Türkiye 9 Ekim’de başlattığı Barış Pınarı Harekatı ile deyim yerindeyse sadece Suriye’de değil bölgesel ve küresel denklemlerde de bir çağı kapatırken yeni bir çağın kapısını açtı. Bu harekattan sekiz gün sonra ABD ile 17 Ekim’de imzalanan Suriye Mutabakatı, dünyada geniş yankı uyandırdı. Beş gün sonra ise Türkiye Soçi’de bu kez Rusya ile yine küresel çapta yankı uyandıran başka bir mutabakata imza attı. Böylece ABD’den sonra Rusya da Türkiye’nin Suriye’ye dair bütün taleplerini kabul etti. Bir anlamda Türkiye, ortaya koyduğu kararlı tutumla ABD’nin Suriye’den çekilmesine Rusya’nın ise Suriye politikalarını yeniden revize etmesine yol açtı. Elde edilen diplomatik sonuç nereden bakılırsa bakılsın Türkiye için Suriye’de ve bölgemizde “oyun değiştirici” bir başarıdır.
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında 22 Ekim’de Soçi’de imzalanan Mutabakat Muhtırası, kartların yeniden karılmasına neden oldu. Özellikle kendilerini Türkiye’nin müttefiki olarak pazarlayan kimi Batılı ülkelerle Arap dünyasından bazı aktörlerin Rusya’nın Soçi’de, Türkiye’nin bütün taleplerini kabul etmesi karşısında İsrail benzeri bir şoka girmesi manidardı. Oysa Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğünü görebilenler için Kremlin’in bu tavrı o kadar da sürpriz sayılmamalı.
Rus medyasına bakıldığında Türkiye’ye yönelik son dönemlerde dile getirilen hayranlık, Barış Pınarı Harekatı’nın başarısı ile en üst düzeye çıkmış görünüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ile imzaladığı mutabakatın olumlu anlamda en çok Rusya’da sarsıcı bir etkiye yol açtığı görülüyor.
Kremlin’de Türkiye Revizyonu
Türkiye’nin askeri ve siyasi kararlılığının ABD’yi Suriye’nin kuzeyinden çekilmeye zorlaması, Kremlin’in Suriye’ye yönelik politikalarında “Türkiye revizyonu” diyebileceğimiz bazı stratejik ve askeri değişiklikleri de zorunlu hale getirdi. ABD karşısında elde edilen psikolojik, askeri ve siyasi moral ile Soçi’ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki heyet, orada deyim yerindeyse zafer kazanmış bir ordu gibi karşılandı. Kuşkusuz Putin, ABD’lilere geri adım attırmanın ne kadar zor olduğunu en iyi bilen liderlerden biri. Zira Rusya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yetmiş yıldır her alanda mücadele ettiği ABD’nin mizacına dair derin bir jeo-politik bakışa sahip olduğunu unutmayalım. İşte bu nedenle Rusya’nın ABD’yi çekilmeye zorlayan Türkiye’ye teveccühü kendini Soçi Mutabakatı’nın her maddesinde fazlasıyla hissettirdi.
Daha önce Türkiye ve rejim arasında diyaloğa ağırlık veren Rus yetkililerin Soçi’deki mutabakatta bu taleplerini ötelediklerini gördük. Menbiç ve Tel Rıfat dışında Türkiye’nin Kobani’ye de girmesini öneren Rusya’nın kontrolde zorlandığı terör örgütü YPG’yi ise Türkiye ile korkutmaya başlaması dikkat çekiciydi. Kremlin Sözcüsü Peskov’un, Rusya ile Türkiye arasında varılan mutabakat kapsamında derinliği 32 kilometre olan Suriye-Türkiye sınırındaki hattın dışına çekilmemeleri halinde YPG/PKK’ya yönelik sarf ettiği “Türk ordusu sizi ezer geçer” uyarısı oldukça yankı uyandırdı. Bu ifadeler bir anlamda Türkiye’nin caydırıcılığına duyulan güvenin de ilanıdır. Öte yandan Türk gücünün etkisinden yararlanan Rusya, bu yolla kendi taleplerini YPG’ye daha kolay kabul ettireceğini de biliyor.
