Kriter > Siyaset |

Türkiye’de Ol(a)mayan Sol: “Fakat Bu Böyle Gider / Hatalar Tekrar Eder”


Türkiye’de sol, ülkenin çok partili hayata dönmesini müteakiben uzlaşma ve diyaloğu engelleyen, darbe ve şiddetle arasına net bir şekilde mesafe koymayan kara ve kanlı bir sicile sahip. Belki daha da kötüsü “birkaç iyi adam” dışında, solun bütün versiyonlarının bu kara ve kanlı tarihle sahici bir hesaplaşmayı bırakın, yüzleşmekten dahi kaçınan kararlı tavrıdır.

Türkiye de Ol a mayan Sol Fakat Bu Böyle Gider

Türkiye’de solun sosyalizm ve sosyal demokrasi versiyonlarıyla siyasi gelişimi, demokrasi tarihimiz bakımından önem arz ediyor. Türkiye’de sol iki versiyonuyla da “birkaç iyi adam” dışında demokrasi açısından olumlu bir miras ve tedai uyandırmıyor. Tam aksine sol, Türkiye’nin çok partili hayata dönmesini müteakiben uzlaşma ve diyaloğu engelleyen, darbe ve şiddetle arasına net bir şekilde mesafe koymayan kara ve kanlı bir sicile sahip. Belki daha da kötüsü yine “birkaç iyi adam” dışında, solun bütün versiyonlarının bu kara ve kanlı tarihle sahici bir hesaplaşmayı bırakın, yüzleşmekten dahi kaçınan kararlı tavrıdır. Solun darbe ve şiddetle özdeşleşen tarihiyle yüzleşmekten kaçınan tavrı, sadece tarihe mal olmuş bir konu olarak kalsa mesele edilmeyebilirdi. Ancak solun bu tavrı, Türkiye demokrasisine bugün ve gelecekte risk teşkil eden en mühim tehlikeyi bünyesinde taşımaktadır. Bu tehdit, demokrasiye zarar verebilecek darbe ve şiddet eğilimlerini destekleyebilecek siyasi bir zihniyet ve kadro, solun bu iki versiyonundaki tayin edici konumundan kaynaklanmaktadır. Bu yazıda daha ziyade solun sosyalizm versiyonundan hareketle konu serimlenecektir…

 

27 Mayıs Darbesiyle Legal Oldular ve…

Türkiye’de radikal solun yer altından yer üstüne çıkması bilhassa 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında gerçekleşmiştir. Daha başlangıçtan itibaren 27 Mayıs darbecilerinden ordu içindeki her çeşit darbeci cuntacı eğilime kadar alışveriş halinde bir radikal soldan bahsediyoruz… Yeraltından yerüstüne, illegalden legal alana çıkışı dahi darbecilerle kurduğu ilişkilerle beraber gelişen radikal solun tarihi, bundan sonra darbecilerle tedahül ilişkisi şeklinde gelişecektir. Yön dergisiyle başlayan bu ilişki 10 yıla kalmadan Devrim dergisiyle zirveye ulaşacak, radikal sol 9 Mart 1971’de darbeye kalkışacak bir cüretkarlık sergileyecektir. Halbuki bu arada radikal solun eline legal alanda meşru mücadele yapabilmek için muazzam bir fırsat geçmiştir. Bu fırsat Türkiye İşçi Partisi imkan ve tecrübesidir. 1965 seçimlerinde yüzde 3 oyla ve 15 milletvekiliyle TBMM’de temsil edilerek siyasette boy gösterme imkanı elde eden TİP, 27 Mayıs darbesi sonrası demokrasiye geçiş yönünde bir siyaset yapmak yerine, 27 Mayıs darbesinin eleştirilmesini yasaklayan kanunu Anayasa Mahkemesine götürerek iptal ettiren bir çizgide, darbecilere karşı demokratik bir şekilde yüzde 52.5 oyla iktidara gelen Adalet Partisi’ne karşı 27 Mayıs ve CHP’nin yanında siyaset yapmayı tercih etmiştir. Bu siyasi hatanın yanında Çekoslovakya’daki güler yüzlü sosyalizm denemesini tanklarla ezen SSCB müdahalesinin TİP içinde güçlü bir şekilde desteklenmesi, ikinci büyük siyasi hata olarak tarihe geçecektir. Bunu üçüncü bir siyasi hata takip edecek, TİP’in parlamenter mücadelesi yerine şiddet örgütleriyle ve darbecilerle beraber seçimle gelmiş hükümeti devirme tercihiyle sosyalistler, darbeci ve devrimci bir çıkmaz sokağa gireceklerdir.

