Karadeniz’in kuzeyindeki gerginlik her geçen gün artıyor. Üzerindeki ölü toprağını atarak Sovyetler Birliği’nin hamiliğini üstlenen ve yeniden yakın coğrafyasındaki etkinliğini artırmak isteyen Rusya’nın Kırım’ı 2014’te ilhakı ve Ukrayna’nın doğu bölgesindeki ayrılıkçı militanları desteklemesi, gerginliğin zirveye yükselmesine sebep oldu. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası NATO’yu doğuya doğru genişletme ve Rusya’nın etki alanını sınırlandırma stratejisini tehdit olarak değerlendiren Moskova yönetimi, bunu engellemek adına arka bahçesi olarak gördüğü bölgelerde yer alan Gürcistan ile Ukrayna'ya müdahale etmekten çekinmedi.
Gerek Karadeniz bölgesinin güvenliği ve istikrarı gerekse uluslararası politikanın hassas terazide sürdürülmesi açısından, Türkiye için mesele oldukça önem arz ediyor. Türkiye, her ne kadar “kompartımanlaştırma” stratejisiyle kazan-kazan anlayışı ekseninde yürüttüğü Rusya ile ilişkilerini korumak zorunda olsa da Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekliyor. Bu kapsamda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımayarak yapılanları işgal olarak nitelendiriyor. Ankara’nın bu politikasının ise stratejik, bölgesel ve tarihi olmak üzere çeşitli boyutları var.
Stratejik Boyutu
Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında yer almasının ve destek vermesinin stratejik boyutunu savunma sanayii oluşturuyor. Türkiye ile Ukrayna ilişkileri, savunma sanayiinin gelişimi açısından oldukça stratejik bir zemine yaslanıyor. Ukrayna, Sovyet döneminden kalma oldukça iyi bir savunma sanayii alt yapısına sahipken, Türkiye yapmış olduğu yatırımlarla savunma sanayiinde son yılların parlayan yıldızı haline gelmiş durumda. Bu iki ülkenin bir araya gelerek anlaşmalar imzalaması, gerek bölgesel gerek küresel politika için dikkat çekici sonuçlar doğurma potansiyeli ortaya çıkarıyor.
Türkiye, Ukrayna donanmasının modernizasyonu ve insansız hava araçlarının temini konularında Kiev yönetimine destek veriyor. Yapılan anlaşma ile, başarısıyla Francis Fukuyama gibi önde gelen uluslararası ilişkiler düşünürlerinin de dikkatini çeken Bayraktar TB2 SİHA’ların Ukrayna ordusuna teslim edilmesi, Ukrayna sorununda denklemi değiştirebilecek “oyun değiştirici” bir adım olarak görülüyor.
Ukrayna’nın ise Türkiye’ye S-125 hava savunma füze sistemini tedarik etmesi, özellikle hava platformlarında kullanılan motorları iki ülkenin ortak geliştirmesi ve savunma sanayii alanındaki bilgi birikimini ve alt yapısını Türkiye ile paylaşması, stratejik öneme sahip. Zira insansız hava aracı teknolojisinde Türkiye’ye sınıf atlatacak Akıncı TİHA, Ukrayna yapımı AI-450T Turboprop motor ile üretiliyor. Bununla birlikte Baykar ve Ivchenko-Progress firmalarının ortak motor üretmek amacıyla Blacksea Shield adıyla ortak bir şirket kurması, ilişkilerin geleceği ve savunma sanayii alanındaki iş birliğinin geliştirilmesi açısından heyecan verici.
İki ülke arasında gerçekleştirilen bu iş birlikleri, Türkiye’nin NATO standartlarındaki üretim ve tasarım tecrübesinin Ukrayna’nın Sovyet döneminden kalma güçlü alt yapısıyla bir araya gelmesi anlamı taşıyor. Bu durum ise yalnızca Ukrayna sorununun geleceği açısından değil, iki ülkenin gelecekte, bölgesel ve küresel etkinliği açısından da ümit vadediyor.
Bölgesel Politika Boyutu
Türkiye’nin Ukrayna politikasının önemli bir ayağını ise Karadeniz bölgesinin istikrarı ve güvenliği oluşturuyor. Rusların güneye doğru genişleyerek sıcak denizlere ulaşma arayışı, tarih boyunca Türklerin kafa yorması ve baş etmesi gereken bir tehdit algısı haline dönüştü. Zira bu tehdit, doğrudan devletin istikrarını ve toprak bütünlüğünü hedef aldığından, karar vericilerin bölgesel denklem konusunda hassas bir terazi üstünde çalışmak zorunda kaldığı görülüyor.
Gerek bölgenin istikrarı gerekse Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki etkinliğinin sürdürülmesi için Rusya’nın Karadeniz havzasında dengelenmesi, Ankara açısından stratejik bir önemi haiz. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin yıkılarak Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin akabinde Türkiye’nin Karadeniz’de oluşturduğu askeri üstünlüğünün devamı da oldukça önemli. Fakat bu üstünlük, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ederek Kerç boğazını kontrol altına almasıyla tehdit edilir hale geldi. Haliyle Kırım’ın ilhakının Karadeniz’deki dengeyi değiştirmeye yönelik bir adım olarak görülmesi gerekiyor. Bu durum da Soğuk Savaş sonrası düzenin devamı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Transatlantik ittifakı, Rusya’nın Karadeniz bölgesinde etkinliğini artırması karşısında zayıf ve etkisiz bir siyaset izlerken, Gürcistan ve Ukrayna müdahalelerini engelleyemedi. Bu çaresizliğin süreklilik kazanma ihtimali, Türkiye’nin Karadeniz’de adımlarını daha sağlam atması gerektiğini gösteriyor.
Türkiye, Karadeniz’in ekonomik entegrasyonun yüksek düzeyde olduğu bir barış havzası olarak kalması taraftarı. Montrö Anlaşması’nın Türkiye tarafından tavizsiz bir şekilde uygulanması, bu politikanın en önemli göstergesi. Zira Montrö, başka ülkelerin Karadeniz bölgesine yönelik hesaplarının engellenmesi için önemli bir bariyer oluşturuyor. Öyle ki Montrö, hiçbir savaş gemisine 21 günden fazla Karadeniz’de kalma hakkı vermezken Boğazlardan geçecek gemilere yönelik de tonaj kısıtlaması getiriyor. ABD gibi bölgeye yönelik angajmanlara girmek isteyen ülkeler, gemileri Ege Denizi’ne çıkarıp geri döndürerek ve yeni bir 21 gün elde ederek Montrö engelini aşmaya çalışıyor. Türkiye bu şekilde NATO’nun Karadeniz’e girmesine engel olarak hassas bir terazide Rusya ile mevcut dengeyi sürdürebiliyor. Fakat Ankara yönetiminin Karadeniz ülkelerinin NATO ve AB’ye üye olmalarına da yeşil ışık yaktığı ve üyelikleri desteklediği görülüyor.
Türkiye, görüldüğü gibi statükoyu koruyup Rusya’nın Karadeniz’de dengelenmesi güç bir aktör haline gelmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Bunu yaparken Washington ile Moskova arasındaki dengeyi de korumak zorunda olduğunu biliyor. Elbette bu dengenin ne kadar sürdürülebilir olduğunu, Rusya’nın Karadeniz’de bundan sonra izleyeceği politikalar ve atacağı adımlar belirleyecek. Fakat Ukrayna ile sürdürülen iyi ilişkiler, Soğuk Savaş sonrası düzeninin sürdürülmesi ve Rusya’nın dengelenmesi açısından oldukça stratejik. Zira hem Türkiye hem de Ukrayna, son yıllarda ABD tarafından yalnız bırakılmalarının beraberinde getirdiği ağır “Rus faturasını” iyi biliyor. Haliyle bu muhtemel faturanın Karadeniz havzasında acı hale gelmesinin, ancak iki ülkenin birlikte hareket etmesiyle engellenebileceği açık.
Tarihi Boyutu
Son olarak Kırım bölgesinin Türkiye açısından tarihi önemi de Türkiye’nin Ukrayna politikasını şekillendirmesinde oldukça etkili. Kırım’ın Osmanlı toprağı olduğu ve bu sayede Karadeniz’in bir Türk gölü haline geldiği dönem, 1783’te Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesiyle son buldu. Bu bölgede yaşayan Kırım Türkleri (Tatarları) bu tarihten İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede zorunlu göçlere uğradı. Bu durum Anadolu’ya göç eden Kırım Tatarlarının sayısının Kırım’dakilerden çok daha fazla olmasına bile yol açtı. Anadolu’ya göç eden Kırım Tatarları, burada diaspora kimliği oluşturarak kültürlerini yaşatmaya çalıştılar. Rusya tarafından Kırım’ın 2014’te yeniden ilhak edilmesi ve artan baskıları sebebiyle, bölgede kalan son Tatarlar Ukrayna’nın Kiev ve Lviv gibi şehirlerine göç ettiler.
Bu tarihsel süreç içerisinde Ukrayna’nın Kırım Türkleri konusunda oldukça destekleyici bir tutum sergilediği görülüyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Kırım özerk bölgesi Ukrayna’nın hakimiyetine girmiş, Ukrayna ise Tatarların tersine göçlerini destekleyerek anavatanlarında barış ve huzur içinde yaşamalarını teminat altına almıştı. Günümüzde farklı yerlerde yaşayan Tatarların, Ukrayna’daki Müslüman nüfusunun bel kemiğini oluşturduğu görülüyor. Bu yönüyle Kırım Türklerinin de ilhakı tanımayarak Ukrayna’nın yanında hareket etmeleri, tarihi bilincin ve kadirşinaslığın en sade örneklerinden birisini oluşturuyor.
Kırım’ın ve Kırım Tatarlarının geleceği konusunda Türkiye ile Ukrayna birlikte çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kırım’ın asli unsurları olan Kırım Tatar Türklerine Ukrayna makamları ile birlikte destek olmayı sürdüreceğiz” açıklaması ve konunun “tarihi ve insani mesuliyet” boyutunu vurgulaması oldukça önemli. Rus mahkemesinin cezaevine koyduğu Kırım Tatar Milli Meclisi Başkan Yardımcıları ile Türkiye’de yakalanan iki Rus ajanının 2015’te takas edilmesi, bu desteğin söylemde kalmadığını ve birçok alanda hayata geçirildiğini gösteriyor.
Sonuç olarak Türkiye’nin Ukrayna politikasının çeşitli boyutlara sahip olduğu görülüyor. Bu öncelikli unsurların yanı sıra turizm ve ekonomik iş birliği gibi alanlarda da iki aktörün her geçen gün artan iş birliği dikkat çekiyor. Fakat elbette Karadeniz barış havzasının güvenliği ve istikrarının korunması için pro-aktif bir dış politika izleme arayışında olan Rusya’nın dengelenmesi ihtiyacı ve savunma sanayiindeki güçlenen iş birliği, Türkiye ile Ukrayna ilişkilerinin yakından takip edilmesini ve stratejik hale gelmesini sağlayan önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor.