Eski ve köklü bir geçmişe sahip olan Türk-Alman ilişkilerinde, tarihin farklı dönemlerinde önemli sınamalara ve fırsatlara tanıklık edilmiştir. Osmanlı döneminde başlayan bu özel ilişki, çok yönlü değişim ve dönüşüm geçirerek büyümüş ve genişlemiştir. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Nisan ayı içerisindeki son ziyareti, bu eski ve köklü tarihi hatırlamamız için bir fırsat olurken; aynı zamanda liderlerin ikili ilişkilerdeki etkisi üzerine de yeniden düşünmemizi sağlamıştır.
Hiç şüphesiz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Şansölye Angela Merkel’in yürüttükleri lider diplomasisi, ikili ilişkilerdeki tüm gerginliklere rağmen son 20 yıla damgasını vurmuştur. Merkel sonrası dönemdeki liderlik tartışmaları ve jeopolitik kırılmalar nedeniyle ilişkilerin nasıl ilerleyeceği merak konusu olmuştur. Dolayısıyla, bu yazıda Merkel sonrası dönemde Türk-Alman ilişkilerinin değişen doğası liderlerin rolü bağlamında ele alınmış ve Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti analiz edilmiştir.
Girişte de belirtildiği üzere, Erdoğan ve Merkel; Kırım’ın ilhakı, Suriye meselesi, Balkanlar, Türkiye’nin AB politikası ve Almanya’daki Türk toplumu olmak üzere oldukça geniş bir çerçevede birçok konuda birlikte yürüttükleri lider diplomasisi süreçleriyle iki büyük lider olarak tarihe iz bıraktılar. İki lider arasındaki etkili iletişim, dış politika gündeminin ötesinde söylemleri, vücut dili ve semboller anlamında verdikleri mesajlar, liderlik alanında çalışanlar için ilgi ve araştırma konusu oldu. Yüz yüze gerçekleştirilen görüşmelerde iki liderin birbirlerine verdikleri sembolik hediyelerin, karşılıklı jest ve davranışların, her zaman karşılıklı bir güvenin ve her koşulda bir diyalog alanının var olduğunu yansıttığını söylemek mümkündü. Hatta Merkel’in görev süresinin bitmesine yakın gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretinde hepimizin aklında son paylaşımı “Allahaısmarladık” kalmıştı.
Merkel sonrasında kurulan koalisyon hükümetinin ve Şansölye Scholz’ün hem iç sorunlar hem de Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle dış politika ekseni belirlemek açısından kolay bir başlangıç yapmadığını vurgulamak gerekir. Dolayısıyla bu dönemde Türkiye ile ilişkiler, kısmen soğuk ve belirsiz olarak ilerlemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya-Ukrayna Savaşı’nın, Almanya ve AB üzerinde güvenlikten enerjiye hemen her alanda etkileri ile 7 Ekim sonrasında Gazze’de yaşananların gölgesinde gerçekleşen Berlin ziyareti, bu belirsizliğe kısmen son vermiş olsa da özellikle basın toplantısında Filistin başta olmak üzere temel konular üzerindeki net üslubu ve tutumu, Alman ve Batı kamuoyunda ciddi yankı uyandırmıştır.
Steinmeier’in Türkiye Ziyareti: Bir Garip Döner Hikayesi
Şansölye Scholz döneminde izlenecek dış politika konusunda taşlar yeni yeni yerine oturmaya başlamışken, Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti, özellikle savunma sanayiinden Filistin’e kadar birçok konu bağlamında merakla bekleniyordu. Ancak ziyaret tarihi yaklaştıkça; Türkiye kamuoyundaki merak, yerini kapsam açısından önemli soru işaretlerine bırakmaya başladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier üç günlük Türkiye ziyareti kapsamında ilk durak olarak İstanbul’da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşme gerçekleştirdi. Elbette görüşmenin zamanlaması nedeniyle üstünde düşünülebilir ancak daha önce de Alman siyasi figürlerin muhalif isimlerle bir araya geldiğini düşünürsek şaşırmamak ve büyük bir anlam yüklememek gerekir. Hatta ziyaretin İstanbul ayağındaki müze çıkışında, Filistin marşı ile protesto edilmesinin ve “Alman döneri” ikramının, İmamoğlu ile görüşmesinden çok daha fazla yankı uyandırdığını belirtmek gerekir.
“Alman döneri” tercihi, Türk ve Alman kamuoyunda ilginç bir tartışmayı da başlatmıştır. Bu tercihin, açıkçası bir kamu diplomasisi stratejisi olarak düşünülmüşse de Türkiye’de pozitif etki doğurduğu söylenebilir mi? Özellikle Türk yemekleri üzerinde Yunanistan başta olmak üzere birçok ülke tarafından hak iddia edildiği bir dönemde, dönerin adeta Alman yemeğiymiş gibi yansıtılmasının ters bir etki oluşturması doğaldır. Öte yandan, döner 3 milyona yakın Türk’ün 60 yıldır Almanya’ya katkılarını yansıtan bir sembol olarak değerlendirilmişse oldukça yetersiz ve sığ bir seçimdir. Bu anlamda da Türklerin Almanya’ya katkılarını sadece dönere indirgemenin olumsuz bir reaksiyon oluşturmasına şaşırmamak gerekir. Nitekim, Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Eurofighter ile ilgili sorulan soruya yönelik “Almanya Cumhurbaşkanı döner kesiyor, bitsin soracağız” cevabı, bu talihsiz seçimin, görüşmelerin ana gündeminin önüne geçtiğini de somut olarak göstermiştir. Alman Bild gazetesi döner seçimini “Erdoğan’ın bizi ciddiye almamasına şaşmamalı” ifadeleriyle manşetine taşırken, Alman kamuoyundaki birçok isim de Steinmeier’e aynı tonda eleştirilerde bulunmuştur.
