Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 11 Kasım 2020’de ekonomi, hukuk ve yargı alanında yeni bir reform dönemini başlatacaklarını açıklamıştı. Aradan geçen dört aya yakın zamanda bu konularda önemli mesafeler katedildiği, insan hakları eylem planının sonuna gelindiği ve plan açıklandıktan sonra hızlı bir şekilde yasal ve idari düzenlemelerin gündeme geleceği duyuruldu. İnsan hakları eylem planı merakla beklenirken, Cumhurbaşkanı sürpriz bir şekilde yeni anayasa önerisini tartışmaya açtı. Sonraki haftalarda yeni anayasa konusundaki talebini devam ettirerek, “Cumhuriyetimizin 100. yılını yeni sivil bir anayasa ile karşılayalım. Biz, Cumhur İttifakı olarak çalışmalara en yapıcı katkıyı sunmakta kararlıyız. Nihai karar elbette milletimizin olacaktır… Anayasalar doğaları gereği toplumun kahir ekseriyetinin desteğini almak zorundadır. Biz toplumun her kesiminin yeni anayasa çalışmalarında olmalarını sağlayacağız.” diyen Erdoğan anayasaların toplum sözleşmesi niteliğine atıf yaparak siyasi partilerin ve tüm kesimlerin kendi anayasa önerilerini hazırlamasını ve geniş kapsamlı bir tartışma ile ortak bir anayasa oluşturulmasını önerdi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, insan hakları eylem planı ve yargı reformu kapsamında yapılan çalışmaların eksik kaldığını kalıcı bir reform için yeni anayasanın şart olduğunu da vurguladı. Bu açıklamalar, AK Parti’nin yeni anayasada ısrarcı olacağını ve en geniş katılımla devam etmek için her türlü çabayı harcayacağını gösteriyor.
Türkiye’nin Yeni Anayasa İhtiyacı
Yeni anayasa konusunun gündeme gelmesiyle sorulan ilk soru, yapılan onca değişikliğe ve özellikle 2017’deki kapsamlı hükümet sistemi değişimine rağmen neden hala yeni anayasa talebinin olduğudur. Gerçekten de 1982 Anayasası 19 defa değiştirildi ve neredeyse maddelerinin üçte ikisi bu değişimlerden etkilenmiş durumda. Ancak bütün bu değişimlere rağmen hala yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu tüm toplumun ortak görüşü.
Bunun birinci sebebi, 1982 Anayasasının üzerinde hala 12 Eylül darbesinin otoriter ve anti-demokratik gölgesinin bulunmasıdır. Anayasa değişiklikleri ile bu etkiden kurtulmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye 12 Eylül darbesi ile yüzleşmiş, 2010 Anayasa değişikliği ile darbecilerin yargılanmasının önünü açmış ve hayatta olan darbecileri de yargılayıp mahkum etmişti. Ama ülke olarak hala mahkum ettiğimiz o darbecilerin hazırladığı Anayasa ile yönetiliyoruz. Bu utancın aşılması bütün bir siyaset kurumunun vazifesidir.
İkinci bir sebep de bu kadar değişiklik sonrası Anayasanın sistematiğinin bozulması ve çok sayıda birbiri ile uyumsuz hükmün ortaya çıkmasıdır. 1982 Anayasasında 177 madde olmakla birlikte yürürlükte olan madde sayısı 154’tür. Yani 23 maddesi yürürlükten kaldırılmış ama hala madde numarası olarak Anayasada yer almaktadır. Ayrıca Anayasada çok sayıda çelişkili, eksik veya yasalarla uyumsuz ifade yer almaktadır. Örneğin, yönetim sistemimizde müsteşar bulunmamakta ama Anayasa müsteşara atıf yapmaktadır. Anayasa, Ceza Kanunundan çıkarılmış olan “kamu hizmetinden yasaklılık” kurumuna veya artık niteliği değiştirilerek kanunda “ilköğretim” adını alan “ilkokula” değinmektedir. Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunu düzenleyen maddelerde göreviyle ilgili olan ve olmayan suçlar bakımından Yüce Divan’ın yetkisi konusunda çelişkili hükümler vardır. Daha da çoğaltılabilecek bu örnekler anayasa değişikliğine değil baştan yeni bir anayasa hazırlanması gereğine işaret etmektedir.
