Tarihte milletlerin kaderini belirleyen bazı anlar vardır. Ulusun geleceğini tayin eden bu kırılma anları, destansı bir şekilde hafızalarda yerini alır ve nesilden nesile aktarılır. Türk tarihinde 1071 Malazgirt Zaferi, 1402 Ankara Savaşı, 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi ve 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Muharebesi işte böyle dönüm noktalarından birkaçıdır. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi de Türk milletinin varlık-yokluk mücadelesine girdiği anlardan biri olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’yi ontolojik bir krize sürüklemesi kaçınılmaz olan bu FETÖ saldırısı milletin cansiperane direnişi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği ve darbeye katılmayan güvenlik güçlerinin desteği ile bastırıldı. Böylece Türkiye -tabiri caizse- uçurumun kıyısından dönmüş oldu.
Darbenin ardından hukuk düzenini ve adaleti sağlamak için soruşturma ve davalar başladı. Bir yandan FETÖ’nün örgütsel yapısına yönelik soruşturmalar yapılırken diğer yandan darbe girişimini aydınlatmak ve failleri cezalandırmak için davalar açıldı. Böylece 15 Temmuz’un ardından FETÖ davaları ve darbe davaları şeklinde iki tür yargılama süreci yürütülmüş oldu. Bugüne kadar 289 darbe davası açıldı ve davaların tamamında ilk derece yargılamalar sonuçlandırılarak hükümler verildi. Açıklanan nihai kararlar ile 85’i eski general, bin 116’sı çeşitli rütbelerdeki eski subay olan bin 634 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildi. 24 eski general ile 536 subayın aralarında bulunduğu bin 366 sanık müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bin 891 sanık hakkında 1 yıl 2 ay ila 20 yıl arasında değişen süreli hapis cezalarına hükmedildi. Yargılanan sanıkların yüzde 35’i ise (2 bin 870 sanık) beraat etti. Her üç sanıktan birinin yargılama sonucunda beraat etmiş olması mahkemelerin darbe davalarında toptancı ve peşin hükümlü bir zihniyetle hüküm kurmadığını göstermesi sebebiyle tek başına anlamlıdır.
Bu kapsamlı yargı süreçleri arasında iki dava vardı ki FETÖ’nün iç organizasyonunu, darbenin arkasındaki örgütlü yapıyı, gerçekleştirilen eylemleri ve faillerini açığa çıkarması bakımından son derece önemliydi. Bunlar Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Akıncı ve Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Genelkurmay Çatı davalarıdır. Bugün darbe girişimine dair bildiğimiz neredeyse her şeyi bu iki davaya ve onlara temel oluşturan iddianamelere borçluyuz. 475 sanığın yargılandığı Akıncı Davası, darbenin gerçek yöneticileri olan sivil FETÖ mensuplarını ve örgütün 15 Temmuz’da karargah olarak seçtiği Akıncı Üssü’nde yaşananları konu aldı. 224 sanıklı Genelkurmay Çatı davası da darbeyi planlayıp, gerçekleştiren örgüt mensubu askerler ve Genelkurmay Başkanlığı’nda gerçekleşen eylemler üzerine yoğunlaştı. Çatı davasındaki hüküm Haziran 2019’da, Akıncı’da ise Kasım 2020’de verildi.
Adil Yargılanma Hakkına Riayet
Her davada yargılamanın hukuka uygun bir şekilde sürdürülmesi, usul ilkelerine riayet edilmesi en az davanın esası kadar önemlidir. 15 Temmuz’u ve arkasındaki FETÖ yapılanmasını aydınlatmasıyla öne çıkan Çatı ve Akıncı yargılamalarında ise bunun ayrı bir önemi daha vardır. FETÖ’nün propaganda makinesi, yargılama süreci boyunca iç ve dış kamuoyları nezdinde davaları itibarsızlaştırmaya çalıştı. Örgüt böylece kendisinin darbe girişiminin arkasında olduğunu kanıtlayacak hükümleri, henüz verilmeden etkisizleştirmeyi amaçladı. Zira bir dava adil bir şekilde görülmemişse verilen hükümler de hakikati ortaya koyamazdı.
Ancak FETÖ’nün 15 Temmuz’un faili olduğunu ortaya koyan bu iki ana dava başta mahkeme heyetlerinin titizliği ve üstün gayreti ve Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ile Adalet Bakanlığı’nın da desteği ile Türk ceza yargısı pratiğinin de ötesine geçecek şekilde ceza muhakemesinin gerektirdiği tüm standartları sağladı. Bu başarının nasıl yakalandığı sorusuna yanıt vermeden önce davaların taşıdığı bazı güçlüklere değinmek gerekir. Her şeyden önce 15 Temmuz sonrasında yargı; iş yükündeki devasa artışı, insan kaynağındaki eksilmeyle aynı anda yaşadı. Adli makamların FETÖ unsurlarından arındırılması sürecinde yargı, insan gücünün neredeyse üçte birini kaybetti.
Bu iki ana dava başta olmak üzere darbe davalarında yargının karşılaştığı diğer bir güçlük sanık sayısının oldukça fazla olmasıydı. Alelade bir ceza yargılamasına kıyasla darbe davalarını adli merciler bakımından daha zorlu kılan diğer etkenler ise şöyle sıralanabilir: FETÖ’nün kendine has komplike bir yapılanmaya sahip olması, bir istihbarat teşkilatını andıran sofistike gizlenme ve haberleşme teknikleri kullanması, mensuplarının örgüte kesin bir bağlılık duymaları, bu adanmışlığın bir tezahürü olarak özellikle üst düzey örgüt yöneticisi konumunda olan failler arasındaki çözülme oranının çok düşük seviyelerde kalması.
