14 Mayıs 2023’te gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri, ittifak ilişkilerine yeni bir boyut kazandırması bakımından, Türk siyasal hayatının önemli dönüm noktalarından biri olarak tarihe geçecek bir nitelikte. Farklı siyasi yapıların bir araya gelerek oluşturduğu ittifaklar, ülkenin siyasal kültürünü dönüştürücü bir moment oluşturabileceği gibi aynı zamanda oy verme davranışlarının da ciddi bir teste tabi tutulmasını sağlayacak bir özelliği bünyesinde barındırırlar. Bir ittifakın parçası olma ya da o ittifakın dışında kalma gibi tercihlerin seçmenler nezdinde nasıl değerlendirileceği ve bunun seçim sonuçlarını nasıl etkileyeceği büyük merak konusu olurken, aynı zamanda ortaya çıkan sonuçlar açısından ittifak eksenli bir siyasi kurgunun, Türkiye’nin mevcut siyasal sosyolojisini ne yöne evireceğinin cevabı da ancak seçim akşamı alınabilecek sorular arasında yer almaktadır.
İttifak bünyesinde yer alan partilerin seçmenlerinin, cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerinde paralellik gösteren bir oy verme davranışı sergileyip sergilemeyeceği şu an için kestirilmesi zor bir durumdur. Her ne kadar bazı öngörüler ya da tahminler üzerinden varsayımlar yürütebilecek olsa da seçim sürecinde ittifak mensuplarının ve özellikle de çatı adaylarının performansları, kullandıkları dil, ittifakın diğer mensuplarının hassasiyetleri ya da öne çıkardıkları başlıklar, süreçte seçmen davranışını etkilemesi ve seçmeni farklı bir yola yönlendirmesi muhtemel konuların başında geliyor. Tam da böyle bir tartışma zeminin bulunduğu gerçeğinden hareketle, özellikle Türk siyasal hayatının başlıca geleneklerinden birini oluşturan Milli Görüş Hareketi’nin yegane temsilcisi olduğu iddiasındaki Saadet Partisi seçmeninin ne tür tavır alacağı ve ittifak bünyesinde sağlanan mutabakata sadık kalıp kalmayacağı irdelenmesi gereken bir husus olarak karşımızda duruyor.
Milli Görüş, sadece Türkiye’deki siyasal sistemi meşru yollarla ve toplumsal gerçeklikle uyumlu bir şekilde dönüştürme iddiasını ortaya atmakla kalmamış, aksine hareketin lideri Necmettin Erbakan’ın 40 yılı aşkın siyasi mücadelesinde İslami referansları merkeze alarak, dünya düzenine meydan okuyan özgün bir siyasi çerçeve sunabilmiştir. Bu yönüyle İslam dünyasındaki İslamcı siyasal oluşumlar içinde ayrıcalıklı bir konum edinmeyi başaran Milli Görüş, bünyesinde entelektüel alanı domine eden bir külliyat meydana gelmese dahi başta merhum Erbakan olmak üzere yapının önde gelen isimlerinin ortaya koyduğu siyasi pratikler, diğer muadil yapılara kıyasla Milli Görüş’ün ciddi bir mesafe kat etmesine imkan tanımıştır. Gündelik siyasal hesaplardan ziyade meselenin özünü kavramayı bir bakıma şiar edinen Milli Görüş mensupları, hareketin tarihi boyunca Erbakan’ın çizdiği temel ilkelere sadık kalan ve siyasi aktörlerin ve devlet yöneticilerinin strateji ve uygulamalarını hep bu çerçevede ele alan bir misyon üstlenmişlerdir. Zaferden ziyade seferden sorumlu olduğuna iman etmiş ve baharın bir çiçekle gelmeyeceğini bilse dahi baharın müjdecisinin o bir çiçek olduğu inancının sağladığı motivasyonla siyasal mücadelesini sürdürmüş bir hareketin temsilcisi olan Saadet Partisi’nin ittifak sürecinde üstlendiği rol, Milli Görüş’ün temel iddia ve hedeflerine ne kadar sadık kalınabileceği ya da ittifak mensuplarının hareketin ana hassasiyetlerini ne düzeyde benimseyeceğine dair birçok soru işaretini beraberinde getirmektedir.
Saadet’in Siyasal Söylemleri ve İttifak
Millet İttifakı’nın çatı aday çıkarma konusunda verdiği uzun ve sancılı mücadelede Saadet Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, kritik bir hamlede bulundu. Oy potansiyeli itibarıyla ciddi bir karşılığı olmasa dahi Türk siyasetindeki özgül ağırlığıyla ittifakın sürdürülebilmesi ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilmesinde Saadet’in kurucu ve yönlendirici bir konumda yer aldığı göz ardı edilmemesi gereken bir husus. Kılıçdaroğlu ve Karamollaoğlu arasındaki yakın dostluk ilişkisinin, ittifakın oluşumundaki önemi göz ardı edilemeyeceği gibi benzer şekilde CHP’nin gündemi ve kitlesi ile taban tabana zıt bir hareketin genel başkanının, Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylık fikrine herkesten daha çok sıcak bakması, ittifakın farklı kesimleri bir arada toplama söylemine meşrulaştırıcı bir katkı yaptı.
