Son on yıl içerisinde dünya genelindeki hemen hemen tüm seçimlerde sosyal medyanın rolü çeşitli boyutlarıyla tartışılmıştır. Özellikle ABD’de 2014’teki Cambridge Analytica vakası ve 2016 başkanlık seçimlerine Rusya’nın müdahalesi iddiaları, sosyal medyanın manipülatif gücüne vurgu yapan tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu tartışmalara göre sosyal medya kullanıcıları, ürettikleri dijital veriler sayesinde analiz edilebilir bir nesneye dönüşmekte ve çeşitli yöntemlerle, yönlendirilebilir kitleler haline gelmektedir. Bu yönlendirmeler içeriden ya da dışarıdan kontrol edilebilmektedir. Bu iddialara karşın yine de sosyal medyanın gerçekten kitleler üzerinde bu derece etki oluşturduğuna dair kesin bulgu yoktur. Ancak kesin olan şey, günümüzde seçmenler, oy verme davranışlarını, sosyal medyanın da önemli rol oynadığı yeni iletişim ortamında belirlemek durumundadır. Bu nedenle seçime giden süreçte doğru bilgiye erişim, fikirlerin serbest dolaşımı ve özgürce ifade edilmesi, serbest tartışma ortamlarının tesisi bireylerin kendi hür tercihlerini yapmaları için önem arz etmektedir. Ancak sosyal medyanın manipülatif yapısı, seçmenlerin doğru bilgiye erişimini zorlaştırırken, sağlıklı bir tartışma ortamının tesis edilmesini de engelleyebilmektedir. Bu nedenle hem seçmenler ve hem de siyasiler, bu süreçte birçok meydan okumayla başa çıkmak zorundadır. Seçmenler iyi bir önseziyle yanlış bilgiyi, manipülatif içeriği tespit etmek zorundadır. Siyasiler ise bu platformlarda üretilen manipülatif içeriklerle mücadele ederek kendi kampanyalarını yürütmek zorundadır. Bu nedenle sosyal medyanın siyasal iletişimdeki rolünü doğru anlamak önemli hale gelmektedir.
Gündem Belirleme Gücü
Türkiye’de dijital kamusal alanda, siyasi tartışmaların büyük oranda yürütüldüğü mecra Twitter olarak görülmektedir. Ancak 2022’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yapılan Türkiye’de Sosyal Ağ Kullanımı araştırmasına göre Twitter kullanmayı tercih edenlerin oranı sadece yüzde 25 civarındadır. En çok kullanılan platformlar sırasıyla Whatsapp (yüzde 81,9), Instagram (yüzde 75,2), Youtube (44,5) ve Facebook (42,2) olarak belirtilmiştir. Dolayısıyla Twitter’daki tartışmalara büyük önem atfedilse de kamuoyunun genelinin görüşlerini yansıttığını söylemek zordur. Buna rağmen siyasiler, sanatçılar, gazeteciler ve kanaat önderlerinin de yer aldığı toplumun belli bir kesimi, bu mecrada görünür olmayı önemsemekte ve burada yürüttükleri etkileşime ayrı önem vermektedir.
Sosyal medyanın kamuoyunu yönlendirmede başarılı olduğu alan, kitleleri doğrudan etkilemek/ikna etmek yerine kamuoyunun gündemini belirlemek olarak değerlendirilebilir. Meseleler sosyal medyada daha kolay ortaya atılarak yaygınlaştırılabilir, bir gündem haline getirilebilir, kullanıcılar bu gündem etrafında kutuplaştırılabilir. Daha sonra bu gündemler, halihazırda üzerine yüklenmiş ideolojik bagajlar ve karşıtlıklarla birlikte, medya elitleri vasıtasıyla ana akım medyanın gündemine sokulabilmektedir. Yani sosyal medyanın manipülatif gücünün büyük bölümü, kitlelerin etrafında kolaylıkla kutuplaşabileceği gündemler oluşturması ve bunu ana akım medyaya taşıyabilmesi olarak değerlendirilebilir. Bu süreçte gazetecilerin ve TV yorumcularının büyük rolü bulunmaktadır. Sosyal medyayı bilgi toplamak ve genel kamuoyunun nabzını okumak için birincil mecra olarak yorumlayan ya da sosyal medyada üretilen söylemlerin kamuoyunda yaygın söylem olduğu inancını taşıyan elitler, yanlış meseleleri ve yorumları gündeme getirme riskini taşımaktadır. Böylece aslında doğruluğu teyit edilmemiş bir bilgi, bu kanallar yoluyla ana akım medya üzerinden daha geniş kitlelere aktarılabilmektedir. Bu nedenle sosyal medyadaki gündemin önemsenmesi ancak ihtiyatlı yaklaşılması önerilmektedir.
Cumhurbaşkanı Adayları ve Twitter Savaşları
Sosyal medyanın diğer bir etkisi tüm kullanıcıların kendi görüşlerini hiçbir filtreye takılmadan anlık olarak kamuoyuna aktarabilmelerinde yatıyor. Sosyal medyanın demokratik gücü de buradan geliyor. Geleneksel medyada sesini duyuramayanlar için görüşlerinin yer bulabileceği güçlü bir mecra olarak tanımlanıyor. Ancak yapılan araştırmalar her görüşün filtresiz olarak yayınlanmasının aynı zamanda aşırılıkçı görüşlerin, nefret söyleminin ve ayrımcılığın da bu mecralarda yaygınlaşması ve hakim hale gelmesi sonucunu doğurduğunu vurguluyor.
Aşırılıkçı ve partizan tweetler, belirli kitlelerin desteğini ve tepkisini alması nedeniyle kullanıcılar açısından yüksek etkileşimli içerikler olarak görülmekte ve daha fazla rağbet görebilmektedir. Siyasi içerikli tweetler de bu etkileşimlerin önemli bir ayağını oluşturuyor. Ancak sosyal medya etkileşimlerinin cazibesine kapılarak atılan siyasi tweetler de her zaman olumlu bir etki ortaya çıkarmıyor. Örneğin eski ABD Başkanı Donald Trump’ın diğer başkanlara kıyasla karar alma ve iletişim mekanizmalarını devre dışı bırakarak kendi görüşlerini kendi Twitter hesabından sıklıkla paylaşması, birçok iletişim kazasını ve skandalını da beraberinde getirmişti. Trump’ın “çok güvenilir kaynaklara” dayanarak Barack Obama’nın doğum sertifikasının sahte olduğuna ilişkin tweeti, daha sonra alay konusu olmuştu. 2020 Başkanlık seçimleri gecesinde ise “Harika. Tarihin açık ara en yozlaşmış seçimi. Biz kazandık!!!” diyerek kazanamadığı seçimin zaferini ilan etmişti.
Türkiye 2023 seçimlerine giderken, siyasette yaşanan hızlı gelişmeler, bu tür etkileşim kazalarını da beraberinde getirdi. Muhalefet partilerinden oluşan altılı masa, uzun bir bekleyişin ardından, 2 Mart 2023’te cumhurbaşkanı adaylarını belirlemek üzere toplanmış ve ardından resmi bir ilan olmamasına rağmen sosyal medyada altılı masanın cumhurbaşkanı adayının Kemal Kılıçdaroğlu olduğu çeşitli hesaplardan duyurulmuştu. Buna karşın ertesi gün İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener sert bir açıklama yaparak, altılı masanın tutumunu eleştirdiğinde sosyal medyada büyük tepki topladı. Ünlü piyanist Fazıl Say, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, Akşener hakkında hakarete varan ifadeler kullanıyordu. Daha sonra yapılan pazarlıklar sonucu Akşener’in masaya dönmesiyle birlikte ise Say şu ifadeleri kullandı “Sosyal Medya işe yaradı. Aklın yolu bir, birlikten güç doğar, @meral_aksener döndü, iyi etti, biz de kaldırdık kızgınlıkla yazdıklarımızı. Takip ediyorum onu ve iyi buluyorum”.
Sosyal medyadaki linç kampanyasının, Akşener’in altılı masaya dönmesinde ne kadar etkili olduğu bilinmiyor ancak arada geçen yirmi dört saat içerisinde altılı masa destekçileri tarafından sağcı-muhafazakar-milliyetçi seçmenlere ve siyasetçilere yapılan hakaretlerin bu cenahın zihninde yer edindiğini ya da ittifak hakkında şüpheler doğurduğunu iddia etmek mümkündür.
Sosyal medya üzerinden diğer bir linç kampanyası ise yüz bin imza toplayarak Cumhurbaşkanlığı adaylığını kesinleştiren Muharrem İnce’ye karşı yürütülmektedir. Şarkıcı Gökhan Özoğuz, halkın Muharrem İnce’ye oy vermeyeceğini söyleyerek, “Çünkü amacınız oy bölmek ama o da olmayacak. Son dönem sosyal medya çalışmalarınız var onlar da işe yaramayacak çünkü sahteler ve laflarla göz boyamaları kaldıracak yerimiz kalmadı” ifadelerini kullandı. Televizyon programcısı Armağan Çağlayan ise bir tweetinde Muharrem İnce’nin imza kampanyasını şöyle tiye alıyordu; “Bir günde 28 bin imza topluyorsun, ama iddian ikinci tura kalmak öyle mi? Peki. KİB. Görüşürüz.” Meral Akşener’e hakaret ederek eleştiren Fazıl Say, Muharrem İnce hakkında da “Mağara adamı seviyesi söylem ve trollerini de alsın gitsin istiyoruz. Çekilsin yolumuzdan.” ifadelerini kullandı. Sosyal medyada sanatçı ve gazetecilerin başını çektiği bu sert kampanya sonucunda, İnce’nin ittifaka katılma konusunda ne karar vereceği bilinmiyor ancak bu açıklamaların seçim sürecinde daha aşırı söylemlerin ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına neden olduğu görülüyor.
Dezenformasyon, FETÖ’cü Hesaplar ve Dış Müdahale
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışacak adayların netleşmesiyle birlikte sosyal medya üzerinden yürütülen seçim kampanyaları da hızlanmış durumda. Siyasi partiler bir yandan kendi programlarını, vaatlerini ve söylemlerini sosyal medya kampanyaları yoluyla aktarırken diğer yandan manipülatif içeriklere ve genel olarak dezenformasyona karşı mücadele etmek durumundalar. Örneğin Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın üniversite diplomasının olmadığına dair organize bir kampanya, sosyal medyada yaygın biçimde yürütülmüş, birçok muhalif sanatçı, gazeteci ve akademisyen bu kampanyanın doğal destekçileri haline gelmişti. Ancak İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan belgeler, bu iddianın bir dezenformasyon kampanyası olduğunu ortaya koydu. Bu iddialar çürütülmesine rağmen benzer dezenformasyon kampanyalarının özellikle sahte-anonim hesaplar üzerinden yürütülmeye devam ettiği görülüyor.
Yurt dışında yaşayan FETÖ’cü isimlerle aynı network üzerinde bulunan ve aynı söylemler üzerinden dezenformasyon kampanyaları üreten bu sosyal medya hesaplarının, Türkiye’de yaklaşan seçimler üzerinde etki etmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Bu hesapların ürettikleri içerikler genel olarak değerlendirildiğinde, belli hedefler taşıdığı ortaya çıkıyor. Öncelikle üretilen sahte içerikler ile seçmenlerin mevcut hükümetin performansı hakkında olumlu görüş oluşturmalarını engellemek, hükümetin yönetme kabiliyeti hakkında soru işaretleri oluşturmak, halkı dini inancı, aidiyeti ve kimliği üzerinden ayrıştırmak ve çatıştırmak, kamuoyundaki kutuplaşmayı artırmak, muhalif ittifaktaki tutarsızlıkları ve çatışmaları gizlemek, hükümetin faaliyetlerini ve yatırımlarını itibarsızlaştırmak amaçlanıyor. Üretilen sahte içeriklerin toplumda kaygı ve korku doğurarak belirli bir siyasi oluşum için fayda sağlamayı hedeflemesi, bunun dezenformasyon olarak nitelendirilmesini gerektirmektedir.
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte sosyal medyanın daha fazla sahte içeriğe ve sahte gündemlere sahne olması beklenebilir. Buna karşı seçmenlerin belirli bir farkındalık seviyesine ulaşması ve dezenformasyona karşı dirençli hale gelmesi herkesin sorumluluğundadır.