Eski Yunancada halkın iktidarı anlamına gelen demos ve kratos sözcüklerinden oluşan demokrasi, modern dönemde Atina demokrasisinden oldukça uzak bir şekilde işletiliyor. Yine halkın egemen olduğu bir yönetim biçiminden söz etsek de bugün doğrudan demokrasinin yerini “partiler demokrasisi” almış durumda. Öyle ki genel oya ve serbest seçimlere dayanan çok partili siyasal hayat, artık demokrasinin üzerinde uzlaşılan en temel unsuru. Otoriter kimliğiyle tanıdığımız 1982 Anayasası dahi siyasi partilerin demokrasileri bütünüyle domine ettiği gerçeğini kabul etmek durumunda kalmış ve partileri “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak nitelemişti.
Siyasi partilerin siyasal rejimlerdeki bugünkü hakim konumu ise oldukça yenidir. Ortaya çıkışları, 19. yüzyıldan itibaren genel oy hakkının genişlemesi sonucu tek tek her adayın kalabalık seçmen gruplarına erişimindeki pratik zorluğa dayanır. Bu durum belli bir müşterek paydada buluşabilen adayların tek bir program etrafında örgütlenmelerini gerektirmiş ve bu örgütler ilerleyen zamanda siyasi partilerin öncüleri olmuştur. Gelinen aşamada siyasi partiler olmaksızın işleyen bir siyasal rejimden söz edebilmemiz imkan dahilinde görünmüyor. Seçmenlerin adaylardan daha çok parti kimliği ve programını tercih ederek oy kullanmaları, partileri demokrasinin en kilit kurumu haline getiriyor. Siyasi partilerin çağdaş demokratik düzende oynadıkları bu baskın rol sebebiyle artık bir siyasal sistemi demokratik olarak niteleyebilmek için çok partili siyasi hayatın mevcudiyetini yeterli görmek mümkün değildir.
Madem siyasi partiler, demokrasi için bu denli vazgeçilmez konumda, o takdirde iktidar için yarışan partilerin kendi iç düzenlerinin de demokratik olması gerekir. Bunun söylendiği kadar basit hemen gerçekleştirilebilecek bir hadise olmadığını, daha çok o toplumun demokratik olgunluk düzeyiyle ilgili olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak burada tali bir faktör olarak siyasi partilerin muhatap oldukları yasal düzenlemelerin etkisinden de bahsedilebilir. Türkiye’de örneğini yaşadığımız üzere hukuk normları siyasi partilerin demokratik işleyişine zarar verebileceği gibi aksi bir etken olarak da kullanılabilir.
Dünyada ve Türkiye’de Siyasi Parti Yasaları
Siyasi partiler ortaya çıktıkları ilk dönemlerden 19. yüzyılın ortalarına kadar uzun müddet de facto niteliklerini korudu ve hukuken düzenlenmedi. Bu tarihten itibaren siyasi partilere dair bazı hukuki düzenlemeler yapılsa da anayasal düzeyde tanınmaları ancak militan demokrasi anlayışının öne çıktığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gerçekleşti. Siyasi partilerin devlet yönetimlerinde giderek daha etkin hale gelmesi ve Alman Nasyonal Sosyalist Parti ile İtalyan Faşist Parti deneyimleri neticesinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede siyasi partiler anayasal veya yasal olarak düzenlendi.
Bugün liberal demokratik rejimlerde siyasi partileri konu alan kanunlar, genel itibarıyla kısa ve çerçeve metinler olarak karşımıza çıkıyor. Bu düzenlemelerin temel mantığı, siyasal partilerin mümkün mertebe demokratik bir siyasal yaşama katkı sunmalarıdır. Siyasi partilerin finansmanı ve mali denetimi hususları ise çok daha yaygın ve ayrıntılı şekilde düzenleniyor ki istismara veya manipülasyona olanak tanınmasın. Ancak bunun dışında siyasi partilerin tanımı, organizasyonu ve faaliyetleri gibi başlıkların regülasyonundaki tek prensip; özgürlüğün kural düzenlemenin ise istisna olmasıdır. O istisnanın içeriğini de parti içi demokrasi ve adil demokratik rekabetin tesisi dolduruyor.
Yeni Siyasi Partiler Yasası Nasıl Olma(ma)lı?
Türkiye, yürürlükteki 22 Nisan 1983 tarih ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun (SPK) yerine yeni bir siyasi partiler yasası hazırlamayı uzun süredir tartışıyor. Bunun gerekliliği konusunda neredeyse bütün siyasi partiler de hem fikir durumda. Yeni yasanın parametrelerinin neler olması gerektiğini, aslında bir su-i misal teşkil etmesinden hareketle mevcut SPK’nın yapısı ve muhteviyatını inceleyerek bulmak mümkün. Her ne kadar 1982 Anayasası 69. maddesinde “Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verse de yasa tam tersi bir anlayışı benimsemiştir. Dolayısıyla yeni yasa hazırlanırken temel kıstas 2820 sayılı SPK’dan uzaklaşmak olursa, bunun bizi çok daha demokratik bir yasaya götüreceğinden hiç şüphe yok.
Her şeyden önce 2820 sayılı SPK’nın en temel problemi, siyasi partileri düzenleyen bir yasa olmasına rağmen siyasi partilerin hiçbir müdahalesi ve katılımı gerçekleşmeden askeri ara rejim döneminde hazırlanmasıdır. Yani siyasi partiler, 2820 sayılı yasanın nesnesi olmuş ama öznesi olamamıştır. Siyasi partilerle ilgili hemen her hususu otoriter bir biçimde düzenleme eğiliminde olan 124 maddelik kanunun dünyada eşine rastlanmayan ölçüdeki kazuistik yapısı, askeri yönetimin siyaset kurumuna olan güvensizliğini net bir biçimde yansıtıyor. (Yasanın mehazını oluşturduğu söylenen Alman SPK ise sadece 41 maddeden ibarettir.) Bundandır ki yasada yönetimin sivil siyasetin eline geçtiği 1983’ten bugüne kadar 26 farklı değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklere rağmen 1982 Anayasası’nda siyasi parti yasaklarına ilişkin yapılan düzenlemeler sonrasında yasadaki çok sayıda hüküm Anayasaya aykırı hale gelmiştir.
12 Eylül darbecilerinin siyasi partileri kontrol edilmesi gereken kurumlar olarak görmelerinin tesiri, yasanın pek çok hükmünde göze çarpıyor. Siyasi partileri 12 Eylül’ün doğrularına hapsederek dizginlemek için sarf ettiği büyük çabayı, demokratik ilkelerden aynı özenle esirgeyen SPK, parti içi demokrasiyi teşvik etmek bir yana, tek tip ve otoriter parti yapılanmalarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Esasen liberal batı demokrasilerinde olduğu gibi siyasi partilerin asıl düzenleyici normlarını, yasaların bıraktığı bilinçli boşluklar sayesinde parti tüzüklerinin oluşturması gerekir. Fakat SPK’nın partileri son derece ayrıntılı ve bağlayıcı bir şekilde düzenlemesi, tüzüklerin münhasır düzenleme alanını oldukça kısıtlamıştır. Halbuki modern bir demokraside oynadığı rol sebebiyle özgürlüğü konusunda en fazla hassasiyet gösterilmesi gereken aktörler, siyasi partiler olmalı.
Parti İçi Demokrasi Önceliği ve Çerçeve Kanun Modeli
Çağdaş demokrasilerin gereklerini karşılayacak nitelikte bir yasanın en temel hedefi -birçok ülkede ayrı bir siyasi partiler yasası olmadığını da dikkate aldığımızda- mümkün olduğunca siyasi partileri düzenlemekten kaçınmak olmalıdır. Legalist olmayan bir anlayışla siyasi partilerin kuruluşu, örgütlenmesi, finansmanı ve mali denetimi gibi hususlarda parti içi demokrasiyi önceleyecek temel ilkeleri ortaya koymakla yetinen bir kanun yapılması en isabetli tercih olarak görünüyor. Özgürlüğün kural, regülasyonun istisna olduğu çağdaş anlayış benimsenmeli ve mevcut SPK, doktriner bir üslupla kullanılan ideolojik öğelerden arındırılmalıdır.
Şayet halkın iradesinin parlamentoya ve hükümete tam olarak yansıdığı gerçek bir demokrasiden söz ediliyorsa bunun yegane yolu, öncelikle parti yönetimlerinin ve karar alma süreçlerinin toplumsal irade doğrultusunda şekillenmesinden geçer. Buradaki toplumsal irade ise en temelde parti üyelerinin tercihleridir. Zaten parti içi demokrasi diye dillere pelesenk olan kavram da tam olarak bunu ifade eder. O halde yeni kanunun örgütlenme, yargısal denetim, parti içi seçim ve karar alma süreçlerine ilişkin dercedeceği hükümlerin hedefi üye iradelerinin parti için tek belirleyici unsur olmasını sağlamaktır. Kanaatimizce bu konuda esaslı düzenlemeler içerecek yeni bir siyasi partiler yasası, etkin denetim ve iyi uygulamayla birlikte Türkiye’nin demokratik tekamülünü artıracak; seçmenlerin partilerine olan aidiyetlerini güçlendirerek Türk siyasetinin parçalanmaya ve oynaklığa yatkın yapısının dönüştürülmesine olumlu katkı sunacaktır.