Türkiye siyaseti geçmişten bugüne dönemlendirildiğinde, tarihsel atıflardan daha çok döneme damgasını vuran liderlerle isimlendirir. “Atatürk dönemi”, “Menderes dönemi”, “Erdoğan dönemi” dendiğinde bu liderler, kendi dönemine damga vurduğu için bu isimlendirmeyi hak ederler. Türkiye siyasetinde Süleyman Demirel, 40 yıldan fazla bir süre siyasi hayatta etkili olmasına rağmen, “Demirel dönemi” dendiğinde onun liderlik ettiği spesifik bir tarihsel aralıktan bahsetmek zordur. Dolayısıyla, siyasi liderler, ülkelerinin ulusal ya da uluslararası siyasetteki konumlanmalarında kendi milletlerinin hafızalarında belirleyici olduğunda bu payeyi hak ederler. Bu hakikat aynı zamanda Türk siyasetinde siyasi liderliğin merkezi rolünün de önemini gösterir.
Siyasi liderlerin toplumla kurduğu ilişkide; liderlik karizması, kişisel özellikleri, siyaset tarzları, becerileri, dünya görüşleri, aile yapıları, değerler sistemi gibi birçok farklı değişken etkilidir. Liderlik karizması, liderlerin zamanla aldığı kararlar ve siyasi davranışları ile inşa olunan bir yeteneğe dayanır. Liderlik bu anlamda ekonomik, toplumsal, askeri ve dış politika konularında alınan kararlarda, ulusal ya da uluslararası sorunlardan kaynaklı krizlerin çözülmesinde, siyasetin ve kurumların işleyiş kodlarında ve en nihayetinde değişim süreçlerinin yönetilmesinde hayati derecede belirleyicidir.
Türkiye’nin demokrasi tarihinde döneme damgasını vuran liderlerin genel özelliklerine bakıldığında, toplumla kurduğu ilişkiler, seçmen davranışının şekillenmesinde ortaya koyduğu siyaset tarzı, değişim ve dönüşüm süreçlerinde gösterdiği kararlılık, lideri olduğu partinin birlik ve bütünlüğünü korumadaki stratejik yeteneği, yatırım, kalkınma, hizmet ve eser siyasetinde izlediği öncelik ve belirleyicilik, toplumsal ve ekonomik konularda karar alırken izlediği vizyon, dış politika tercihlerinde öncelediği ilkeler ve en nihayetinde çağının ya da döneminin değişim ve dönüşümünü gelişmeci bir yaklaşımla yönetebilme yeteneği gibi dinamikler belirleyici olmuştur.
Bu vasıfların ekseri çoğunluğunu kendilerinde birleştirebilen liderler, Türkiye siyasetinde istisnai bir konumdadır. Türk demokrasi tarihinde şu ana kadar kesintisiz bir şekilde iktidarını 15 farklı seçimi kazanarak sürdürebilen Recep Tayyip Erdoğan tüm bu özellikleri kendisinde barındırabilen bir liderdir. 2023 seçimlerinin arifesinde seçmen desteği açısından rakipleri ile karşılaştırıldığında, toplumun geniş kesimlerinin teveccühüne hala nail olabilmesi bu istisnai liderlik karizmasının bir sonucudur. “Erdoğan tarzı siyasi liderlik” sadece Türk siyasi literatürüne değil aynı zamanda dünya siyasi liderlik literatürüne de öne çıkan birçok özelliği ile girmiştir. Türkiye’nin gönül coğrafyasında, İslam dünyasında ve Türkiye’nin Erdoğan döneminde el uzattığı mazlum coğrafyalarda Erdoğan’ın seçim yarışına girmesi durumunda seçimi kazanacağına yönelik farklı değerlendirmelerin, söz konusu ülkelerin medya mecralarında dile getirilmesi bile bu konuda yeterince ipucu vermektedir. Erdoğan bu anlamda sadece ulusal düzeyde değil, Batı demokrasilerinde liderlik açığının tartışıldığı bir dönemde küresel liderlik vasıfları ile öne çıkmaktadır.
Erdoğan Tarzı Siyasetin Kurucu Dönemi
Türkiye siyasal hayatında, “Erdoğan tarzı siyaset”ten bahsedildiğinde, Erdoğan’ın sadece AK Parti döneminde inşa ettiği liderlik tarzı ile sınırlandırılmaz. Erdoğan liderlik tarzının oluşması, tarihsel bir sürekliliğe işaret eder. Bu liderlik tarzının geçmişi, onun 1970’lerde aktif siyasete atıldığı dönemden başlatılabilir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilme süreci ve başkanlık dönemi tecrübesi ise sonradan AK Parti siyasetinin kurucu dinamiklerini oluşturur. Kriter Dergisi’nin Kasım 2018’deki 29. sayısında Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminin AK Parti siyaseti açısından önemini ele aldığım yazıdaki hususlar hala geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda, söz konusu yazıda dile getirilen bazı hususları özetleyerek tekrar hatırlatmak, bugüne yönelik çıkarımları kolaylaştıracaktır.
