Dünya’nın birçok önemli ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de karar alıcılar, Washington’daki başkanlık değişiminin ve bu değişimin ABD ile ilişkilerine muhtemel etkilerini değerlendirmeye çalışıyorlar. Şüphesiz dünyanın süper gücündeki liderlik değişimi, dünya siyasetini de yakından ilgilendiriyor. Barack Obama başkanlığının özellikle ikinci dönemi, Türkiye-ABD ilişkilerinin en sıkıntılı dönemlerinden biri olarak hafızalarımıza kazınmış durumda. Barack Obama’nın yardımcılığını yapan Biden’ın Başkan olarak seçilmesi ve Obama döneminin bürokratlarını kendi yönetimine taşıması, Ankara tarafından yakından takip edilmekte.
Biden yönetimi ve göreve getirilen bürokratların önemli bir kesimi, Obama döneminde üst düzey görevler almış isimlerden oluşuyor. Bu isimler daha önceki görevleri itibari ile tecrübe sahibi isimler. Bu isimlerin Obama dönemindeki görevleri göz önünde bulundurulduğunda, Biden bürokrasisini, Obama’nın üçüncü dönemi olarak ifade etmek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Araya giren dört yıllık Trump yönetimi boyunca, dış politika ve güvenlik bürokrasisi çalkantılı bir süreç yaşadı. Bürokratların önemli bir kısmı ya görevlerinden ayrılmak zorunda kaldı ya da Trump’ın politikalarına direnç gösterdi. Trump’ın Washington’daki yerleşik bürokrasi ile ilişkisi son derece sancılı oldu; dış politika ve güvenlik konularında bürokratlar ve diğer siyasi aktörler ile yaşadığı gerilim ve rekabetler, birçok dış politika konusunu, içerideki güç mücadelesinin parçası haline getirdi. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile geliştirdiği yapıcı diyalog, Washington yerleşik elitleri ve bürokrasisinin Türkiye’ye olan olumsuz tavrını daha da törpülemişti. Trump’ın başkanlık seçimini kaybetmesinin ardından Washington’daki yerleşik elitlerin hareket alanları genişlemeye başlamış durumda.
Eski Bürokratlar, Yeni Dönemde Yine Görevde
Biden döneminin, bürokratik aktörlerin geri dönüşü ve müesses nizamın güçlenmesi açısından bir değişim meydana getirmesi bekleniyor. Şüphesiz bu değişim, Barack Obama’nın başkanlığı döneminde Türkiye’nin hafızasına kazınmış bazı olumsuz tecrübelerin de tekrar canlanması ihtimalini ortaya çıkardı. Türk karar alıcıları ve kamuoyu da bu konularda haklı kaygı içerisinde. Bu isimler arasında Obama döneminin DAEŞ ile mücadele özel temsilcisi Brett McGurk, CIA Başkan Yardımcısı David Cohen, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Antony Blinken ve Merkezi Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Lloyd J. Austin’in üst düzey görevlere getirilmiş olmaları, Ankara’da endişeyle izleniyor.
Türkiye kamuoyunda özellikle ön plana çıkan Brett McGurk, Obama yönetiminde ABD’nin DEAŞ ile mücadele konusundaki özel temsilcisi idi. McGurk görevi boyunca terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG/PYD’nin en büyük destekçisi oldu. PKK/PYD’nin Washington’daki lobisini yapan en önemli aktörlerden biri olan McGurk, Biden yönetiminde Ulusal Güvenlik Konseyinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika koordinatörlüğüne getirildi. Brett McGurk’un üst düzey bürokratik bir konuma getirilmesi Türkiye ile ilişkileri olumsuz etkileyebilir.
Dışişleri Bakanı olarak atanan isim Antony Blinken ise Senato soruşturması esnasında Türkiye ile ilgili yöneltilen soruya “sözde müttefik” ifadesini ve bazı olumsuz başka yaklaşımları vurgulayarak cevap vermesi dikkati çekmişti. Blinken daha dengeli ve gerçekçi bir dış politika yaklaşımı ile bilinen ve Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı müsteşarlığı yapmış bir isimdir. Bu açıklamalar üzerinde peşin bir şekilde değerlendirmede bulunmak yerine Blinken’in açıklamalarını Senato’daki bağlamı içerinde ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Fakat yine de bu ifadeleri bir kenara not etmek gerekiyor.
Obama döneminde finansal istihbarat ve terörizmin finansmanı konularında uzman olan David Cohen, Biden yönetiminde de CIA direktör yardımcılığına getirildi. Cohen, başta Halkbank davası olmak üzere Türkiye’yi sıkıştırmaya yönelik birçok CIA operasyonunun arkasında olan isim olarak bilinmekte. Cohen’in tekrar ve eskisinden daha etkili bir şekilde CIA’ye dönmüş olmasının, Türkiye açısından olumsuz sonuçları olabilir. CIA direktörlüğüne aday gösterilen Bill Burns ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, aleyhinde yazdığı yazılar ile hatırlanan bir isim.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Senatör Chuck Schumer, CIA eski direktörü John Brennan ve CIA direktör yardımcısı David Cohen gibi isimlerin aleyhlerine, 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimindeki rolleri hakkında soruşturma açılması talebinde bulunmuştu.