Cemal Madanoğlu ve Doğan Avcıoğlu

Soldaki fotoğrafta 27 Mayıs darbesini yöneten, Milli Birlik Komitesinin başkanlığını yapan, ve 9 Mart 1971 cunta girişiminde askeri kanadın akıl hocası olduğu söylenen Cemal Madanoğlu, sağdaki fotoğrafta ise 9 Mart cunta girişiminin lideri Doğan Avcıoğlu bulunuyor. (AA)

 

İşin tuhafı şudur, bütün bu büyük siyasi hatalardan ders alınmayacak, her hatayı daha büyük hatalar silsilesi takip edecektir. Mesela en azından 9 Mart 1971’deki darbe ve şiddetin açık başarısızlığından sonra, bir muhasebe yapmasını bekleyeceğiniz bu kesim, apaçık yanlış yapmış olan THKP-C ve THKO geleneklerini, şiddetin teorisyenliğini yapmış olan Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’i kutsallaştırarak tartışılamaz hale getirmişlerdir. 1970’lerde bu büyük hataları yaparak sosyalizmi çıkmaz sokağa hapseden bu örgütlerin mirasını reddetmek yerine, bu mirasa sahip çıkmak için gelişen fraksiyon çatışmalarıyla daha kanlı ve kara bir güzergaha girilecektir.

12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye’de, 1989’da Doğu Bloğunun çökmesiyle dünya ölçeğinde bir yenilgi yaşayan Türkiye sosyalistlerinin tarihi giderek trajikleşecektir. Türkiye’de sosyalistler 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünden sonra Kemalistlerden yaşadıkları ayrışmayı devam ettir(e)meyecek, müstakil bir fikir ve hareket olma vasfını giderek yitireceklerdir. Bu savrulma bir yanıyla laiklik üzerinden Kemalizm ve CHP istikametine, bir yanıyla şiddet kullanarak büyüyen PKK kanadına ve diğer bir yanıyla da genel bir akım olarak Batıcılık içine doğru olacaktır. Bu arada örgüt gelenekleri, eski savaş şefleri abilerinin etrafında particilik, dernekçilik ve dergicilik oynayan kadrolarıyla varlıklarını devam ettirdiler. Bu arada adını koymadan veya adını koyarak bu mirası reddedenlerin, Türkiye’deki demokratikleşme sürecine çeşitli düzeylerde katkı yaptıkları görüldü. Bu tür katkıları yapanlar en geniş anlamdaki sosyalist camiada en son “yetmez ama evet”çilerde görüldüğü üzere çok ağır hakaret ve dışlanmalara maruz kaldılar. Bu hal, sosyalizm içindeki büyük kesim için demokrasi, meşru mücadele ve uzlaşma çabalarının darbe ve şiddet karşısında 60 yıldır bir mesafe kazanamadığını bir kez daha gösterdi. Sosyalist camianın Kemalistlerle beraber sürüden ayrılanlara karşı başlattığı bu dışlama ve düşkün ilan etme tavrı, bir süre sonra etkisini gösterdi ve birçok insan ve grup “birkaç iyi adam” olmanın maliyetine katlanamayarak eski çevrelerine döndüler, dönmek zorunda kaldılar.

Sosyalizm içindeki örgüt, dernek, dergi etraflarında oluşan cemaatvari yapılanmalar, bu yapıların “töre”leri, bu yapıların abileriyle tesis edilen “nomos/namus” tahakkümüyle kurulan “mahalle baskısı”, bu geçen zamanda solun değişmesini ve dönüşmesini engelleyen çok dramatik sonuçlar doğurdu. Demokrasi yoluyla iktidara gelemeyeceğini gören bu çevrelerin, zaten sosyalizmin tarih ve genetiğindeki mevcut şiddet ve darbe güzergahına dönmesinin çok zor olmadığını; Gezi olaylarıyla başlayan süreçte sokakla, PKK’nın çukur ve barikat eylemleriyle şiddetle, FETÖ’nün MİT ve 17/25 Aralık yargı teşebbüsüyle yargı, 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle askeri darbeye kadar savrulan son 10 yıllık Türkiye tarihinde bir kere daha gördük.

