Bahar Kalkanı Harekatı’nın ardından ilk kez toprak değişiminin yaşanmadığı bir ateşkesi yaşayan Suriye, son dört yıla yakın bir süreyi, savaşın ilk yıllarına göre daha sakin geçirdi. Bu sürede, İdlib sahası, Rus savaş uçaklarının aralıklı olarak hava saldırılarına uğradı, muhalifler bazı cephe hatlarında rejime karşı sızma girişimleri gerçekleştirdi ancak sahada bir değişim yaşanmadı. Diğer taraftan ise PKK/YPG, Suriye’nin kuzey ve doğusunda varlığını sürdürerek, tahkim etmeye çalıştı. Ancak örgütçü zihniyeti ve ırkçı yaklaşımları, her geçen gün yeni sorunların da ortaya çıkmasına neden oldu. Nitekim Ağustos’ta başlayarak Eylül boyunca süren aşiret çatışmaları da bu durumun göstergelerinden biri. Diğer taraftan HTŞ, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bölgelerinde, SMO gruplarının iç siyasetinde taraf olarak, etki alanını genişletmeyi hedefleyen stratejisini, uzun bir süredir uygulamaya koymuş durumda. Bu makalede, Deyrizor’da yaşanan Arap aşiret ayaklanmalarına ve HTŞ’nin Suriye silahlı muhalefeti içerisindeki çekişmeleri, kendi lehine değerlendirmesine odaklanılacaktır.
Deyrizor’da YPG ve Aşiretler Arasında Çatışmalar Nasıl Devam Edecek?
Deyrizor’da YPG ile Arap aşiretler arasında yaşanan çatışmaların geçmişi ve oturduğu sosyolojik ortam tahlil edilmeden, yapılan analizler sağlıklı olmayacaktır. Bu nedenle Deyrizor’un sosyolojisine dikkat edilmelidir. Deyrizor, Suriye’nin en doğusunda aşiret varlığının en güçlü olduğu kentlerin başında gelmektedir. Söz konusu doğululuk; muhafazakar, yerel ve milliyetçi bir tutumu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle YPG’nin Deyrizor’u kontrol etmesinden bu yana bölge halkıyla YPG arasında organik bir ilişki kurulamadı. PKK/YPG, görünürde Arap isimlere yer verse de arka planda kentleri Kandil kadrolarından gelen isimlerle yönetmeyi sürdürüyor. Deyrizor öncesinde benzeri kalkışma hareketlerini, Menbiç’te de müşahede etmiştik. Ancak Deyrizor’da silahların devreye girmesi, aşirete bağlı unsurların köy ve kasabalardan YPG/SDG unsurlarını çıkarmasıyla birlikte, alışageldiğimiz protestolar, yerini adeta lokal bir çatışmaya ya da bir savaşa bırakmıştı.
Söz konusu çatışmalar sebebiyle her iki taraftan da en az 100 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Arap aşiretler, kısa sürede yaklaşık 25 yerleşim biriminde etkinlik kursa da PKK/YPG ağır silah üstünlüğü ile birlikte organize bir şekilde aşiretlerin üzerine giderek, söz konusu yerleşim birimlerini tekrar kontrol altına aldı. Sonrasında ise aşiret unsurları savaş stratejilerini değiştirdi. Bu sürecin ardından suikast saldırılarının yaşandığını gözlemledik. Başlangıcına göre de Deyrizor’da ortam, görece sakinleşmişti. Ancak 26 Eylül itibarıyla Ziban başta olmak üzere bazı noktalarda yeniden aşiretlerle PKK/YPG arasında çatışmalar yaşanmaya başladı. Akaydat aşiretinin bölgedeki liderlerinden ve ayaklanmanın mimarlarından İbrahim el-Hafel bir ses kaydı yayınlayarak, tüm aşiretleri ayaklanmaya çağırdı.
Deyrizor’daki ayaklanmanın kritik noktalarından biri de şüphesiz diğer Arap aşiretlerinin desteğinin bulunmamasıydı. Her ne kadar muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerden aşiret mensupları destek konvoyları çıkarmaya çalışsa ve Menbiç, Ayn İsa ve Tel Temr gibi hatlarda ilerleme girişimlerinde bulunsa da bu girişimler sonuç vermedi. Nitekim Menbiç sahasındaki aşiret unsurlarını, Rus savaş uçakları hedef aldı. Yine Menbiç cephesine rejim güçleri de takviye birlikler göndererek, PKK/YPG’nin ayakta kalmasına yardımcı oldu. Bunun yanında Deyrizor’daki aşiret ayaklanmasına Menbiç, Rakka, Tabka, Haseke gibi kentlerden herhangi bir destek gelmedi. Aşiretler ve Arap toplumunun kendi içindeki yerel rekabet de şüphesiz bu durumu etkiliyor.
PKK/YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde Kürt nüfusun yalnızca M4 yolunun kuzeyinde yoğunlaştığı görülüyor. Burada da Ayn el-Arab ve Kamışlı gibi kentler ön plana çıkıyor. Söz konusu bölgelerde toplam nüfusun yaklaşık 3 milyon ile 3 milyon 200 bin arasında olduğu değerlendiriliyor. Savaş sonrasında yaşanan göç hareketleriyle birlikte bölgedeki Kürt nüfus, toplam nüfusun yüzde 10 ila yüzde 15’i arasında bir oranı oluşturuyor. Bu noktadan bakıldığında, PKK/YPG’nin Suriye’nin kuzey ve doğusundaki konumu, rejimin Suriye genelindeki konumuna benziyor. Bu noktada bir azınlık rejiminden söz edebiliriz. Ayrıca PKK/YPG’nin baskıcı, örgütçü, ırkçı ve ideolojik radikal sol yaklaşımları, Arap toplumunun rejime tam olarak isyan ettiği hususları temsil ediyor. Tüm bu nedenlerle, PKK/YPG’nin bölgede uzun vadeli bir şekilde muktedir kalabilmesi için bu demografik dezavantajı ortadan kaldırması gerekmektedir. Mevcut konjonktürde ise bunu gerçekleştirebilmesi mümkün görünmüyor.