CENTCOM eski komutanı Lloyd Austin ise görev süresi boyunca PYD/YPG’ye askeri açıdan destek sağlamış ve bu politikayı sonuna kadar savunmuştur. Türkiye kamuoyunda ön plana çıkan bu bürokrat ve karar alıcıların yanı sıra, Obama döneminde Türkiye ile gerilimin tırmanmasında payı olan birçok isim, Biden yönetiminde üst düzey bürokratik pozisyonlara getirilmektedir.
Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki en önemli sorun, ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıklarında göreve gelen üst düzey isimlerin, Türkiye’ye dair geçmişte takınmış oldukları olumsuz tavırlar değildir. Bu tavır ve tutumlar, önemli dış politika dosyalarını yönetmek isteyecek Başkan Joe Biden’ın Türkiye’ye dair yaklaşımlarına paralel bir şekilde yumuşatılabilir veya daha da sert hale gelebilir. Biden, Türkiye’yi ABD’nin stratejik beklentileri açısından öncelikli bir konumda değerlendirirse, Türkiye ile yeni başlangıç denemesinde bulunacaktır. Ankara’nın tavrı ve ABD ile sorun oluşturan konularla ilgili konularda, beklentilerini belli ölçülerde karşılayabilecek çözüm seçenekleri ortaya konabilirse, Türkiye-ABD ilişkilerinde kademeli bir iyileşme gerçekleşebilir. Türkiye-ABD ilişkilerinde son on yıllık dönemde yaşanan sorunlar ve anlaşmazlıklar düşünüldüğünde, ilişkilerin bir anda normalleşmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
ABD Kongresinde Türkiye Karşıtı Tablo
Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki asıl engeli ise ABD Kongresinde Türkiye aleyhindeki olumsuz havanın devam etmesi oluşturuyor. Türkiye aleyhinde görüş ve yaklaşımları ile ön plana çıkan Robert (Bob) Menendez, S-400 meselesinde, Türkiye’nin Yunanistan ile yaşadığı Doğu Akdeniz krizinde, Ermeni iddiaları ile ilgili tartışmalarda, Türkiye’nin silah alımlarında ve Türkiye-Azerbaycan ilişkileri gibi birçok konuda doğrudan Türkiye’yi hedef alan yasa tasarılarını gündeme getirmişti. Ayrıca Türkiye aleyhinde Kongre’de gündeme gelen neredeyse tüm yasa tasarılarına destek vermişti. Senato çoğunluk partisi lideri olarak görev yapacak olan Demokrat Senatör Chuck Schumer de benzer şekilde Türkiye karşıtı görüşleri ve çabaları ile tanınan bir isimdir. Chuck Schumer, Türkiye’nin Suriye operasyonlarına karşı çıkan ve PYD/YPG’ye destek veren görüşleri ile biliniyor.
Temsilciler Meclisinde çoğunluk partisi lideri konumunda olan ve son dönemde Trump karşıtlığı ile de ön plana çıkan Nancy Pelosi, Trump’ın başkanlığı kaybetmesinin ardında daha etkili bir konuma gelmiş durumda. Nancy Pelosi de Türkiye’yi otoriter bir ülke olarak tanımlayıp, asılsız Ermeni iddialarının her daim savunuculuğunu yapmış bir isim. Temsilciler Meclisi’nin en yaşlı ve en etkili isimlerinden biri olan Pelosi, Türkiye’nin ABD Kongresi ile ilişkilerinin normalleşmesini de engellemek isteyecektir.
ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi’nde, her iki kanatta da Türkiye karşıtı mevcut havanın devam etmesi kuvvetle muhtemel. Türkiye karşıtı yasa tasarıları, yaptırım tasarıları ve çalışmaları ile ön plana çıkan siyasetçilerin, eskisinden daha güçlü konumlara geldikleri görülüyor. Ermeni, İsrail ve Rum lobileri ile yakın çalışan ve FETÖ ile de temasları olmuş bu isimlerin, gelecek 4 yılda yapacakları, Türkiye-ABD ilişkilerini daha da olumsuz bir mecraya sokma potansiyeline sahip.