Yeni anayasayı gerektiren üçüncü bir sebep ise Anayasada hala yenilenmesi ve değiştirilmesi gereken maddeler olmasıdır. Çünkü hiç değişmemiş ve 12 Eylül’ün ideolojik izlerini taşıyan maddeler olduğu gibi, bazı değişiklikler ancak vesayetçi sistemin sınırları dahilinde yapılabilmiştir. Bu maddeler gözden geçirilmelidir.
Dördüncü ve sonuncu bir sebep ise, Türkiye’nin artık demokratik ve katılımcı bir usulle yeni baştan bir sivil anayasa yapması gereğidir. Önceki Anayasalarımız savaş ya da darbe gibi olağanüstü durumlarda, herhangi bir toplumsal tartışma, toplumun katılımı ve müzakere olmaksızın devlet katında hazırlanmıştı. Özellikle 1961 ve 1982 Anayasaları darbe yapan askerler ve onlara eşlik eden bürokrasi tarafından kendi öncelikleri doğrultusunda kabul edilmişti. Oysa ki, bir anayasanın meşruluğunu, demokratikliğini ve toplum tarafından benimsenmesini sağlayan husus sadece içeriğinin özgürlükçü ve demokratik olması değil hazırlanma yönteminin de demokratik olmasıdır. Bu açıdan sivil anayasa talebi anayasanın hem muhtevasına hem de yöntemine ilişkin bir taleptir.
Yeni Anayasa Girişimlerine Vesayet Engeli
1982 Anayasası yerine yeni baştan bir anayasa hazırlama girişimi daha önceden üç defa başlatılmış ancak bu girişimler hep vesayet sisteminin engelleri ile karşılaşmıştı. İlk girişim 1993’te olmuş ve TBMM’de temsil edilen tüm partiler yeni anayasa önerileri hazırlayarak Meclis Başkanlığı’na sunmuştu. Bu öneriler hala Meclis arşivinde bulunuyor. Ancak bu girişim sonucunda 1995’te yapılan anayasa değişikliği dışında bir sonuç çıkmamış, sonrasında 28 Şubat süreci yaşanmış ve yeni anayasa gündemi tamamen sonlanmıştı.
İkinci bir girişim olarak, 2007’de AK Parti’nin talebiyle Ergun Özbudun başkanlığında oluşturulan bilim kurulunun hazırladığı anayasa tasarısına değinilebilir. Ancak hatırlanacak olursa, bu girişim muhalefetten hiçbir destek almadığı gibi kısa süre sonra vesayet sisteminin aktörleri harekete geçmiş başörtüsü yasağını kaldıran Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali ve AK Parti kapatma davası gündeme gelmiş, siyasette gerilim had safhaya ulaşmıştı. Böylece bu girişim de sonuçsuz kalmıştı.
Üçüncü ve en ciddi girişim olarak ise, 2011 Milletvekili Genel Seçimleri sonrasında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu tecrübesi ele alınabilir. TBMM’ye giren siyasi partiler yeni anayasanın yapım yöntemi konusunda anlaşmış, önce toplumsal talepler toplanmış ve sonrasında Komisyon anayasa yazımına başlamıştı. Komisyon anlaşamadığı konuları sona bırakarak ilerlemiş, hüküm olarak Anayasanın yarısından fazlasına tekabül eden 59 madde üzerinde uzlaşmıştı. Ancak hükümet sistemi konusunda anlaşamayan Komisyon verilen ek sürelere rağmen sonuca ulaşamamış ve dağılmıştı.
