Geride bırakılanlar olarak tabir edilen kesim, son on yıldır hem birçok gelişmiş ülkede yerel siyaseti hem de artçı şoklarla küresel siyaseti derinden sarsıyor. Peki, kim bunlar? 1980’lerle birlikte yükselen küreselleşme dalgası sonrasında uzmanı oldukları alandaki işlerini kaybeden, reel geliri düşen ve çeşitli sosyal hakları gerileyen kesimler. Aralarında dar gelirli olanlar da var bir zamanlar orta direk olanlar da. Bu insanların çocukları ve torunları da bu kesime dahil edilebilir. Başka kelimelerle ifade edecek olursak, küreselleşmenin nimetlerinden faydalanamayan, arka sıralara itilmiş kesimler bunlar.
Küresel finans krizi sonrası bu insanların merkez partilere, duyarlı gözüken liberal siyasetçilere ve müesses nizamın kurumlarına olan güvenlerinin kaybolmasının sonuçları seçim sandıklarında ve gösteri meydanlarında kendini gösteriyor. Trump’ın ABD Başkanı olmasını, Brexit referandumunu, Avrupa’da yükselen popülist partileri ve Sarı Yelekliler Hareketi’ni bu minvalde okumak gerekiyor. 2020 Oscar Ödülleri’ni de bu açıdan değerlendirmeyi değerli görüyorum.
Ödülü Hak Eden Konu
Bu sene Oscar’a iki uzun metrajlı film (Parazit ve Joker) ve bir belgesel (Amerikan Fabrikası) damgasını vurdu. En iyi film ödülünü kazanan Güney Kore yapımı Parazit, sürekliliği olmayan küçük işlerle hayatını idame ettirmeye çalışan bir ailenin çeşitli yalanlar ve sahtekarlıklarla zengin bir ailenin yanında düzgün ücretli işler bulması sonrasında yaşanan trajikomik gelişmeleri konu ediniyor. Amerikan yapımı Joker ise geçirdiği kötü çocukluk döneminin oluşturduğu travmalara rağmen komediyle hayata tutunmaya çalışan ama toplum tarafından sürekli itelenen bir karakterin hikayesine odaklanıyor. Bu iki film, “geride bırakılmışlık” psikolojisinin bir komediyi nasıl cinnete dönüştürebileceğini beyaz perdeye aktarmaya çalışıyor. Parazit’in sonu klasik bir Amerikan filmini andırıyor. Joker’de ise cinnet haliyle yükselen sosyal tansiyon, en sonunda sistem karşıtlığı ve anarşiye dönüşüyor.
Etkileyici bir performans ile Joker karakterinin hakkından gelen Joaquin Phoenix, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alsa da filmin kendisi büyük ödüle uzanamadı. Joker’in En İyi Film Ödülü’nü hak ettiğini düşünmüyorum. Ancak o kalibrede bir film olsaydı bile Akademi’nin, işsizliği ve umutsuzluğu anarşiye eviren bir yapıma büyük ödülü vereceğini hiç sanmıyorum.
Bu iki filmin işlediği konular küresel ekonomi ve siyaset için göz ardı edilemeyecek kadar önemli. Ancak işin ilginç yanı Güney Kore işsizlik ve gelir eşitsizliği bakımından birçok OECD ülkesinden daha iyi durumda. Evet, son yıllarda başta yolsuzluk olmak üzere çeşitli sorunlar Güney Kore toplumunu rahatsız ediyor. Hatta gençlerin evlenme ve çocuk sahibi olmaktan kaçınmasından kaynaklı olarak yaşlanan nüfus, Güney Kore’de toplum için tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. Ancak işsizlik ve gelir dağılımı konularında çok ciddi bir sıkıntı yaşandığını söylemek güç. Ülkede 1950’lerde gerçekleşen başarılı toprak reformu gelir dağılımını düzeltmede ve ekonomik gelişmeyi hızlandırmada önemli bir rol oynamıştır. Senarist ve yönetmen, işsizlik ve eşitsizlik gibi popüler iki konuyu biraz Asya sosuna bulayarak ama ekseri Amerikalıların seveceği tarzda işleyerek fena bir iş çıkarmamışlar. Güney Kore’deki toplumsal sorunları ve gerçekleri ne kadar gerçekçi yansıttığını dışarıdan bir göz olarak bilmek güç olsa da işlediği konudan dolayı Parazit’in küresel ölçekte büyük ilgili çektiğini söyleyebiliriz.