Dış politika dosyalarına oldukça hakim olan ve Washington müesses nizamı ile ilişkileri son derece iyi olan Başkan Joe Biden’ın, Trump’ın yaşadığına benzer bir direnç ile karşılaşmasını beklememeliyiz. Biden yönetimi, bürokrasi ve siyaset üzerindeki etkisi ve dış politika konularındaki otorite konumunu kullanarak çok daha etkili adımlar atabilir. Üstelik bu adımlar, büyük olasılıkla Trump döneminde olduğu gibi bürokratik dirence takılmayacaktır. Biden yönetiminin, Türkiye ile ilişkiler konusunda atmayı planladığı adımlar, ABD Kongresine doğru şekilde anlatılabilirse ve Türkiye, ABD açısından stratejik yönü ile daha farklı bir şekilde konumlandırılabilirse, Türkiye-ABD ilişkileri yapıcı yönde ivme kazanabilir.
ABD'nin YPG-FETÖ Desteği Sorun
Trump döneminde ilişkilerini önemli ölçüde liderler diplomasisi ile yürütmek durumunda kalan Türkiye, Kongre ve diğer önemli aktörleri göz ardı etmişti. Kongre ve bürokrasi içerisinde Türkiye aleyhinde oluşan bu olumsuz havayı dağıtmaya yönelik çok boyutlu adımlar atılması, Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleştirilmesi açısından bir zorunluluktur. Biden yönetiminin, Trump’dan farklı olarak bürokrasi ve yasamayı daha fazla dikkate alması beklenmelidir. Özellikle Kongre’deki Türkiye karşıtı hava, Biden yönetiminin Türkiye ile normalleşme adımlarının önüne set çekebilir.
Biden yönetiminin atadığı üst düzey bürokratlar da Trump yönetiminden farklı olarak, büyük ihtimalle başkan ile daha uyumlu ve Başkan’ın talimatları doğrultusunda hareket edeceklerdir. Ancak Biden’ın da Trump başkanlığından farklı olarak bürokrasinin görüşlerini daha fazla dinlemesi ve dikkate alması beklenebilir. Bu konudaki olumsuz tabloyu dönüştürmek için Türkiye kanadındaki bürokratik aktörlerin de kendi ABD’li muhatapları ile ortak bir çalışma gündemi oluşturmaları gerekiyor. Türkiye açısından özellikle 15 Temmuz sonrası oluşan ağır Amerikan karşıtı hava, böylesi bir normalleşme konusunda zorluklara neden olacak. Türkiye kamuoyunda ve siyasetinde Amerikan karşıtı söylem ve yaklaşımların yumuşatılma çabaları, iki ülke ilişkilerinin normalleşmesine de katkı sağlayabilir. Ancak söylemin yumuşatılmasının önünde duran birçok sorun halen devam etmekte. ABD’nin PKK’nın Suriye kolu PYD’ye olan yoğun desteği, FETÖ üyelerinin ABD’deki faaliyetleri, Halkbank davası ve Türkiye’ye yönelik askeri yaptırımlar, Türkiye’de Amerikan karşıtı havanın dağılmasının önündeki en önemli engellerdir. Üstelik Biden döneminde Ermeni iddiaları ile ilgili Temsilciler Meclisinde alınabilecek kararlar, Türk-Amerikan ilişkilerini daha da içinden çıkılmaz bir hale getirebilir.
Dengeler Çok Değişti
Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesi konusunda karamsar olmamıza neden olan bütün bu tabloyu, olumlu bir mecraya akıtacak yapısal değişimler de söz konusu olabilir. Aradan geçen 4 yılda hem ABD hem de dünya siyaseti ve güç dengeleri çok değişmiş durumda. 11 Eylül sonrası ortaya atılan “teröre karşı küresel savaş” parantezi kapatılmaya çalışılıyor. ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yeni cephe açma iştiyakı bulunmamakta. Geçen yıllarda ABD hem ekonomi alanında hem de Covid-19 ile mücadelede başarılı olamadı. 11 Eylül sonrası devreye giren birleşme bütünleşme hissiyatı, 2008 dünya ekonomik krizi sonrasında gevşemeye başlamıştı. Obama döneminde başlayan kutuplaşma, Trump döneminde ivme kazandı. Bu nedenlerle, ABD’nin öncelikleri değişiyor ve güç mücadelesinde de görece bir gerileme yaşıyor. Amerikan bürokrasisinde ve yasama mecralarında oluşan yeni tablonun, Türkiye açısından Trump yönetimindeki kadrolardan bir nebze daha olumsuz şekilde olduğu değerlendirilebilir. Ancak Biden yönetimi, kendi stratejik öncelikleri açısından yeni bir değerlendirmede bulunarak Türkiye ile ilişkileri normalleştirme kararı alabilir. Böylesi bir durumda Başkan Biden’a, Trump döneminde olduğu gibi siyasi ve bürokratik bir direnç oluşmayabilir.
Dolayısıyla mevcut tablo içerisinde, Türkiye’nin yeni Washington yönetiminden kaygı duymasına neden olabilecek donelerin varlığı net şekilde görülüyor. Fakat bu durum Ankara açısından çok boyutlu ve sabırlı çabalar ile yönetilebilir bir risktir.