Siyasette konjonktürel analizler, büyük resmi görmeyi zorlaştırır. Siyasetin yön ve yönelimi ile ilgili gerçekleşmesini istediğiniz sonuçları, rasyonel bir öngörüymüş gibi sunarsanız gerçekliği teğet geçersiniz. 2024 seçim sonuçları üzerinden Türk siyasetinin geleceğine ilişkin çok farklı değerlendirmeler yapıldı, yapılıyor. Bu değerlendirmelerin içinde, süreci iyi analiz eden yazılar olduğu gibi, günlük pozisyonlar üzerinden yapılan analizler de var. Bu dönemde yapılan analizleri, hem Türk siyasetinin uzun dönemli genel seyri hem de yakın geçmişi üzerine söz konusu süreçlerde yapılan değerlendirmelerin isabetini de dikkate alarak ihtiyatlı bir bakış açısıyla okumak gerekir.
Siyasetin geleceğine yönelik son dönemde yapılan analizlerin isabet düzeyini öngörebilmek için çok eskilere gitmeden yakın geçmişe bir göz atmak gerekir. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde o dönemde yapılan siyasi analizlerin neredeyse tamamı, AK Parti’nin kesintisiz olarak bu kadar süre ve aynı liderle iktidar olacağını ve on yedi farklı seçimi arka arkaya kazanacağını tahmin edemedi. Bırakın AK Parti’nin uzun dönemli iktidarını devam ettirebileceğini öngörmeyi, bazı çevreler, kuruluşunun ardından girdiği ilk seçimlerde nerdeyse anayasayı değiştirebilecek sayıda parlamentoda milletvekili çıkarmasını bile halkın konjonktürel tepkisine bağlamışlardı. Bunu söyleyenler, 1998’de hapse giren ve siyasi yasak getirilen Erdoğan’ı “artık muhtar bile olamaz” diye manşet atanlarla aynı zihniyet dünyasını paylaşanlardı.
AK Parti’nin 2009 yerel seçimlerinde oy oranı, bir önceki seçimlere göre dramatik sayılabilecek şekilde düştüğünde, yine birçok siyasi analizde, “sonun başlangıcı” söylemi devreye sokulmuş ve ANAPlaşmanın başladığı ilan edilmişti. 2011 seçimlerinde AK Parti’nin en yakın rakibinin 26 puan önünde seçimlerden galip çıkması, bir önceki öngörüleri hızla geçersiz kılmıştı. Hatta Gezi Parkı eylemleri ve 17-25 Aralık FETÖ’cü yargı darbe girişimi sonrası, AK Parti’nin hem yerel hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini büyük oy farkları ile kazanması, farklı çevrelerin olup biteni suhuletle analiz etmek yerine halka yönelik öfkelerini artırmalarına sebep olmuştu.
Genel başkanlık değişiminin yaşanmasının ardından Haziran 2015 seçimlerinde, AK Parti tek başına iktidarı elde edecek bir çoğunluğa ulaşmadığında, partinin Erdoğan sonrası düşüşe geçtiği yorumları ağırlıktaydı. Muhalefetin siyasi elitlerinde kızgınlık ve suçlama nöbeti, aynı yılın Kasım seçimlerinden sonra tekrar nüksetti. Çünkü Kasım seçimlerinde AK Parti yüzde 50’ye yakın oy alınca, yine suçlanan oy veren seçmenler olmuştu.
2016’da devreye sokulan FETÖ’cü darbe ve işgal girişiminin ardından, siyasi alan epeyce sert bir rekabete sahne oldu. AK Parti ve MHP’nin ittifak yapması, bu iki partinin içinden ayrılanların kurduğu yeni siyasi partileri doğurdu. MHP’den ayrılanların kurduğu İYİ Parti’nin siyasi alana dahil olmasıyla birlikte, bu yeni partinin siyasetin geleceğini kökten değiştireceği analizlerini beraberinde getirdi. Bu analizlere göre, MHP giderek eriyecek, siyasette merkez sağ yeniden canlanacaktı. Kısaca İYİ Parti dengeleri değiştirecekti.
AK Parti’den ayrılanların kurduğu Gelecek ve DEVA partileri ise AK Parti’nin tabanından büyük oy geçişlerine imkan sağlayacak, böylece iktidarın ömrü ilk seçimlerde tamamlanacaktı. Tüm bu öngörüler üzerinden 2023 seçimlerine kadar siyasi alan yeniden şekillendirilmeye çalışıldı. Hatta 2019 seçimlerinden itibaren kurulan altılı masa ile birlikte 2023 seçimleri garanti altına alınmıştı. Ancak Mayıs 2023 seçimlerinde de ne muhalefet cenahının yaptığı analizler doğru çıktı, ne de muhalefet seçimleri kazanabildi. Hatta, söz konusu seçimlerin kazanılması için İYİ Parti, DEVA, Saadet ve Gelecek partileri kendilerini feda etti. Türk siyasetinde MHP’nin sonunu hazırlayacağı beklenen İYİ Parti, AK Parti’yi böleceği düşünülen DEVA ve Gelecek partileri ve yeniden ayağa kalkıp kilit parti olması beklenen Saadet Partisi varlıklarını devam ettirmekte zorlanan yapılara dönüştüler.
Mayıs seçimlerine gidildiği dönemde, muhalefet tüm hatlarıyla, eğer 2023 seçimleri kaybedilirse Türkiye’de bir daha muhalefetin belini doğrultamayacağını iddia ediyorlardı. Hatta, Türkiye’nin tamamen otoriterliğe kayacağını, artık seçimleri bile yapmanın anlamlı olmayacağı gibi cümleleri rastgele ortalığa saçıyorlardı. Türkiye’nin en iyi işleyen seçim sistemini, “oylar sandıkta çalınabilir”, “sandıklarda hile yapılabilir” söylemleri ise bir ezbere dönmüştü. Hatta bir dönem, iktidar seçimi kaybederse, seçimlerin sonucunu tanımaz gibi, hiçbir dayanağı olmayan argümanlar bile ileri sürüldü.
Seçmenin Siyasi Okuryazarlığı Çok Yüksek
2024 seçimlerine gidilirken, muhalefetin Mayıs seçimlerinden hayal kırıklığına uğraması, büyük bir beklentiye sokulan seçmenlerinin yaşadığı kaybetmenin getirdiği travma, CHP’de yaşanan sancılı ve tartışmalı genel başkan değişimi, iktidarın Mart seçimlerinde elini rahatlatmış gözüküyordu. Yakın geçmişin deneyimleri, muhalefetin seçimlerden daha güçlü çıkacağına yönelik beklentileri ve öngörüleri zayıflatmıştı. AK Parti’nin yerel seçimlerde elde ettiği sonucu öngörmeyi zorlaştırmıştı. Hatta muhalefetteki dağınıklığın kolay toparlanamayacağı varsayılıyordu.
Seçimlerden, her ne kadar aldığı oyun tamamı kendi oyu olmasa da, CHP’nin birinci parti çıkacağını, AK Parti’nin yerel seçimlerde bu kadar çok belediyeyi kaybedeceğini neredeyse kimse beklemiyordu. Seçimlerden sonra yapılan anketlerde, sandığa gitmeyen seçmenlerin önemli bir çoğunluğunun da böyle bir sonucu beklemedikleri anlaşılıyor.
Baştaki argümanı tekrar edersek, seçimlerin hemen ardından sıcağı sıcağına yapılan geleceğe yönelik değerlendirmeleri ve analizleri önce bir ihtiyatla karşılamak gerekir. Daha derinlikli öngörülerin yapılabilmesi için biraz zamana ihtiyaç var. Bu argümanı ileri sürerken, bir kez daha altını çizmek gerekirse, 2024 seçim sonuçlarının ekseriyetle yanlış analiz edildiğini iddia etmiyorum. 2028 seçimlerine yönelik bugünden yapılan erkenci tespitlerin isabet oranının aynı zamanda siyasi partilerin seçim sonrası süreci nasıl yöneteceklerinin görülmesiyle test edebileceğini söylüyorum.