27 Mart 1994 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, Türkiye siyasi hayatı bakımından önemli bir kırılmayı ifade eder. Bu tarihte yapılan yerel seçimde, sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek olan Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığını kazanmıştır. Erdoğan’ın İstanbul’da seçimleri kazanması sadece yerel yönetimlerde bir şehrin belediye başkanlığının değişmesi anlamına gelmemiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin hem genel siyasetini hem de yerel yönetim anlayışını yeniden şekillendirecek olan bir dönemi başlatmıştır. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde üretmiş olduğu siyaset tarzı ve mirası, sonradan AK Parti siyasetinin de kurucu dinamiklerini oluşturmuştur. Bu kurucu dinamikler arasında bilhassa iki husus öne çıkmaktadır: İlki Erdoğan’ın seçim kampanyası döneminde kullandığı “siyasal iletişim tarzı”, ikincisi de belediye başkanlığı döneminde uygulamış olduğu “yönetim anlayışı ve proje belediyeciliği”dir.
Erdoğan İstanbul’da seçim kampanyası yürütürken dönemin Erdoğan karşıtı medyası “10 milyonluk megapol sadece kendine bir belediye başkanı seçmeyecek, aynı zamanda Türkiye’nin başbakandan sonra en etkili siyasetçisini de seçecek” gibi söylemlerle, aslında seçmene “Bu kadar önemli bir şehre Refah Partili birini başkan yapmayın” mesajını vermiştir. Bu söylemler de İslam’ı ve İslamcı siyasetten gelen siyasetçileri de tehdit algısının içerisine yerleştirerek, operasyonel bir ajandayla yürütülmüştür. Erdoğan’ın seçilmesini engellemek için de her türlü kirli senaryo devreye sokulmuş, kamuoyu araştırmalarında Erdoğan hep son sıralarda gösterilmiştir.
Erdoğan, o dönemde partisine ve kendisine yönelik oluşturulan direnci ve karalayıcı kampanyayı yeni bir iletişim stratejisi deneyerek aşar. “Yüz yüze iletişim”i merkeze koyan bu yeni iletişim stratejisi “manşetlerle çarpışa çarpışa” iktidara kadar giden bir sonucu doğurur. Erdoğan’ın İstanbul seçimleri için o dönem uyguladığı siyasal iletişim tarzı, AK Parti döneminde de devam eder. 1994 İstanbul belediye seçimlerinde Erdoğan, daha önce hiçbir partinin güçlü bir şekilde nüfuz edemediği orta-alt gelir seviyesindeki yeni kentlilere ulaşarak işe başlar. Bu yeni strateji düşük gelirli sınıf başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimleriyle yüz yüze iletişime geçilmesine ve daha önce hiç denenmemiş bir anlayışa dayanır. İnsanların kapılarına kadar giderek onlarla iletişim kuran, projelerini anlatan ve hizmet vadeden Erdoğan rakiplerinden kolaylıkla sıyrılır. Ayrıca toplumun göz ardı edilen kesimleriyle diyalog kurarak sadece oy potansiyeli olan bölgelere gitmek yerine kendi dünya görüşüne uzak olan kesimlere de görüşlerini ulaştırma gayreti içine girer.
Erdoğan seçimler öncesinde büyük bir titizlikle yerel yönetimler konusunda uzman isimlerden bir teşkilat kurar. Teşkilat, yerel yönetim mevzuatı, altyapı, çevre, su yönetimi ve ulaşım gibi belediyecilik hizmetlerinde donanımı artırıcı eğitim çalışmalarını başlatır. Her sandık için parti disiplinini önemseyen sandık kurulları ve görevlilerinin oluşturulması yeni bir seçim çalışmasını işaret etmektedir. Erdoğan’ın seçim çalışmalarında ilk defa İstanbul’da uygulanan ve sonradan AK Parti’nin teşkilatlanmasında da farklı bir yapıya sahip olan “kadın kolları” çalışmaları özel bir avantaj oluşturdu. Kadın kollarının seçim çalışmaları, ev ev gezerek seçmene ulaşmada özel bir öneme sahipti. Erdoğan’ın, partili kadınları seçim sürecine yoğun bir şekilde dahil etmesi, Türkiye siyasetinde kadının rolünün genişlemesi açısından da önemliydi. Kadınlar, siyasetin mutfağında örgütlenerek, şehrin ve ülkenin sorunlarını tartışırken, aynı zamanda haklarını koruma ve talep etme bağlamında kendilerine siyasi alan açma fırsatı buldu.
Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde uygulamış olduğu “yönetim anlayışı ve proje belediyeciliği” ise AK Parti iktidarları döneminde geliştirilerek sürdürülür. İstanbul’da göreve başladığında şehrin sorunlarının tespitini, çözüm önerilerini ve projelerini halka açıklar. Kasım 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde de İstanbul’da belediye başkanı olduğundaki sorunların benzerleriyle bu sefer Türkiye’nin genelinde karşılaşır. 2002 sonrasında İstanbul deneyiminin üzerine benzer bir anlayışla AK Parti icraat ve hizmet siyasetini yürütecektir.
Belediye başkanı olmasının ardından son derece kararlı olduğunu dile getirdiği cümleler, aslında ileride siyasi hayatında uygulayacağı yönetim anlayışının da genel bir çerçevesidir; “Gemiyi el ele vererek selamete çıkartmalıyız. Bizim kazanmamızın esprisi kibirlenmeden, böbürlenmeden, ayaklarımızın üstüne basarak makama gelmemizdir. Ateşten bir gömlek giydim. Emanet aldığım on milyonun oyu var. Sahip çıkmazsam tarih benden davacı olur.” Bu sözlerin benzerini AK Parti döneminde de sürekli tekrarlayacaktır. Bu bakış açısını “AK Parti tarz-ı siyaset”inin odağı haline getirecektir.
Erdoğan Siyasetinde Süreklilik
Erdoğan’ın AK Parti dönemi liderliğinin tümü dikkate alındığında değişmeyen en önemli özelliklerinden biri, tüm cumhuriyet dönemi boyunca, dışlanan ötekileştirilen, çevrede bırakılan ve çoğunluğunu muhafazakar mütedeyyin kesimlerin oluşturduğu dezavantajlı toplum kesimleri ile kurduğu bağ ve ilişkinin güçlenerek devam etmesidir. Erdoğan, bu bağlamda siyasetini, toplumsal sosyolojinin çoğunluğun talep ve beklentilerini dikkate alarak ve onların değer ve inanç dünyalarını merkeze koyarak siyasetini şekillendirmiştir. Erdoğan bugüne kadar da belediye başkanlığı ve AK Parti iktidarları döneminde toplum merkezli siyasetinde çevreyi oluşturan kesimlerin duyarlılığını hep öncelemiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin önemli sosyologlarından Nur Vergin’in 2004’te Türkiye Günlüğü Dergisi’nde, Erdoğan’ın toplumla kurduğu bağı analiz ettiği görüşleri geçerliliğini hala korumaktadır: “Sosyolojik belirleyicilik bakımından kırsal Türkiye’nin yerini varoşlar Türkiye’sinin aldığı bu bağlamda iddiam odur ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı bu seçmen kitlesinin umutlarını kamçılaması, özlemlerine tercüman olması bakımından, tabir caiz ise biçilmiş kaftandır. O eskiden sakini olduğu mahalleye de, orta halli eğitimiyle de, sahip olduğu ve temsil ettiği değerleriyle de, hayat tarzıyla da, çocuklarını görücü usulü evlendirmesiyle de, sayısal ağırlığı nedeniyle siyasete damgasını vuran, Türkiye’nin bu yeni seçmen profiline tıpatıp uyan yeni semboldür. Onun katettiği bireysel yükseliş, onunla aynı sosyolojik özellikleri taşıyan ama onun ulaştığı mertebeye ulaşamamış olan milyonların hayal hanesini süslemekte, onları umutlandırmakta ve yüreklendirmektedir. Tayyip Erdoğan’ın kişiliği ve hayat hikayesi onunla kendisini özdeşleştirenlerin kurguladığı sanal alemin bir ürünü değil, başarmanın mümkün olabileceğinin canlı kanıtıdır.”
Erdoğan, partisini kurarken, Türkiye’deki “değişim ve dönüşümünü” öncelese de buradaki değişimle kastedilen “birtakım oligarşik güç odaklarının taleplerine uygun hale gelmek” değildi. Erdoğan’a göre değişim, “ait olunan medeniyet ve tarih havzasının değerlerini taşıyarak ve siyaseti ahlaki bir zemin üzerinde yürütmeyi gerekli kılarak” sürdürülebilirdi. Bu bağlamda, dünyadaki değişimi ve dönüşümü takip ederek ve medeniyet değerleri üzerinden harmanlayarak çağın gereklerine uygun bir siyaset tarzı üzerinden değişim ve dönüşüm gerçekleştirilebilirdi.