Tüm bu etkenlere karşın adil yargılanma hakkı konusunda her iki mahkeme heyeti de başarılı bir performans sergiledi. Geçmişte uzun yargılama süreleriyle anılan Türk yargısı, adil yargılanma hakkının en önemli esaslarından biri olan makul sürede yargılanma hakkını, sanık sayısındaki olağanüstü yükseklik ve davanın karmaşık yapısına rağmen hayata geçirdi. Anayasa Mahkemesi içtihatları ışığında hem sanık sayısının oldukça fazla olması hem de örgütlü bir suçu, çok sayıda farklı olayı ve suçlamayı konu alması nedenleriyle karmaşık bir davayla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Makul sürenin tespitinde davanın özelliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çatı davasında ilk derece yargılama bakımından ilk soruşturma işlemlerinin başladığı tarihten hükmün verildiği tarihe kadar geçen süre 2 yıl 11 aydır. 475 sanıklı Akıncı Davasında ise duruşma oturumları Temmuz 2017’de başlamış nihai karar Kasım 2020’de verilmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin içerdiği karmaşık olay örgüsü, sanık sayısının fazlalığı, FETÖ gibi sıra dışı ve sofistike yöntemler kullanan bir terör örgütünü konu alması gibi hususlar göz önüne alındığında bu süreler ilk derece yargılama bakımından makul kabul edilmelidir.
HSK'nın Katkıları Önemliydi
Öte yandan davalar için çok fazla sayıda sanığın aynı anda yargılanmasına imkan verecek duruşma salonları inşa edilerek, yargılamaların fiziki yetersizlik nedeniyle uzamasının önüne geçildi. Ayrıca darbe davalarına bakan mahkemelerin aynı zamanda diğer terör örgütlerine ilişkin davalara bakmak zorunda kalması da önemli bir riskti. Bu durumun yargılama sürelerini ciddi şekilde uzatacağını göz önünde bulunduran HSK, darbe davalarına bakan ağır ceza mahkemelerine ikinci heyet atamaları yaptı. Böylece mahkeme heyetlerinin üzerindeki iş yükü de azaltıldı. Alınan bu iki tedbir Genelkurmay Çatı ve Akıncı gibi iki önemli davanın peş peşe oturumlarla kesintisiz bir şekilde görülmesini sağladı. Bu sayede kovuşturmaya hakim olan esaslardan “duruşmanın yoğunluğu” ilkesi de hayata geçirildi.
Üzerinde durulması gereken bir başka önemli husus savunma hakkıdır. Sanıklara savunmalarına hazırlanmaları için yeterli süre ve imkan verildi. Sadece ilk savunmalarda değil son savunma safhasında da sanıklar çok uzun sürelerle dinlendi. Ancak birçok sanığın yargılamayı uzatmaya dönük olayla doğrudan ilgili olmayan konuları anlatarak savunma hakkını suistimal ettiği görüldü. Buna karşın mahkeme heyeti takdir hakkını çoğunlukla savunmanın lehinde kullandı ve savunma hakkını gözetti. Sanıkların pek çoğu ortalama iki-üç gün savunma yaptı, savunmalarını daha rahat gerçekleştirebilmeleri için yansı (slide) tekniğinden faydalandı.
Sanıkların müdafileriyle görüşme hakkı korundu ve yoğun duruşma takviminin savunmaların hazırlanmasını etkilememesi için tedbirler alındı. Örneğin bir oturumda gün boyunca bir sanığın savunması alınırken sanıklardan bir diğerinin mahkeme salonu içerisinde uygun bir yerde müdafisiyle görüşmesine imkan tanındı. Ayrıca celselere katılma mecburiyetinin savunma hazırlıklarına olumsuz bir etkide bulunmaması için bazı sanıklar duruşmalardan mahkeme kararıyla bağışık tutuldu. Bu tedbirlerin açık bir hukuki zorunluluk olmamasına rağmen alınması, mahkemenin adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkına verdiği önemi göstermesi bakımından anlamlıdır.
Adil yargılanma hakkının unsurlarından bir diğeri de aleni yargılanma ve aleni karar hakkıdır. Gerek Çatı gerekse de Akıncı davaları başlangıcından karar duruşmasına kadar aleniyet ilkesine uygun şekilde yürütüldü. Davayı şehit yakınları ve gazilerin yanında tutuklu sanık yakınları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, basın mensupları, siyasetçiler ve vatandaşlar takip etti. Medya organları celselerde yaşanan gelişmeleri gazeteciler vasıtasıyla kamuoyuna aktardı. Yine diğer adil yargılanma hakkının esaslarından olan davanın kanunla kurulmuş, tabii hakim ilkesine uygun ve bağımsız bir mahkeme önünde görülmesi; çelişmeli yargılama ilkesi ile susma hakkına uygun şekilde yürütülmesi de yargılamalarda riayet edilen hususlardı.
Bilhassa ana darbe davalarında adil yargılanma hakkının hassasiyetle gözetilmesi son derece sevindiricidir. Çünkü darbecilerin ve arkasındaki örgütün mahkumiyeti ancak onların adil yargılanmasıyla anlam kazanmıştır.