Seçim sonrası siyasi partiler ve seçmenlerin yeni dönemin kodlarına uygun olarak siyaseti analiz etmeleri gerekiyor. Siyasi partilerin bakacağı yerlerden biri, seçmenlerin kendilerine yönelik talep, beklenti ve algılarını iyi tespit etmektedir. Türkiye’de seçmen sosyolojisi değişmektedir. Kentleşme, ekonomik sorunlar, kutuplaşma, yeni sosyolojinin hayata, siyasete ve geleceğe bakışı gibi önemli başlıklar, seçimlerin sonucunda belirleyici olmaktadır.
Bir parti sadece kendi tabanına yönelik bir siyaset üreterek artık seçimleri kazanamaz. Türkiye’de seçmenin siyasi okuryazarlığı çok yüksektir. Çünkü siyasetin konuşulma oranı, seçimlerin yapılma sıklığı, kutuplaşmanın getirdiği günlük karşılaşmalar, insanların siyasetle bir şekilde temasını devam ettirmektedir. Böyle olunca, seçmenler, stratejik ve taktiksel oy verme motivasyonu ile hareket etmekte ve siyasi partilerden ve onun kadrolarından daha öncü bir yerde konumlanabilmektedir. 2023 seçimlerinin ardından 9 aylık bir süre geçmeden ortaya çıkan yeni seçim sonucu bize seçmenlerin stratejik tercihleri ile ilgili çok şey söylemektedir.
Seçmenin Öngörülü Hesabı
Seçmen nerede, ne zaman ve ne oranda bir siyasi parti ya da ittifaka mesaj vereceğini hesaplayabilmektedir. Mayıs seçimlerinde muhalefetin kazanması halinde Türkiye’nin siyasal istikrar sorunu yasacağını öngörerek seçmenler yoğun bir biçimde iktidarı destekledi. 2024 Mart yerel seçimlerinde, iktidara “senin belirli politikalarını değiştirmen için yakın dönemde mesajlar verdim. Ben iktidarın değil politikalarının değişmesinden yanayım, dolayısıyla da bu mesajımı birbirine yakın seçimlerdeki farklı davranışlarımla açık bir biçimde gösterdim” diyerek sandığa gitmedi, ya da kendine yakın gördüğü partilere gitti.
Şimdi siyasette seçmen açısından bir denge var. Seçmenin karşılaştırma imkanı yüksek. Hangi partinin taban eğilimlerini daha iyi okuyacağı, alternatif politikalar konusunda hangi partinin daha iyi hizmet ortaya koyacağını takip edecek. Seçmenin verdiği mesajı, hangi partinin daha iyi özümsediğini seçmen test edecek. Seçmen, muhalefetin yıllardır yaptığı gibi iktidarın hata ve noksanlarını sayarak gün geçirmesini tasvip etmez. Siyaset ve hizmet üretmesini bekler. İktidar için ise, kendi insan kaynaklarının kalitesinin yükseltilmesinden, bürokrasinin oluşturduğu maliyete kadar, ekonominin düzelmesinden, enflasyonun kontrol altına alınması gibi bir dizi konu da olumlu sonuç bekler.
Arka arkaya yapılan bu seçimlerin sonucu şunu gösteriyor. İktidara bir mesaj verildiği açık. Ancak, muhalefet çevrelerinin iktidara yönelik analizinde olduğu gibi, AK Parti tamamen düşüşe geçmiş, ANAPlaşma başlamış değil. 2028’e giderken, seçmenin beklentisine yönelik olarak siyasetini güncellediğinde seçmen potansiyeli açısından her anlamda avantajını koruyor. AK Parti ve iktidar bloku açısından ise, muhalefet ve CHP farklı ittifak ve iş birliği modellerini geliştirerek muhalefet seçmeninin oyunu bir yöne kanalize edebiliyor. Dolayısıyla siyaset üretimini iyi yapan değişim süreçlerini iyi yöneten avantajlı çıkar.
Doğru siyaset üretmenin yolu, doğru ve rasyonel analizden geçer. Bunu yapabilen avantajlı çıkar.