Gelir Eşitsizliği
Düzgün maaşlı mavi yakalı işlerin sayısının azalması, orta sınıfın erimesi ve gelir eşitsizliğinin artması başta ABD olmak üzere gelişmiş Batılı ülkeler için daha ciddi tehdit unsurlarıdır. 1947’de tipik bir Amerikan ailesinin (2016 fiyatları baz alınarak hesaplanan) yıllık geliri, 28 bin dolar civarından 1973’te 58 bin dolara yükselmiştir. Ondan sonraki yıllarda ise gelir artış hızı dramatik bir düşüş yaşamıştır. Orta direk bir ailenin yıllık geliri 2016’da ancak 65 bin dolara kadar yükselebilmiştir. 1978-2015 arasında toplumun en zengin yüzde 1’lik kesimin vergi öncesi geliri yüzde 198 oranında artış yaşarken en fakir yüzde 50’lik kesimin geliri ise yüzde 1 azalmıştır. Amerikan toplumundaki en zengin yüzde 0,1’lik elit kesim 1970’lerde ulusal gelirin yüzde 2,5 oranını elde ederken, bu rakam günümüzde yüzde 11’e yükselmiştir. Piketty, Saez, Zucman, Gruber ve Johnson gibi iktisatçıların kitapları bu ve benzeri verilerle Amerikan toplumunda orta sınıfın nasıl sarsıldığını ve yoksulların nasıl daha dibe doğru kaydıklarını çok net bir şekilde göstermektedir.
Amerikan Fabrikası
Obama ailesine ait prodüksiyon şirketi tarafından çekilen “Amerikan Fabrikası” isimli belgesel, ABD’de gerileyen sanayi ve kapanan fabrikalardan dolayı hayatları zorlaşan dar gelirli ve orta sınıf ailelerin dramını gözler önüne seriyor. Belgesel, küresel finans krizinin de etkisiyle ABD’nin Ohio eyaletinde kapanan bir General Motors fabrikasının otomobil camı üreten Çinli bir şirket (Fuyao) tarafından yeniden faaliyete geçirilmesi sonrası Amerikalı çalışanların zorlaşan hayatlarını konu alıyor. Belgesel bir taraftan da komünizmle(!) idare edilen Çin menşeili Fuyao şirketinin ABD’de faaliyet göstermesiyle birlikte çalışanlara daha iyi iş ortamı sunma ve sendikalaşma gibi sorun olarak gördüğü meselelerle nasıl mücadele etmeye çalıştığını anlatıyor. İlginç bir çelişki.
Fuyao’da Cam Kontrol Sorumlusu olarak çalışan Shawnea, kriz sonrası hayatındaki dramatik değişikliği şöyle dile getiriyor: “General Motors’ta saat başına 29 dolar ve birkaç bozukluk kazanıyordum. Fuyao’da 12.84 dolar kazanıyorum. O zamanlar çocuklarım yeni spor ayakkabı istediğinde hemen gidip alabiliyordum. Ama bunu şu an yapamıyorum. Evimizi kaybettik, bir aracımızı kaybettik.” Kriz sonrası ABD’de yüzde 10’a yükselen işsizlik rakamları şu sıralar yüzde 4’ün altına gerilemiş olsa da son yıllarda oluşan iş imkanları birçok insanın kriz öncesindeki reel gelir seviyesine ulaşmasına yeterli olmuyor. Amerikan toplumu için bu acı gerçeği konu alan Time dergisi, faturalarını ödemek için iki ek işte çalışan deneyimli bir öğretmenin hikayesini 2018’deki bir sayısının kapağına taşımıştı.
Kapitalist Sistemde Çözüm
Oscar Ödülleri’ne ciddi anlamlar yüklememek gerekiyor. Ancak şu anda başta ABD olmak üzere Batılı gelişmiş ülkelerdeki akademisyenler, sanatçılar ve entelektüeller şu mesajı vermeye çalışıyorlar “Evet, mavi yakalı işlerin sayısının giderek azalması, gelir dağılımının bozulması ve geride bırakılanların durumu ciddi meselelerdir. Bu sorunların çok büyüyüp ciddi bir sistem eleştirisine dönüşmesini istemiyoruz. Kapitalist sistem içerisinde sorunların çözülmesi gerekiyor.”
Ama günün sonunda neoliberal politikalardan çok da taviz vermeden bunun nasıl başarılabileceği büyük bir soru işareti. Burayla ilgili kafalar net değil. Siyasette de durum çok farklı değil. Donald Trump, Çin ile ticaret savaşını mavi yakalılar ve çiftçiler için başlattığını söylüyor; ancak bir taraftan da kurumlar vergisini tarihi şekilde düşük seviyelere indiriyor, zenginlerin vergi oranlarını arttırmaya yanaşmıyor. Şirketlerin ve zenginlerin vergilerini düşük tutmanın fabrikaları Çin’den tekrar ABD’ye taşımaya yeteceğini düşünüyorsa yanılıyor. Düşük gelirli aileler ve orta sınıfın durumunu iyileştirmek için daha farklı şeyler yapmak gerekiyor.
Türkiye’nin de sosyolojik anlamda bu küresel trend değişimini iyi okuması gerekiyor. 2018’deki finansal türbülanstan sonra işsizlik arttı, gelir dağılımı bozuldu. Gençler arasında işsizlik oranı yüzde 25. İmalat sanayini güçlendirerek, hizmetler sektörünü canlı tutarak ve istihdam piyasasına dair normları ve düzenlemeleri değiştirerek daha fazla iş imkanı oluşturmamız şart. KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin payını azaltarak vergi sistemini daha adil hale getirmemiz gerekiyor. Sosyal harcamaları ise baştan kurgulayarak refah devleti sistemini kurumsallaştırmalıyız.