Komisyonun kuruluş ve çalışma ilkelerinden kaynaklanan bir takım başarısızlık sebepleri vardı. Toplumsal temsile ve milletvekili sayısına bakılmaksızın tüm partilerin eşit üye vermesi, oy birliği ile karar alınması ve bir partinin Komisyondan çekilmesinin, Komisyonun dağılmasına sebep olması gibi. Ancak Komisyonda elde edilen birikimin değerlendirilememesinin ve sürecin sonradan tekrar canlandırılamamasının sebebi gene siyasal koşullarla ilgiliydi. 2013’te başlayan Gezi olayları, 17/25 Aralık kumpas girişimi, PKK’nın çözüm sürecini sabote edip saldırılara başlaması, Hendek olayları ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi yeni anayasanın tamamen siyasetin gündemi dışında kalmasına sebep olmuştu.
Anayasa Yapımında Yöntem Arayışı
Vesayet sistemi yeni anayasa girişimlerini bu şekilde baltaladığı gibi yapılan anayasa değişiklikleri de genellikle vesayetin sınırları içerisinde yapılabilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kasım 2020’de başlattığı yeni reform süreci tekrardan yeni anayasanın tartışılması için bir kapı araladı. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı tarafından tüm toplum kesimlerini ve siyasi partileri anayasa yapımına katılmaya çağıran açıklamalar, bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceği konusunda birtakım fikirler veriyor. Anayasa yapımında halktan başlanacağı ve tekrardan halka gidileceği görülüyor. Anayasa yapım literatüründe bu yöntem kum saati metaforuyla açıklanmaktadır. Kum saatinin geniş olan yukarı kısmı halkı temsil ediyor ve oradan gelen talepler ortadaki ince olan kısımda yani Meclis’te metne dönüşüyor. Sonrasında tekrardan kum saatinin alttaki geniş kısmına yani halka gidiliyor. Buna göre, öncelikle tüm toplumsal talepler bireysel olarak veya kurumlar aracılığıyla toplanacak ve Mecliste en geniş katılımla anayasa yazım sürecine geçilecek.
Bu noktada önceki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun birikiminden faydalanmak, süreci kolaylaştıracaktır. Komisyon katılım, veri toplama ve değerlendirme aşaması olarak açıkladığı birinci aşamada altı aylık bir süre boyunca talepleri topladı. 4 Mayıs 2012’ye kadar, üç ayrı alt komisyonda, 42 siyasi partiyi, 39 meslek örgütü ve sendikayı, 79 dernek, vakıf ve platformdan oluşan sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteler ile çeşitli kurumları dinledi. Aynı dönem içerisinde, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na, TBMM Yeni Anayasa web sitesi, e-posta gibi iletişim kanallarıyla da 64 bin kişi görüş bildirdi. Bu görüşlerin 440’ı sivil toplum kuruluşlarından geldi. Sonrasında komisyon bu önerileri konularına göre tasnif etti ve yazım çalışmalarında değerlendirdi. TBMM arşivinde bulunan bu büyük müktesebat kullanılmalı ancak mutlaka kısa bir süre de olsa anayasa konusunda yeni öneriler dinlenmelidir.
Bundan sonra siyasi partiler kendi anayasa önerilerini hazırlamalı ve müzakere sürecine katılmalıdır. Bu aşamada önceki Uzlaşma Komisyonunun üzerinde anlaştığı maddeler temel alınabilir. Buradan başlamak süreci kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. Eğer bir Anayasa Komisyonu kurulacaksa partiler toplumsal destekleri oranında temsil edilmeli ve nitelikli bir kabul yeter sayısı belirlenmeli. Karar alabilmek için oy birliği yerine 2/3 gibi bir çoğunluk tercih edilmeli.
Partilerin süreç sonunda anlaşamamaları halinde farklı bir yöntem denenebilir ve halka farklı anayasa önerileri sunulabilir. Siyasi partilerin mevcut ittifaklar dahilindeki önerilerinde ısrar etmeleri halinde halkın önüne alternatif anayasa metinleri ile çıkılabilir. Siyasi partilerin pozisyonları ve beklentileri itibarıyla yeni bir anayasa hazırlamanın zor olduğu bir gerçek. Ancak tüm zorluğuna rağmen anayasa tartışmalarının sağlayacağı zeminin önemi göz önünde bulundurularak süreçte ısrar etmek ve alternatif yöntemler üzerinde kafa yormak gerek.