desteğe devam edeceğini gösteriyor.
S-400 ve F-35
Türk-Amerikan ilişkilerindeki çentiklerden biri olan S-400 meselesi, birkaç ay içinde yeniden Kongre’nin gündemine gelebilecek bir başlık olarak değerlendiriliyor. ABD’nin seçim yılında olması bu ihtimali biraz düşürse de Kongre’deki bazı isimlerin Türkiye’ye S-400 yaptırımları için halen çaba gösterdiği belirtiliyor. Ayrıca Pentagon bütçesiyle birlikte geçen ve S-400’leri alması durumunda Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının teslim edilmemesini öngören maddeler şu an yasalaşmış durumda. Aynı yasa, Türkiye’ye ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırım Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamında yaptırım uygulanması gerektiğini de belirtiyor. Bütçede, Türkiye tarafından sipariş edilen F-35 uçaklarının alımı için 440 milyon dolarlık fon ayrılacağı kaydediliyor. Bütçede aynı zamanda Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması gerektiği de kaydediliyor.
Geçen yılın son aylarında Kongrede art arda çıkan Türkiye karşıtı tasarıların seçim yılında aynı şekilde gündeme gelmesi beklenmiyor. Zira 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamı ve 100 sandalyeli Senato’nun 3’te 1’i bu seçimlerde değişecek. Dolayısıyla Kongre üyeleri kendi dertleriyle uğraşacaklar. Fakat birkaç ay içinde özellikle S-400 ve F-35’lerle ilgili Kongre’de yeni girişimlerin olması ya da savunma bütçesindeki ilgili maddelerin uygulanması gibi süreçler gündeme gelebilir. Buna ilaveten yine birkaç ay içerisinde Türkiye’nin F-35 programından resmen çıkarılması süreci de gündeme gelebilir. Ankara ve Washington’daki uzmanlar, ilişkilerin daha da kötüye gitmemesi için liderlerin devreye girerek F-35 konusunda yapıcı bir adım atması gerektiğini vurguluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasındaki samimi ve olumlu ilişkilere bakıldığında bunun mümkün olduğu söylenebilir, ancak iyi niyetin ötesinde somut adım atılması gerekiyor.
FETÖ Konusu Rafta
Diğer yandan FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ikili ilişkileri geren elebaşı Gülen’in iade edilmemesi konusu da halen dondurulmuş bir mesele olarak bekliyor. ABD Adalet Bakanlığı’ndan bu konuda herhangi bir açıklama yapılmazken, sürecin idari kısmının bugüne kadar olduğu gibi aynı şekilde beklediği görülüyor.
Buna ilaveten ABD’deki FETÖ yapılanmasının bu seçim sürecinde nasıl bir taktik izleyeceği de ayrıca merak konusu. Zira kısa süre önce medyaya yansıyan haberlerde, ABD’de yaşayan FETÖ’cü Ömer Adsız’ın örgüt adına Cumhuriyetçi Parti’ye 2018 Kongre ara seçimlerinde 250 bin dolar bağış yaptığı ortaya çıkmıştı. Trump’ın bir dönem daha başkanlık yapacağını düşünerek FETÖ’nün bu dönemde Cumhuriyetçi Parti’nin seçim kampanyasına bağışlar yapıyor olması şaşırılmayacak bir adım olurdu. Öte yandan FETÖ’nün bazı Demokrat aday adaylarına da şimdiden seçim yatırımı yaptığı iddia ediliyor.
ABD’deki FETÖ yapılanmasının son dönemde kendi mensuplarını bilişim teknolojileri alanına yönlendirdiği ve bu yolla hem daha yüksek maaşlı hem de ABD’de yasal olarak kalmayı kolaylaştırıcı iş imkanları için uğraştığı belirtiliyor. Buna ilaveten örgütün ABD’nin bazı eyaletlerinde büyük market zincirleri açmak için de çaba gösterdiği kaydediliyor. Tüm bu süreçlerde ve örgüte ait sözleşmeli (charter) okullarda ne kadar yolsuzluk döndüğünü bilmiyoruz. Belki Washington’daki karar alıcılar bu faaliyetleri görmüyor olabilir ancak FBI’ın tüm bu süreçleri takip ediyor olduğunu varsayıyoruz. Umalım ki ikinci dönemini kazanması durumunda Trump bu konuda somut bir adım atar ve örgütün ABD yapılanmasının üzerindeki perdeyi kaldırır.
Hayati Rol Liderlerde
Türk-Amerikan ilişkilerinde çözüm bekleyen sorunlar listesi kısa bir liste değil. Çözüm iradesi gösterilmesi durumunda ise ciddi mesafe kat edilebilir. Ancak ne İdlib ne YPG/PKK ne de S-400 ve F-35 konularındaki kurumsal iletişim ve müzakere süreçlerinin yeterli olduğunu söylemek mümkün. Türk-Amerikan ilişkilerindeki geleneksel asker-güvenlik bürokrasisi iş birliği, son birkaç yıldaki YPG/PKK ve Suriye çentiklerinden dolayı görece olarak yıpranmış durumda. Üstüne S-400 yükü ve Kongre’deki Türkiye karşıtı yaptırımlar da eklenince iki ülke arasındaki kurumsal ilişki ve iletişim yoğunluğu azalmış durumda. Bu açığı kapatabilme güç ve iradesine sahip iki isim bulunuyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump.
Geçen yıl S-400 konusunda Trump’ın Türkiye’yi haklı bulan yaklaşımı, ilişkilerde yapısal bir kırılmayı önlemişti. Fakat ertelenmiş S-400 sorunu da F-35 meselesi de ilişkilerin sırtındaki yükler olmaya devam ediyor. Bu sorunların çözümünde iki liderin yapıcı diyaloguna ve sahici bir irade koymalarına gerçekten çok ihtiyaç var. İdlib bu irade beyanında ABD tarafının önündeki hem bir test hem de bir imkan. Bu imkanı ABD iyi değerlendirirse ilişkilerin diğer alanlarındaki sorunların çözümüne ilişkin daha yapıcı bir atmosfer sağlanabilir. Trump bunu yapabilir; Washington’daki kurumsal dirençlere rağmen bazı adımların atılmasını başkan olarak sağlayabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarlarını önceleyerek ABD ile ilişkilerde yapıcı ve sorumlu lider profilini devam ettirecektir. Eğer bu adımlar atılamaz ve daha olumlu bir atmosfer sağlanamazsa ertelenmiş ya da dondurulmuş sorunlar Türk-Amerikan ilişkilerinin sırtındaki yükler olmaya devam edecektir.