Son üç senedir temel olarak krizli bir dönemden geçen Türk-Amerikan ilişkilerinde Kasım’da yapılan ABD başkanlık seçimlerinden bu yana genel olarak iyimserlik hakim. Obama döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerde artık olumlu bir sürecin yaşanamayacağı konusunda oluşan algı 2016 yılının büyük bir bölümünün ilişkilerde kriz yönetimi ile geçmesine sebebiyet vermişti. Kasım ayından itibaren ise bir yandan geçen dönemden kalan ikili ilişkilerdeki krizli alanlar sürerken öte yandan yeni yönetim ile hem hasar tespiti hem de hasarın onarılması için atılacak adımlar üzerine çalışılmaya başlanmıştı.
Önce Kasım seçimleriyle Obama döneminin sona ermesi, sonrasında ise referandumdan çıkan sonuç ile bir süredir Türkiye açısından hakim olan belirsizliğin ortadan kalkması bu noktada iki ülke ilişkileri açısından olumlu bir dönemin başlangıcı olabilir. Hem Kasım seçimlerinden hemen sonra gerçekleşen telefon görüşmelerinde Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında oluşan olumlu atmosfer hem de referandum sonrası Trump’ın Cumhurbaşkanı’nı ilk tebrik eden liderlerden biri olması bu konudaki iyimserliği daha fazla besledi.
Bu hafta itibarıyla açıklanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington seyahati iki lider arasındaki bu olumlu atmosferi daha da güçlendirdi. Bu durum Obama ve yönetiminin son aylarında medyada verdikleri mülakatlarda Türkiye hükümeti ve liderleri konusunda yaptıkları olumsuz açıklamalar düşünüldüğünde iki ülke arasındaki güven bunalımının ortadan kaldırılması açısından önemli bir fırsat olarak görülebilir. Tarihi olarak iki ülke arasındaki ilişkilerin istikrarının büyük ölçüde liderler arasındaki iletişime bağlı olduğu düşünüldüğünde mevcut havanın devamının ilişkilerin geleceği açısından oldukça pozitif bir sonuç doğuracağı söylenebilir.
Terörle Mücadelede ABD Türkiye’yi Anlamadı
Oluşan bu olumlu atmosferin sürdürülüp sürdürülemeyeceği sorusunun cevabı önümüzdeki günlerde iki lider arasında yapılacak görüşmelerde ortaya çıkacak. Bu görüşmelerin en önemli gündem maddeleri arasında Türkiye-ABD ilişkilerindeki riskli alanlar bulunuyor. YPG’ye verilen ABD desteği bu noktada en kritik alanlardan birini oluşturuyor. Özellikle Obama döneminde oluşturulan bu durum Türkiye’de PKK saldırılarının yeniden başlaması sonrasında oldukça ciddi bir noktaya ulaşmıştı. Kasım ayından beri bu politikada Türkiye’yi tatmin edecek bir değişim yaşanmadı. Dahası Türkiye’nin geçtiğimiz hafta içerisinde bölgedeki PKK-YPG tesislerine yaptığı saldırı da ABD tarafından tepkiyle karşılandı. Bu durum henüz Türkiye’nin konu ile ilgili hassasiyetinin tam olarak anlaşılmadığı algısını güçlendiriyor. Türkiye’nin bu yöndeki kararlılığının bu noktada ABD yönetimi tarafından anlaşılması gerekiyor. Bununla birlikte özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin daha fazla gündeme getirdiği ve hukuki yolları başlatmış olduğu Gülen’in iadesi ve bunun öncesinde alınabilecek tedbirler konusu da Türkiye’nin ABD’den hassasiyetle beklediği diğer bir unsur olarak öne çıkıyor.
DEAŞ ile mücadele önemli bir ortak payda olarak geçerliliğini koruyor. Türkiye’nin hava saldırıları sonrasında ABD’deki bazı yetkililerce yapılan açıklamalara rağmen stratejik olarak uzun vadede bölgede kalıcı istikrar ve güvenliğin sağlanabilmesi için devletler arası bir anlaşmanın gerekliliği konusunda hemen hemen tüm analistler hemfikir. Özellikle Suriye’de DEAŞ’ın temizlenebilmesi ve yeniden böyle bir tehdidin ortaya çıkmasının engellenebilmesi için en önemli etkenlerden biri bu iş birliği olacak. Bu noktada Türkiye’nin bölgede nüfus yoğunluklu bir operasyon ile başta Rakka olmak üzere Suriye’deki DEAŞ unsurlarının ortadan kaldırılması konusundaki ısrarı oldukça önemli. Dahası uzun vadede Rakka sonrası DEAŞ ile teröre karşı savaş kapsamında yapılacak her mücadelede Türkiye ile istihbari, polisiye, adli, finansal ve askeri iş birliği özel bir önem kazanacak. Bu da iki ülke arasında ilişkileri yeni bir boyuta taşımak için önemli bir fırsat niteliğinde.
Suriye Konusunda Açılan Makas Kapanabilir
Bunun yanında bölgede özellikle İran’a bağlı ve ona yakın grupların oynadığı istikrarsızlaştırıcı rol artık bölgedeki hemen hemen her devletin şikayetçi olduğu bir durum. Özellikle Suriye’de farklı bölgelerden getirilen savaşçılar ile rejimin desteklenmeye çalışılması ve bu grupların gerçekleştirdiği katliamlar artık üzerinde oldukça fazla durulan bir unsur. Bu durum bir yandan bölgede mezhepsel fay hatları oluşturup bunları harekete geçirirken öte yandan da proxy güçlerin bölgede bu denli rahat yayılması orta ve uzun vadede bölgenin istikrarını ciddi olarak tehdit ediyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye ve ABD bu konuda bölgesel istikrarın sağlanabilmesi açısından aynı düzlemde bir ortak payda bulmayı başarabilirler. Bölgedeki aktörlerin daha sorumlu davranabilmesi ve istikrarsızlaştırıcı unsurların caydırılması için böyle bir iş birliği özel bir öneme sahip olacaktır.
Elbette bunun yanında rejimin İdlib yakınlarında gerçekleştirdiği son kimyasal silah saldırısı hem bölgesel anlamda hem de uluslararası güvenlik bakımından oldukça riskli bir durum ortaya çıkarmış görünüyor. Rejimin daha önce verdiği taahhütleri yerine getirmemesi bölge insanı için artık bir sürpriz değil. Ancak uluslararası normları bu denli rahat ihlal eden bir rejimin iktidarda kalabilmesi en kısa vadede uluslararası sistemin geleceği için oldukça ciddi bir tehdit. Trump yönetimi Kasım ayında seçim sonrasında başlattığı Esed’li Suriye formülünü de bu saldırıdan sonra revize etmek ister görünmeye başladı. Bu noktada Türkiye ve ABD’nin uzun vadeli Suriye planlarındaki örtüşme durumu tarafları bahsi geçen hususta yeniden birbirine yaklaştırabilir. ABD’nin yaptığı hava saldırısı öncesi ve sonrasında Türkiye bundan sonra gerçekleşebilecek olası bir kimyasal silah saldırısını önlemek için ABD ile her türlü iş birliğine hazır olduğunu belirmişti. Geçen hafta iki lider arasında yapılan telefon görüşmesinde de Trump bu konuda Türkiye’ye teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Bu noktada iki ülke bundan sonra Suriye konusunda açılan makası kapatmak için bazı önemli adımlar atabilir.
Ortak Çalışma Alanları
Son olarak sadece Ortadoğu değil daha geniş anlamda Doğu Akdeniz’de de iki ülke ilişkilerini geliştirmek için önemli fırsatlar bulunuyor. Özellikle Türkiye’nin ve Avrupa’daki bazı ülkelerin enerji kaynağı konusunda çeşitlenmeye gidebilmesi hem bu ülkelerin enerji güvenliği hem de bölgenin istikrarı için hayli önemli olacak. Bu sebeple Doğu Akdeniz’de yapılacak enerji kaynaklarına yönelik çalışmalarda iki ülkenin beraber çalışabilmesi jeopolitik olarak yeni bir alana açılma imkanı da sunacak. Daha önce iki ülkenin başarılı bir iş birliği gerçekleştirdiği enerji iş birliği çalışmalarını çeşitlendirmesi de bu alanda yeni bir açılımın sağlanabilmesi için önemli olacak.
Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasında gerçekleşecek görüşmenin hemen sonrasında iki liderin de Brüksel’de yapılacak NATO toplantısına katılması bekleniyor. Bu noktada NATO’nun geleceği konusunda da ABD’de seçim sürecinde çıkan tartışmalara rağmen geldiğimiz noktada İttifak’ı daha aktif ve katılımcı hale getirmek konusunda ABD yönetiminin kararlı olduğu görülüyor. Burada Türkiye’nin NATO’daki en büyük ordulardan birine sahip olması ve Avrupa güvenliğinde artan önemi bu noktada iki ülkeyi birbirine yakınlaştıracaktır. Özellikle Suriye ve Irak gibi oldukça karışık halde olan ve güvenlik açığı ihraç edebilen ülkelere komşu olması Türkiye’nin NATO ve uluslararası güvenlik için önemini daha da fazla ortaya çıkarıyor.
Görüldüğü gibi iki ülke arasında darboğazlar olduğu kadar birçok ortak çalışma alanı da bulunuyor. Bu alanların ne kadar operasyonel hale geleceğini ise önümüzdeki hafta yapılacak görüşmeden sonra daha net görebileceğiz.