Rusya’nın Hesabı Peki, Rusya’nın Suriye’deki revizyonunu nasıl somutlaştırabiliriz? Öncelikle Soçi Mutabakatı’nda Rusya’nın Türkiye ile Suriye’yi de aşan bir bölgesel ve küresel mantıkla hareket ettiği ortaya çıktı. ABD’nin terör örgütü YPG yoluyla Suriye’yi parçalama planlarının Türkiye tarafından engellendiği de Rusya tarafından görüldü. Çünkü Türkiye dışında ne Rusya ne de İran’ın ABD’nin kirli planlarını durdurabilme kabiliyeti var. Astana sürecinde Türkiye sadece muhalefetin, Rusya ve İran ise rejimin garantörüydü. Barış Pınarı Harekatı’ndan sonra Türkiye, sadece muhalefetin değil Suriye’nin birlik ve bütünlüğünün de en büyük sigortası haline geldi.
Öte yandan Amerika’nın askerlerini çekmesi ve YPG’yi terk etmesi Suriye’deki “Kürt kartının” Rusya’nın eline geçmesi şeklinde yorumlanıyor. Ne var ki İdlib sorunu ve rejim ile diyalog gibi konularda Rusya’nın YPG’yi Türkiye’ye karşı bir koz ve baskı aracı olarak kullanma niyeti olsa da Türkiye’nin sahip olduğu reel-politik avantajlar ile iki ülke arasında savunma ve enerji alanlarında giderek derinleşen küresel iş birliği, Kremlin’in YPG kartını işlevsiz ve marjinal hale getirecektir. Haliyle Rusya da biliyor ki ABD’nin adeta bir güdümlü füze gibi kullandığı YPG sadece Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkmakla kalmadı, aynı zamanda Suriye’yi parçalayan bir faktör olma özelliğini de kaybetmeye başladı.
Türkiye’nin tetiklediği barışçıl değişimi gören Rusya şimdi ABD’nin elindeki ayrılıkçı terör örgütü YPG’yi Şam’a yakınlaştırarak onu bütünleştirici bir faktöre dönüştürmenin hesabı içinde. Geldiğimiz noktada Soçi Mutabakatı’nın, Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilere yeni bir ivme kazandırırken Suriye’ye dair Rus tezlerinde de Türkiye’nin taleplerini dikkate alan bir revizyona kapı araladığını görüyoruz.
Moskova’nın Stratejisi
Birincisi, Soçi’den önce Rusya’nın Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birlik vurgusu ile Türkiye’ninki arasında nüanslar vardı. Rusya’nın üniter Suriye anlayışı, Beşar Esed rejiminin bütün ülkeye sahip olduğu ve muhalefeti ezdiği bir ülkeye işaret ediyordu. Soçi’den sonra bu konuda esnemeler olabileceğine yönelik işaretlerden bahsedilebilir.
İkincisi, YPG’nin Türkiye’yi tehdit eden bir yapı olmaktan çıkarılıp rejime enerji katacak bir dinamiğe kavuşturulmasıdır. Yani Rusya’nın önümüzdeki siyasi süreçte YPG’nin ayrılıkçı veya federalist taleplerine artık prim tanımayacağı öngörülebilir.
Üçüncüsü, muhalefetten nasıl anlaşıldığı ile ilgilidir. Soçi’den önce Rusya için öncelikli siyasi hedef muhalefetin ya ikna ya da zor yoluyla Esed rejiminin güdümüne sokulmasıydı. Bundan sonra Rusya, Suriye’de muhtemelen herkesin temsil hakkı bulduğu daha demokratik ve çoğul bir yapıyı destekleyecektir
Dördüncüsü, Rusya’nın rejime dair değişim ve dönüşüm taleplerinin sandık yoluyla gerçekleşmesi anlayışını daha fazla öne çıkarması. Bu bağlamda Cenevre’de başlayacak olan anayasal süreç, Rusya’nın yeni Suriye politikası için de bir test alanı olacaktır.
Beşincisi de temel politikasını Türkiye’nin Esed ile görüşmesi şeklinde formüle eden Rusya’nın artık bu ısrarını öteleyen bir stratejiyi devreye sokabileceği ihtimalinin kuvvetlenmesidir.
Nihayetinde Rusya’nın temel önceliği Suriye’deki Baas rejimini ayakta tutmaktan çok Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını korumak, Doğu Akdeniz’deki varlığı sayesinde Libya, Cezayir ve Mısır başta olmak Kuzey Afrika’daki nüfuzunu artırmak, Ortadoğu’daki güç dengesinde ABD’den boşalan yeri doldurmak ve Avrupa’ya yönelik enerji jeo-politiğinde ABD’nin kuşatmasını yararak elini daha da güçlendirmektir. Kremlin için bu hedeflere ulaşmanın en sağlam yolu Türkiye-Rusya arasındaki bölgesel ve küresel çaptaki stratejik ittifakın özellikle Suriye’de daha da derinleşmesinden geçiyor.
Rusya-PKK/YPG İlişkisi
Benzer şekilde Türkiye için de Suriye’deki iç savaş sadece sınır güvenliği ve mülteci sorunundan ibaret değildir. Ülkemizin bekasına yönelik asıl tehlike PKK/ YPG yoluyla Suriye’nin toprak bütünlüğünün yok edilerek yanı başımızda bir terör koridoru veya terör devleti projesinin hayata geçirilmesiydi. Ancak ABD ve Rusya ile varılan mutabakatlar “terör koridoru” projesini tarihe gömdü. YPG’nin Suriye’de kurulacak yeni sistemde “rojava” dediği özerk kantonlardan oluşan terör koridorunu resmileştirme hayali suya düştü. ABD’nin YPG projesini sona erdirmesiyle emperyal güçlerin elinden düşürmediği “Kürt kartı” stratejisi ağır bir darbe alsa da tehlike hala geçmiş değil, tedbiri elden bırakmamak lazım. Geldiğimiz aşamada “emperyal uzmanlar”ın da işaret ettiği gibi PKK/YPG kartı artık Rusya’nın elinde. Peki bu Türkiye için ne anlama geliyor? Rusya PYD kartını nasıl oynayacak? Kartların Rusya’nın eline geçmesi, bölgedeki tablonun tamamen yeni bir bakış açısıyla okunmasını zorunlu kılıyor. PKK’yı terör örgütü olarak görmeyen Rusya, PKK/YPG’nin siyasi kanadı olan PYD’nin Suriye’nin geleceğiyle ilgili süreçlere katılmasını hep destekledi. Fakat Türkiye’nin itirazlarından dolayı ısrarcı olmadı. PYD ile PKK’yı ayrı gösteren Amerikan retoriğinden farklı davranan Rusya’nın bu tür bir ayırıma gitmemesi de unutulmamalı.
Bu risklerin farkında olan Rusya’nın yeni hedefi Esed rejimi ile varılacak bir mutabakat çerçevesinde PYD/YPG’nin rejim yanlılarına dahil olarak 30 Ekim’de başlayacak Cenevre sürecine katılmasını sağlamaya dayanıyor. PKK/ PYD/YPG dışındaki Kürtlerin ise Türkiye’nin desteklediği muhalif gruplar içinde yer alması öngörülüyor. Buradan bakınca Moskova’nın “Kürtler için kültürel hakların sağlanacağı yeni Suriye stratejisi ile PKK/YPG’yi ABD’nin elinden alarak sisteme entegre etme vizyonu” öne çıkıyor. Kuşkusuz ABD’nin PKK/YPG için bir terör devleti oluşturma projesine göre Rusya’nın PKK/YPG stratejisi farklılık taşıyor.
Her şeyden önce Rusya’nın ABD’den farklı olarak, terör örgütleri yerine Türkiye gibi bölgenin köklü ülkeleriyle iş birliği politikasını merkeze alan bir aktör olduğunu da akıldan çıkarmayalım. Bu pencereden bakınca Rusya’nın Suriye stratejisinin ana hedefi sahayı, masayı ve PKK/YPG gibi örgütleri ABD’ye kaptırmamaya dayanmaktadır. Kremlin’in bu jeo-politik projeksiyonu birçok yan etki barındırmasına rağmen şimdilik “ehveni şer” olarak görülebilir. Çünkü yeni dönemde Suriye’yi de aşan bir bakışla hareket eden Rusya, Esed ve PKK/YPG gibi potansiyel risklerin Türkiye ile bir çatışmaya yol açmamasına son derece özen gösterecektir.