Erdoğan’ın siyaset tarzında değişmeyen en önemli özelliklerden bir diğeri, toplum merkezli ürettiği siyasetinde “sahicilik”ten taviz vermemesidir. “Siyasette ne aldanan oldum ne de aldatan” söylemi bu gerçekliğin Erdoğan tarafından dile getirilme biçimidir. Erdoğan, duygularını sahici bir biçimde toplumun önünde yaşamış, bu bağlamda da bazı söylemlerini dile getirdiğinde meselenin sıcaklığı ile eleştirilse de onun bu özelliği inandırıcılığını ve sahiciliğini pekiştiren bir özellik olarak öne çıkmıştır.
Erdoğan’ın toplumla kurduğu ilişkinin bu sahicilik yönünü, uzun dönem AK Parti’nin seçim kampanyalarının yürütücülerinden biri olan ve 15 Temmuz’da oğluyla birlikte şehit olan Erol Olçok’un ifadesinde sarih şekilde bulmak mümkündür. Erol Olçok’un şehadetinden sonra kardeşi Cevat Olçok AK Parti’nin seçim kampanyalarında çok titizlendikleri bir hususla ilgili abisinin kendilerine aktardığı sözünü kendi yorumuyla birlikte şu şekilde ifade edecektir: “Ağabeyimin şöyle dediğini hatırlıyorum; ‘Oğlum bizim en büyük numaramız, Tayyip Erdoğan’ın sahiciliğine bir imaj yüklemememiz, onu olduğu gibi sürekli koruyabilmemiz. Ona imaj yüklemeye filan kalkışmadık çünkü onda şöyle bir özellik var; kalbinde ne varsa dilinde de o var. Biz sadece ona aracılık yaptık, onun gerçeğini, hakikatini bozmadık...”
Erdoğan’ın liderlik özelliklerinden biri de Adnan Menderes, Erbakan, Özal geleneğinin olumlu siyasal mirasını sahiplenmesi ve kalkınmacı siyaseti öncelemesidir. Bu bağlamda, eser, hizmet, yatırım başlıklarında, sağlıktan ulaşıma, eğitimden adalete, güvenlikten enerji yatırımlarına, turizmden tarıma, savunma sanayiinden yerli otomobile kadar her alanda kalkınma öncelikli siyasetten taviz vermemiştir. Bu alanlarda hedeflediği projeleri gerçekleştirmiş ve verdiği sözleri tutmuştur.
Bununla birlikte, Erdoğan siyasetinde kesintisiz reformlarla mevcut sorunları çözmek, karşısına çıkan engelleri mücadele siyaseti ile etkisiz hale getirmek, toplumsal uzlaşı gerektiren konularda referandumlara ve seçimlere giderek toplumsal meşruiyetini tazelemek gibi hususlar da Erdoğan liderliğinin öne çıkan özelliklerindendir. Erdoğan’ın siyasi kariyerinde elde ettiği her başarı, bir sonraki adımda tecrübeye dönüşerek, siyasi mücadelesi için yol haritası olmuştur. Bu bağlamda, siyasal öğrenme becerisini geliştirerek, kendi siyasetine yönelik engelleyici darbe girişimlerini ve partisinin kapatılması gibi büyük krizleri etkisiz hale getirmiştir. Kriz çözme başarısını yine bu minvalde liderlik özelliklerinin değişmez bir vasfı olarak değerlendirmek gerekir.
Erdoğan’ın liderliği, sadece Türkiye’de değil, küresel düzeyde de kabul edilmektedir. İktidarları boyunca, sadece Türkiye’nin sorunlarının çözümü için değil, uluslararası krizlerin çözümünde de aktif bir rol üstlenmeye devam etmektedir. Küresel adaletsizliği her platformda dile getirmesi ve “dünya beşten büyüktür” söyleminin bugün farklı liderler tarafından tekrar edilmesini, bu başlığa eklemek gerekir. Bu bağlamda, sadece kendi toplumunun hassasiyetlerini değil aynı zamanda “gönül coğrafyası” ya da “bizim medeniyetimiz” olarak adlandırdığı coğrafyada yaşayanların sorunları ile ilgilenmektedir. Söz konusu mazlum milletlerin ve Müslümanların da sorunlarını çözmek için büyük çaba harcamaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye siyasetinde Erdoğan liderliği, onun siyasete getirdiği yeni paradigmalar bakımından istisnai bir mahiyet arz eder. Dünyada liderlik açığı tartışmalarının yaşandığı bir dönemde, Erdoğan’ın liderliği Türkiye sınırlarının ötesinde de farklı bağlamlarda analiz edilmektedir. Kolayca anlaşılabileceği gibi aylık bir derginin sayfalarında Erdoğan liderliğinin sadece bazı özelliklerine değinilmekle yetinilmiştir.