Cevlani Ne Hedefliyor?
HTŞ’nin 2022’den itibaren Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatları bölgelerine yönelik ilerleme girişimleri, 2023 yılında da devam ediyor. 2023’e girerken Kriter Dergisi Ocak sayısında yayımlanan “Türkiye’nin Suriye Politikası ve 2023 Senaryoları” başlıklı yazımda şu ifadelere ve beklentilere yer vermiştim: “2023’te BKH ile rejim ve muhalifler arasında yakalanan ateşkes ortamının devam edebileceği ifade edilebilir. İdlib’te sükunetin sürmesi HTŞ’nin odaklarını, 2022’de de olduğu gibi farklı noktalara kaydırabilir. HTŞ’nin bu ateşkes ortamını kullanarak, Suriye muhalefeti içerisinde gedikler açmaya ve o noktalardan sızmayı sürdürmesi de beklenebilir. Buna rağmen Türkiye’nin tavrı belirleyici olacaktır.”
HTŞ, tam da beklenildiği gibi Suriye Milli Ordusu oluşumları arasındaki ihtilafları kullanarak Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatları bölgelerinde pozisyon elde ediyor. HTŞ, bunu daha önce Ahraru’ş Şam Hareketi içerisinde bir anlamda darbe faaliyetiyle ele geçirdiği liderlik ve ona bağlı askeri birlikler üzerinden gerçekleştiriyor. HTŞ destekli unsurlar, SMO içerisinde yalnızca 2. Kolordu ile belirli çatışmalar yaşayarak, önce Menbiç sınırında yer alan sınır kapısını ele geçirmeye çalıştı, ardından da Türkmen köylerinin de yer aldığı FKH bölgeleri içerisinde ilerleme girişimlerinde bulundu. Şimdilik, yeniden bir ateşkes sağlansa da HTŞ’nin bu bölgelerdeki askeri gruplara hakim bir yapı kurmayı hedeflediği iddia edilebilir. Bunun için de tıpkı Suriye sahasına etki eden devletler gibi vekil unsurlar kullandığı görülüyor.
Türkiye’nin İdlib halkını korumak adına gerçekleştirdiği Bahar Kalkanı Harekatı’nın ardından, HTŞ lideri Cevlani’nin bu bölgede rahatlaması, muhalif bölgelere yönelik yayılma stratejisinin temelini oluşturdu. Önce İdlib sahasında tam hakimiyet sağlamak adına kendisine muhalefet eden grupları daha radikal ya da ılımlı fark etmeksizin elimine etti, 2022 itibarıyla da SMO’nun iç çekişmelerinde taraf tutarak denge sağlıyor. Bunu da yukarıda zikredildiği üzere vekil unsurlarını devreye sokarak gerçekleştiriyor. Nitekim HTŞ’nin doğrudan bölgeye girmesine Türkiye şerh koymuş ve askeri araçlarıyla sahada varlık göstermişti. Nitekim son yaşanan çatışmaların ardından da Türkiye önce İdlib- Afrin yolunda ardından da Afrin ile Azez’i bağlayan Kefr Cenne bölgesinde tanklarla birlikte sahaya indi. Türkiye, bir süredir HTŞ’nin yayılmacı hareketlerini kontrol altında tutmayı hedefliyor görünse de SMO içerisinde yaşanan çekişmeleri çözemediği takdirde HTŞ’nin içeriden vekil unsurlarla pozisyon elde etmesinin de önüne geçmekte zorlanacak gibi duruyor. Bu nedenle daha önceki yazımda da değindiğim gibi, Cevlani’nin genişleme arzuları olsa da belirleyici olan Türkiye’nin tavrı olacaktır.
Sonuç olarak bakıldığında Suriye, tüm bölgeleri itibarıyla savaşın sancılarını yaşamaya devam etmektedir. Bu yazının konusu olmasa da Suriye Lirası’nda yaşanan trajik değer kaybı ve ardından rejimin en sadık müttefiklerinden olan Dürzilerin biler dahi rejime isyan edecek noktaya gelmesi, Deyrizor’da yaşananlar, Suriye’nin kuzeyindeki güç mücadeleleri de göstermektedir ki Suriye’de istikrarsız ve güvensiz ortam sürme eğilimindedir. Bunun yanında Arap Bakanlar Komitesi’nin rejim ile görüşmeleri yeniden askıya alma bilgisi de buna eklenmelidir. Türkiye’nin rejim ile normalleşmeyi gündemine aldığı bir dönemde yaşanan bu gelişmeler, rejimin kabiliyetleri ve siyasi hedefleri arasında başta Arap dünyası olmak üzere dünyaya yeniden entegre olmada isteksiz oluşu, normalleşme sürecine ilişkin soru işaretlerini artırmaktadır. Bu hususlar da akılda tutulduğunda, Türkiye’nin, rejim ile normalleşme görüşmeleri ve Suriye silahlı muhalefetiyle olan ilişkisi, PKK/YPG ile mücadelesi gibi konu başlıkları başta olmak üzere Suriye’ye dair daha yoğun bir gündemle karşılacağını ifade edebiliriz.