Ziyaretin son gününde Steinmeier, mevkidaşı Erdoğan ile Ankara’da yoğun gündem maddeleri için bir araya geldi. Önceki dönemlerde Erdoğan ile Merkel arasındaki sembolik hediyeleşmelere tanıklık ettiğimizi vurgulamıştım. Bu görüşmede de Erdoğan, Steinmeier'e, Ömer Faik'in yazdığı ve 1898'de İstanbul'da Matbaa-i Osmaniye'nin yayınladığı "Almancadan Türkçeye Lügat Kitabı" ile Almanya İmparatoru Birinci Wilhelm'in kendisine verilen madalyalardan dolayı duyduğu memnuniyete ve iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin sürmesi temennisine dair 1884'te Sultan İkinci Abdülhamid'e gönderdiği mektubun birebir basımını hediye etmiştir.
Başta ticaret olmak üzere ikili ilişkiler, Almanya’daki Türk diasporası, Filistin, savunma sanayii ve terörle mücadele başlıkları, iki liderin görüşmesinin belirleyici başlıkları olmuş, iki liderin basın toplantısında da bu başlıklar çerçevesinde önemli mesajlar verilmiştir. Bunlar arasında öne çıkanlar ise şöyle özetlenebilir:
- “50 milyar doları bulan ikili ticaret hacmimizi dengeli biçimde, 60 milyar dolar seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz”
- “Türk toplumunun eşit katılım temelli entegrasyonu oldukça önemli”
- “Gazze'deki insani durumu düzeltmeliyiz, düzeltmek durumundayız”
- “Türkiye ve Almanya'nın bilhassa savunma alanında engelleri değil bundan sonra ortak üretim projelerini konuşacağını ümit ediyoruz”
İki lider tarafından verilen bu mesajlara ve görüşmeden kamuoyuna yansıyan görüntülere bakıldığında Berlin’deki basın toplantısı ve görüşmelere göre daha sıcak ve pozitif bir hava oluştuğunu söylemek mümkün. Öte yandan, bu ziyaret çerçevesinde ortaya konan iyi niyet tutumunun, politika yapım süreçlerinde ne kadar gerçekleşeceğini yakın, orta ve uzun vadede göreceğiz ki bu noktada Alman siyasetinde Cumhurbaşkanın Şansölyeye göre daha çok sembolik bir rolü olduğunu hatırlatmak gerekir.
Türk-Alman İlişkilerini Yeniden Düşünmek
Yazının bu son kısmında, ön kısımda bahsedilen liderlik tartışmalarıyla birlikte bölgesel ve küresel dinamiklerin değişiminin de etkisiyle Türk-Alman ilişkilerinin geleceğine yönelik analizler bütüncül olarak ele alınmıştır. Bu bağlamda üç temel çıkarım yapmak mümkün olabilir. İlk olarak, Erdoğan-Merkel önemli krizlerin çözümünde etkin rol oynamayı başarmış iki mevkidaştı ancak Almanya’da şu anki siyasi atmosfer bu konuda çok destekleyici görünmüyor. Olaf Scholz’un sallantıdaki liderliği ve koalisyon partilerinin dış politika konusundaki görüş ayrılıkları, böylesine yakın bir diyalog oluşmasına şimdilik mani oluyor.
İkincil olarak, ikili ilişkiler içerisinde beklenen potansiyelin gerçekleşmesi için Gümrük Birliği gibi konular başta olmak üzere Türkiye’nin AB üyeliğindeki çok taraflılık arz eden meseleler, Türk-Alman ilişkilerinin önemli bir boyutunu ifade ediyor. Ancak, Avrupa Komisyonunun son açıklamalarındaki olumsuz tonun ikili ilişkilere de yansıması kaçınılmaz görünüyor.
Üçüncü olarak, Alman kamuoyunda terörle mücadele konusundaki çelişkili ifadelerin ve süreklilik arz eden anti Erdoğan okumasındaki bir Türkiye yaklaşımının, hem ilişkilerin bürokratik boyutunu yavaşlattığını hem de siyasi anlamda ilişkilerin potansiyelinin çok altında kalmasına neden olmaktan öteye götürmediğini artık anlamak gerekiyor. Türk-Alman ilişkilerinde açık ve net bir gerçeklik var ki; Almanya tarafının Türkiye’ye ve bölgeye daha gerçekçi ve kapsayıcı bir yaklaşım geliştirmesi gerektiğidir. Son olarak, Cumhurbaşkanı Steinmeier’in basın toplantısındaki “Kısa süre içinde ve bu çok zor dönemlerde Türk-Alman ilişkilerine yeniden önem vermeliyiz, ivme kazandırmalıyız” ifadeleri, iki ülke ilişkilerinin bölge ve küresel barış için önemini adeta özetler nitelikte olmuştur.