AK Parti’nin 20 yıllık iktidar serüveninde istisnai durumlar haricinde muhalif konumunda olan Saadet Partisi için mevcut ittifak yapısında üstlenilen rol, muğlaklıklarla dolu bir sürecin başlangıcı anlamına gelmektedir. Saadet’in bugüne dek iktidar eleştirisi genel itibarıyla üç ana başlıkta toplanmaktadır. Bunlardan ilki AK Parti dış politikasının genel çerçevesine dairdir. ABD, İsrail, AB ile ilişkiler, Suriye, Irak ya da Filistin konusunda AK Parti iktidarının izlediği siyaset mütemadiyen eleştiri yağmuruna tutulmuş ve Milli Görüş çizgisinden uzaklaştıkça Türkiye’deki iktidarın Batı’nın her dediğini yapan bir noktaya geldiği Saadet kadrolarınca defaatle vurgulanmıştır. Bu noktada akla gelen ilk soru Saadet’in ittifak görüşmeleri esnasında AK Parti’nin dış politikasında eleştirdiği konularda adımlar atılması yönünde ne tür bir mutabakat sağlandığı ya da beklentilerin gerçekleştirilmesi için ittifaka ne tür baskılar yapacağı hususudur. Ayrıca seçim sonrası iktidara gelindiği takdirde yeni yönetimin bu dış politika başlıklarında Milli Görüş’ün hassasiyetlerini yansıtmayacak stratejileri hayata geçirdiği takdirde Saadet’in hem parti tabanına hem de Milli Görüş kimliğini benimseyen herkese bu konuda nasıl bir izahat sunacağı da bir merak konusudur.
Saadet tarafından AK Parti hükümetlerine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izlediği politikalara yönelik eleştirilerin ikinci odağı ise genel itibarıyla ekonomiye dairdir. Merhum Erbakan’ın Adil Düzen vurgusu ve faiz karşıtlığı tüm kesimlerce bilinmektedir. Saadet Partisi de buradan hareketle iktidarın ekonomi politikalarını faiz sistemine bağımlılık üzerinden eleştirerek ülkede gerçek manada refahın ancak ve ancak Adil Düzen yaklaşımıyla sağlanabileceğini iddia etmişlerdir. Bu çerçevede Saadet yöneticilerinin ittifak paydaşlarına Adil Düzen ya da faizsiz bir ekonomi modeli konusunda tavsiyede bulunup bulunmadıkları; şayet bulundularsa buna nasıl bir tepki aldıkları da yine Milli Görüş tabanına açıkça ilan edilmesi gereken bir husustur. Özellikle Milli Görüş’ün ekonomi ve faize dair tutumunun aksi istikametinde politikalar hayata geçirilmesi halinde Saadet’in nasıl bir yol izleyeceği ya da bu yolun seçim sonrasında anlamlı olup olmayacağı da muğlak konular arasında yer almaktadır.
Rahmetli Erbakan Hoca’nın Türk siyasal hayatına rengini katarken üzerinde durduğu en önemli meselelerden birisi de “önce ahlak ve maneviyat” söylemiydi. Milli Görüş geleneğinin tüm partilerinin temel şiarı olan bu vurgu, Saadet mensuplarının da uzun yıllar boyunca AK Parti’nin izlediği politikalara dair eleştirilerde temel başlıklardan bir diğeri idi. Bu minvalde farklı sosyolojilere ve yaşam biçimlerine sahip bir ittifak yapısında, her bir partinin ahlaki kodları farklı şekilde değerlendirmesi doğal karşılanması gereken bir durumdur. Saadet’in ittifak çerçevesinde kendi algıları üzerinden bir toplum yapısını ne düzeyde dayatabileceğine dair şu an için bir öngörüde bulunmak pek mümkün değildir. Lakin, Milli Görüş tabanının, Saadet kadrolarından, seçime giden süreçte hareketin ahlak ve maneviyat eksenli siyaset anlayışına dair başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere ittifakın diğer üyelerinden ne tür sözler ve garantiler alındığını bilmesi ve bu hususta şeffaf bir açıklama yapılmasının zorunlu olduğu düşünülmektedir.
Sonuç Yerine: Saadet’i Bekleyen Muhtemel Meşruiyet Krizi
Milli Görüş, “Yaşanabilir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya” sloganıyla İslamcı siyaset geleneğine boyut atlatmayı başarmış ve Merhum Erbakan’ın liderliğinde özgün siyaset anlayışından taviz vermeksizin mücadelesini sürdürmüş bir harekettir. Milli Nizam Partisi’nden itibaren hem yerel hem de küresel manada adil bir düzenin kurulmasını kendisine ana misyon kılan bu hareket, İslami referansların öncülüğünde toplumsal gerçeklikle uyumlu ve meşru yollarla sistemi dönüştürmeyi ve adil bir yönetimi hakim kılmayı amaçlamıştır. Erbakan Hoca’nın yöntemi, farklı kesimlerin hakkını yok saymayan ama başkasının peşine takılmaktan ziyade oluşturduğu çekim alanıyla kendi öncelikleri ve hassasiyetleri doğrultusunda bir iş birliği yapma anlayışı üzerine bina edilmişti. Bugün Saadet kadrolarının merhum Erbakan’ın geçmişteki ittifak girişimlerine referansla mevcut girişimi meşrulaştırıcı söylemleri, bir tür vicdan rahatlatma çabası olarak değerlendirilebilir. Bir yanda Milli Görüş’ün sabiteleri öte yanda ise ittifakın muğlaklığı arasına sıkışmışlık söz konusudur. Özellikle Saadet tabanında oluşan ittifaka karşı rahatsızlık, Saadet Partisi’nin varoluşsal bir sorunla yüzleşmesine kapı aralamıştır. Gelinen nokta itibarıyla seçimin sonucu ne olursa olsun, Saadet yöneticilerinin Mili Görüş’ün yegane temsilcisi iddiasını sürdürmede artık eskisi kadar rahat davranamayacağı ve başta kendi tabanına karşı bir meşruiyet krizi yaşayacakları öngörülebilir.