 

Sosyalizm ve Sosyal Demokrasinin Harcadığı Fırsatlar

Perry Anderson Batıda Sol Düşünce isimli kitabında kitleselleşmeyen solun yaşayabileceği savrulmalara işaret eder. Türkiye sosyalizmi bu bakımdan literatüre geçecek savrulmalar yaşadı ve halihazırdaki gidişata bakılırsa daha da yaşayacak gibi görünüyor. Sosyalistlerin siyasi savrulmaların ötesine geçen bir “medeniyet kaybı” yaşadıklarını görüyoruz. Yıllarca aynı dergilerde oturdukları, arkadaşlık yaptıkları insanları Gezi’yi, PKK şiddetini, FETÖ’nün darbe teşebbüslerini desteklemedikleri için gıyaplarında yargılayarak kovan ve gördüklerinde ailece selam dahi vermeyen bir heyetin bırakın siyaseti, sosyal ve kültürel olarak da bir yerlere varması mümkün müdür? Bu medeniyet kaybının beraberinde getireceği barbarlığın, hiçbir birikime müsamaha etmeyecek iletişimsizliğe yol açacak bir “Moğol lekesi” bırakması kaçınılmazdır.

Solun iki versiyonu sosyalizm ve sosyal demokrasi, 12 Eylül ve 1989 sonrasının yenilenme ve değişme fırsatını, meseleleri tartışmak yerine üzerini örtecek birleşme kampanyalarında hovardaca harcadılar. Aslında Cumhurbaşkanlığı sisteminin cumhurbaşkanlığını kazanmak icbar ettiği yüzde 50+1 oy almak mecburiyeti, solu bütünüyle 80 ve 90’ların birleşme kampanyalarının yerine ittifak kampanyalarına sürükleyerek gerçek meselelerinden bir kere daha kopardı. Sol, bu tartışmalara girecek bir medeni cesaretten yoksun olduğu için, bu ittifak tartışmalarıyla kendinden geçti… Sol, sosyalist ve sosyal demokrasi versiyonlarıyla bir kez daha sonuçları öngörülemeyecek bir anaforun içinde savruluyor…

Bakınız sosyalist akımın en önemli entelektüel isimlerinden biri olan Murat Belge’nin 15 Şubat 2022 tarihli T24 sitesindeki “TİP Kongresi ve Solun Fırsatları” başlıklı yazısına… Yazı solun ufkunun ne kadar karardığının ve yaşadıkları “medeniyet kaybı”nın göstergesi… Bugünün TİP’inin sırf bir salon dolduracak kadar kalabalık toplayabilmesinden Türkiye’de sosyalizm adına ümide kapılmak, hele Ahmet Şık ve Erkan Baş’a iltifat edip onları “makul” bulmak gerçekten hazin. Belge, daha sonra şöyle uyarıyor: “Ama bu ‘eski sol’un hortlaması biçiminde olmamalı. Örneğin dogmatik olmamalı.” Evet ama işte bugünün TİP’inde tam da olan bu… Üstelik Murat Belge, TİP’in HDP ile ilişkisini sorunlu bulduğunu da yazmış. Peki Murat Belge’yi binbir ihtiyatla da olsa TİP Kongresini bir “fırsat” olarak görmeye götüren nedir? Bu aslında 60’ların 70’lerin hatalarından başka bir şey değil… Seçimle gelen siyasilere tahammül edememek… Buradan bakınca AK Parti’ye karşı olan herkes, her parti size Belge’nin deyişiyle bir “okazyon”, bir fırsat olarak gelir… 1960’larda Milli Birlik Komitesi; 1970’lerde THKP-C ve Mahir Çayan; bugün TİP, Ahmet Şık, Erkan Baş; Meral Akşener, Ekrem İmamoğlu…

Türkiye’de sosyalistler, geçmişteki hatalarını zaman zaman yazarlar…. Böyle geçmiş hatalarını, muhasebelerini, özeleştirileri birçok metinde okumuş ve bu vadide birçok sohbet dinlemişsinizdir. Ancak “bakış açısını değiştirmeyince”, bu hatalardan kalıcı dersler çıkarmak mümkün olmuyor, olamıyor. Zannederim 5-10 yıl sonra benzer hataların yazıldığı yeni hatıratlar okuyacağız. Yine de solun içinden birkaç iyi adam çıkacaktır… Demokrasiyi hazmedememek ve halkın seçtiklerini kabul edememekten kaynaklanan bu “fırsatçı” anlayış, solu bakalım hangi yeni “okazyon”lara sürükleyecek…

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası