Türkiye’de son yıllarda yabancı karşıtlığının yükselişte olduğuna dair bazı izlenimler olsa da 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması ve Kılıçdaroğlu’nun sığınmacı karşıtlığını bir kampanyaya dönüştürmesi sonucu bu söylem daha fazla yaygınlaşmıştır. Şehirlerin duvarlarına “Suriyeliler Gidecek” sloganlarının yazıldığı bu dönem, Türkiye’de siyasal kampanya tarihine yabancı düşmanlığının kullanıldığı ilk örnek olarak geçmiştir. Oluşan bu rüzgarla birlikte bazı siyasetçiler, yabancı düşmanlığını, siyasetlerinin temel argümanı haline getirmiş ve buradan siyasi güç devşirmeye de çalışmıştır.
Yabancı karşıtlığı, sadece siyasiler tarafından değil, medya tarafından üretilen söylemlerde de karşımıza çıkmıştır. Özellikle sosyal medyada bazı siyasetçiler, sanatçılar, akademisyenler ve kanaat önderleri, bu aşırılıkçı dalganın bir parçası olmuşlardır. Bu aktörlerin kullandıkları argümanlar, genellikle birbiriyle uyum halindedir. Çünkü benzer bir ideolojiden beslenmekte, ortak bir söylem üretmektedir. Ancak bu argümanlar, Türkiye’nin günümüzde karşı karşıya olduğu bölgesel krizlerin getirdiği koşulları okumaktan uzak, sorunların gerçek nedenlerini tartışmak yerine, o sorunların bir sonucu olan savunmasız grupları hedef haline getiren bir yaklaşım benimsemektedir. Bu nedenle Türkiye’deki yabancı karşıtı söylemlerin ve argümanların tutarsızlıklarının araştırılması önemlidir.
Türkiye’deki yabancı karşıtlarının argümanları, diğer Batılı ülkelerdekine benzer şekilde, çoğunlukla safsatalara dayanmaktadır. Safsatalar (fallacy) ilk bakışta geçerli gibi görünür; duyguları ve ani tepkileri harekete geçirir. Ancak aslında yanıltıcı olan bir tür hatalı akıl yürütme biçimidir. Safsatalar tartışmalarda, münazaralarda veya günlük konuşmalarda kandırmak veya manipüle etmek için kasıtlı veya kasıtsız olarak kullanılır. Genellikle yanlış mantık, geçersiz varsayımlar veya yanıltıcı retorik teknikleri içerirler. Bu yazıda, başta sosyal medyada üretilen içerikler olmak üzere siyaset ve medya arenasında üretilen yabancı karşıtı söylemler ve argümanlardaki safsatalar ele alınmaktadır.
Yeni Tehdit Unsuru Olarak Mülteciler Propagandası
Soğuk Savaş dönemi Amerikan propagandasının temelini komünizm tehdidi oluşturuyordu. Komünizm özgürlüğe, demokrasiye ve Amerikan yaşam tarzına karşı büyük tehdit olarak sunularak, tüm dünyada Sovyetler Birliği’ne karşı ideolojik ve jeopolitik bir mücadele veriliyordu. 11 Eylül terör saldırılarının ardından Amerikan propagandasında komünizm yerine İslam yeni tehdit imgesi olarak öne çıkarıldı. “Müslüman teröristler” ve “aşırı dinci terör örgütleri” söylemleri, Hollywood sinemasından Batı medyasındaki haberlere kadar yaygın biçimde kullanıldı ve Irak ile Afganistan’ın işgaline meşruiyet sağladı. Trump döneminde ise mülteciler yeni tehdit imgesi olarak tanımlandı. ABD-Meksika sınırına yüksek duvarların örülmesi, Trump’ın 2016 seçim kampanyasının önde gelen vaatleri arasındaydı. Göçmenler ve mülteciler sadece ABD’de değil Avrupa’da da bir tehdit olarak tanımlanmaya başlamıştı. 2011’de The Economist dergisi, Avrupa’da yükselen sağ hakkında şu ifadeleri kullanıyordu “Müslüman karşıtı, elit karşıtı, küreselleşme karşıtı ve giderek daha fazla Brüksel karşıtı olan popülistler artık İskandinav ülkelerinde, Hollandalılar ve Flamanlar arasında, Fransa, İtalya ve Avusturya'da ve Doğu Avrupa'nın bazı bölgelerinde öne çıkıyor. Popülistlerin pek çok çeşidi var ama hepsi de Fransa'nın savaş sonrası ilk popülisti Pierre Poujade'ın deyimiyle ‘kazıklanmış, yalan söylenmiş küçük insanları’ temsil ettiklerini iddia ediyorlar.”
Son yıllarda Türkiye’de, özellikle medyada daha fazla sesini duyurmaya başlayan sığınmacı karşıtı, yabancı düşmanı ve hatta İslam karşıtı söylemler, Batıdakine benzer argümanlardan besleniyor. “Sessiz kalabalıkların sesi” olduklarını iddia ediyorlar ve “bu toprakların gerçek sahiplerinin haklarını geri almalarına” dair bir savaş yürüttüklerini söylüyorlar. Argümanlarını rasyonel gerekçelere dayandırmaktan ziyade; öfke, hayal kırıklığı, haksızlık ve umut gibi duygulardan besleniyorlar. Zorunlu göçe neden olan savaş ve krizlerin çözümüne odaklanmak yerine tüm ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunların göçmenlerden kaynaklandığı tezini savunuyorlar. Böylece aslında gerçek meselelerin tartışılmasının önüne geçerek, krizin de sürekliliğine katkı sunuyorlar. Argümanları rasyonel ve tutarlı olmadığı için toplumda yeterli desteği bulamıyorlar ve iktidarı elde edemiyorlar. Ancak aşırılıkçı söylemleri ve manipülatif paylaşımlarıyla medyada görünürlük sağlayarak, buradan güç devşirmeye çalışıyorlar. Bu gücü, gizli siyasi pazarlıklarda bir argüman olarak kullanıyor ve makam talep edebiliyorlar.
Yabancı Karşıtlığı ve İslamofobi
Türkiye’de yabancı karşıtı propaganda çoğunlukla İslamofobik öğeleri de içerisinde barındırıyor. Bu sayede toplumun bazı kesimlerindeki duyarlılıklar sömürülerek onlar da bu propagandanın doğal savunucuları haline getiriliyor. İnternet ortamında yayımlanan bir sokak röportajında, bir Türk vatandaşı, sadece daha “kavruk tenli” olduğu için diğer bir Türk vatandaşı tarafından “mülteci” olarak tanımlanıyor ve kendisinin “yerli” olduğunu ispatlamaya yönelik tüm çabalarına rağmen kabul görmüyor. Bazen de bir gölün kenarında yürüyüş yapan çarşaflı kadınların fotoğrafı çekilerek, Türk olsun ya da olmasın, sadece çarşaflı olduğu için sosyal medya lincine maruz bırakılabiliyor. Arapça tabelalar dükkanlardan indirilirken diğer dillerdeki tabelalara dokunulmuyor. İslam ülkelerinden gelen turistler küçümsenirken, Batılı ülkelerden gelenler yüceltiliyor. Üniversitelerdeki Avrupalı Erasmus öğrencileri kültürel çeşitlilik olarak tanımlanırken Ortadoğu, Asya ve Afrika’dan gelen uluslararası öğrenciler, “istenmeyen yabancılar” olarak kodlanıyor. Bu ve benzeri birçok söylemsel örnekte görüldüğü üzere Türkiye’deki yabancı karşıtlığı, ideolojik temellerini Batı’daki İslamofobik düşünceden alıyor. Türkiye’nin modernleşme sürecinin bir parçası olarak yüzünü Batı’ya dönmesini ve Doğu ile geliştirilecek herhangi bir ilişki türünün reddedilmesini içeriyor. Türkiye’de sosyal medya başta olmak üzere bazı medya kuruluşları, siyasetçiler, sanatçılar ve kanaat önderleri bu söylemlerin üreticileri ve taşıyıcıları olarak görev alıyor.
Günah Keçisi İlan Etme
Sığınmacı karşıtı ya da yabancı düşmanı söylemler, çoğunlukla meselelerin arkasında yatan sistematik sorunları ele almak yerine sorunların gerekçesi olarak sadece sığınmacıları göstermektedir. Günah keçisi ilan etme olarak adlandırılan bu argüman türü, kamuoyunu yanlış yönlendirmek için kullanılan en yaygın safsatalardan biridir. Örneğin alışveriş merkezlerinde lüks markalardan yüksek miktarda alışveriş yapan Arap turistler, ülkenin mallarını ve kaynaklarını sömürmekle suçlanabilmektedir. İlk bakışta vatandaşlarda, kendi ülkelerinin kaynaklarından ve imkanlarından yeterince faydalanamadıklarına dair bir itilmişlik hissi uyandıran bu argüman, aslında, Türk şirketlerin daha fazla kazanç elde ederek milli ekonomiye daha fazla katkı yaptığı ve bunun da dolaylı olarak vatandaşların ekonomilerini olumlu yönde etkileyeceği gerçeğini gizlemektedir.
Diğer bir safsata örneği, Türkiye’deki sığınmacıların kayıt dışı çalıştığı, dolayısıyla milli ekonomiye bir katkılarının olmadığı ve dolayısıyla istihdam piyasasını ve ekonomiyi olumsuz yönde etkilediği argümanıdır. Bu argümanı kullanan yabancı karşıtları, bu kişilerin sınır dışı edilmesi gerektiğini savunarak, kamuoyunu harekete geçirmeye çalışmaktadır. İlk bakışta vatandaşlarda iş gücüne katılım fırsatlarının ellerinden alındığı kaygısını üreterek tepki çekmeyi başarmaktadır. Ancak aslında Türkiye’deki istihdam piyasasındaki kayıt dışı sorununun temel sebeplerini gizleyerek, öfkeyi yabancılara yöneltmeyi hedeflemektedir. Nitekim TÜİK verilerine göre ülkede kayıt dışı işsizlik oranı yıldan yıla azalsa da hala yüksek seyrini korumaktadır. 2022 verilerine göre Türkiye'de 8,2 milyon kişi kayıt dışı çalışmış ve kayıt dışı çalışmanın en yüksek olduğu yer olarak tarım sektörü öne çıkmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin yabancılardan ve sığınmacılardan bağımsız olarak bir kayıt dışı istihdam sorunu olduğu açıktır. Türkiye’deki yabancı karşıtları ise bu meselenin çözümünü tartışmak yerine araçsallaştırarak, sorunu daha çözülmez hale getirmektedir.
Yanlış Yönlendirme ve Çarpıtma
Yaşanan olaylar hakkındaki bilgiler, bilinçli şekilde çarpıtılarak, kamuoyunda sığınmacılara karşı öfke oluşturulmaya çalışılmaktadır. Burada kullanılan argüman türlerinden biri aceleci genelleme safsatasıdır. Bu yöntemle küçük bir örneklem boyutundan veya yetersiz kanıttan geniş bir sonuç çıkarılır ve bu çoğu zaman yanlış genellemelere yol açar. Örneğin suç eylemine karışan bir Pakistanlı haberi, “bakın ülkemizdeki tüm Pakistanlılar bizim için tehdittir” argümanına dönüştürülmektedir. Medya gündelik suç olaylarını haberleştirirken, sıklıkla “Suriyeli” göndermesi yapar. “Biri Suriyeli dört hırsız” ifadesinde görüldüğü üzere diğer milliyetteki hırsızlar daha çok olmasına rağmen, bir Suriyeli hırsız, kamuoyunda yanlış genellemelere sebebiyet verebilmektedir.
Diğer bir safsata türü ise hatalı neden safsatasıdır. Bir olay diğerini takip ettiği için, ilk olayın ikinci olaya neden olduğunu varsaymak anlamına gelir. “Göçmenler geldi ve ekonomimiz bozuldu” ya da “yabancılar yüzünden kültürümüz bozuldu” gibi argümanlar, somut gerekçelere ve araştırmalara dayanmasa da ilk bakışta vatandaşlarda tepkiye neden olabilmektedir. Oysa ekonomik ve toplumsal sorunlar üzerinde sığınmacıların etkisini rasyonel şekilde tartışmak için buna ilişkin bazı somut verilerin ve araştırmaların gerçekleştirilmesi ve argümanların da bu çalışmalar üzerine bina edilmesi gerekmektedir.
Kişiliğe Mesnetsiz Saldırılar
Ad hominem olarak bilinen kişiliğe saldırı safsatası, argümanın kendisini ele almak yerine argümanı ortaya atan kişiye doğrudan saldırmak anlamına gelmektedir. Türkiye’deki yabancı karşıtı ve İslamofobik paylaşımlara karşı tepki gösteren ve bu paylaşımların nefret söylemi içerdiğini, toplumda ayrımcılığı ve çatışmayı körüklediğini söyleyen kişiler, böylece belli ithamlar altında bırakılmaktadır. Örneğin savaştan kaçan Suriyeli sığınmacıların, Suriye’de güvenli bir bölge tesis edilmeden rejimin hakim olduğu bölgelere zorla geri gönderilmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağını söyleyen birisi, “Arap sevici” ya da “Batıdan fonlanmış” gibi ifadelerle saldırıya maruz kalmaktadır. Ya da Arap turistlerin Türkiye’yi ziyaret etmesinin, Avrupalı turistlerin ziyaret etmesinden farklı olmadığını savunan birisi “gerici”, “yobaz”, “siyasal İslamcı” gibi ifadelerle eleştirilmektedir. Yani bir karşı argüman üretmek yerine doğrudan kişilere saldırılar gerçekleştirilerek, kamuoyunda mantık temelli rasyonel bir müzakerenin yürütülmesi de engellenmektedir.
Muhalefetin Siyasetsizliği ve Yabancı Düşmanlarının Çıkmazı
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda muhalefet ittifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2,5 milyon oy farkıyla ikinci sırada yer alması, onu ikinci turda farklı bir strateji benimsemeye zorlamıştı. Seçimlerin ilk turunda toplumun farklı kesimlerini kucaklayıcı bir sevgi dilini benimseyen Kılıçdaroğlu, bu stratejinin seçmeni ikna etmede yetersiz olduğunu görünce, milliyetçi seçmene dokunabilme iddiasıyla yabancı karşıtı radikal bir söylem benimsedi. Türkiye’deki sığınmacılardan bahsederken “yağmacılar”, “tacizciler ve tecavüzcüler” gibi ifadelere başvurarak seçmeni öfkelendirmeye çalıştı ve tepki göstermeye çağırdı. Bu süreçte Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile gizli bir protokol imzalayarak, Millet İttifakı’na destek vermesi halinde ona “üç bakanlık ve MİT başkanlığı”nı vadetti. Böylece sığınmacı karşıtlığından beslenen bir ittifak söylemi ortaya çıktı.
Millet İttifakı adayının Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesinin ardından muhalefet cephesinde bir dağılma yaşandı ve o günden itibaren muhalefet partileri ekonomik ve toplumsal meselelere ilişkin söylem üretemedi. Muhalefetin, ülkenin kritik konularında siyaset üretememesi, onu hükümete karşı etkili bir silah olarak gördüğü sığınmacı karşıtı söylemleri kullanmaya devam etmeye itti. Günümüzde Türk muhalefeti ekonomi, toplum, dış politika gibi alanlarda siyaset üretmek yerine sığınmacılara karşı sert söylemini devam ettirmekte ve bunun yerel seçimlerde AK Parti’ye karşı kullanışlı bir araç olacağını tahmin etmektedir. Ancak 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görüldüğü üzere sığınmacı karşıtı söylemler, seçmen nezdinden tam anlamıyla karşılık bulmamaktadır çünkü bu söylemler çoğunlukla safsatalara dayanmaktadır. Yani temelsiz, mantıksız ve gerçeği çarpıtmaya çalışan argümanlardan oluşmaktadır. Aynı zamanda bu argümanlar çoğunlukla ırkçı, İslamofobik ve Batı merkezli ideolojiden beslenmektedir. Bu söylemler, Türkiye kamuoyunda bir karşılığı olmamasına rağmen uluslararası alanda, özellikle Türkiye’nin nüfuz alanları içerisindeki etkinliğini kırmaya yönelik bir stratejinin parçası olduğuna dair varsayımlar bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin Afrika, Ortadoğu ve Asya’daki imajını zedeleyebilecek bu söylemlere karşı bir strateji geliştirilmesi önem arz etmektedir.