İkinci Dünya Savaşı sonrası Afrika kıtası başta olmak üzere birçok coğrafyada bağımsızlığını elde eden ülkelerde “kalkınamama” sorunu ortaya çıkmıştır. Oluşan “yeni dünya düzeni”nde, gelişmiş ülkeler ile ekonomik refah farkını kapatmak üzere birçok teori ileri sürülürken, ülkelerin hızlı kalkınma ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kalkınma yardımları da kullanılmaya başlanmıştır. 1950’lerde ilk dönemde kalkınma yardımları alanında, geçmişi kolonyalizm ile eşleşmiş ülkelerin daha aktif rol alması ve zaman zaman yardımların bir siyasi ve iktisadi imtiyaz haline dönüşerek şartlı şekilde yapılması; samimiyet sorgulaması yanında birçok eleştiri ve yardımların etkisini de sorgulanır hale getirmiştir. Özellikle yıllardır salgın, kıtlık ve savaş gibi insani krizlerle boğuşan Afrika kıtası, bu eleştirilerin merkezinde olagelmiştir.
Zira fiziki ve beşeri altyapı kapasitesinin, diğer coğrafyalara nazaran geride kaldığı Afrika’ya, donör ülkeler ve uluslararası kurumlarca yıllarca kaynak sağlamakla birlikte, gerçek manada bir kalkınma ve refaha ulaşılamamıştır. Afrika’nın içinden çıkan Dambisa Moyo gibi kalkınma alanında güçlü sesler, yardımları olgusal değil, etkili olması noktasında eleştirerek karşı duruş göstermiştir. Moyo, son 60 yılda gelişmiş ülkelerden Afrika’ya gelen kalkınma amaçlı yardımların 1 trilyon dolara ulaştığını fakat kıtadaki nüfusun neredeyse yarısının günde 1 doların altında gelirle yaşadığını ifade ederek, kalkınma yardımlarında ana akım uygulamaların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Bilindiği üzere, dünyada ekonomik dinamizm gelişmiş ülkelerden “gelişmekte olan ülkeler”e doğru kaymakta, özellikle gelişmiş ülkelerin yaşlanan nüfusu ve yavaşlayan ekonomisi göz önüne alındığında, ilişkiler ve yaklaşımlar yeniden tanımlanmaktadır. Ülkelerin ekonomik ve sosyal refahı için uygulanan radikal kalkınma politikalarının sahadaki gerçeklikten kopmuş olduğunu ve uluslararası kurum ve kuruluşların bürokratik müesseseler olarak varlıklarını devam ettirir hale geldiklerini gözlemliyoruz. Cumhurbaşkanımızın her platformda “Dünya beşten büyüktür” sözleriyle vurguladığı üzere, yeni bir uluslararası sistem oluşmaya başlamıştır. Bu süreçte dünyanın dikkatinin Afrika’ya kayıyor olduğunu söylemek yanlış olmaz. Afrika’da halihazırda 1,3 milyar insan yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler’in hesaplamalarına göre, 2050’ye kadar kıtanın nüfusunun en az iki kat artacağı tahmin edilmektedir. Şehirleşmenin ve ekonomik büyümenin de hızlı artması beklenmektedir. Bu anlamda 2025’e kadar kıtanın 5 trilyon dolarlık bir ekonomik boyuta ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Türkiye, Afrika’nın Yol Arkadaşıdır
Kıtanın potansiyelinin farkında olan ülkemizin Afrika politikasını; “birlikte kazanmak, birlikte kalkınmak ve birlikte yol yürümek” şeklinde özetlemek mümkündür. Tek taraflı çıkar odaklı politikalar izleyen geleneksel donörlerin aksine Türkiye, Afrika’ya yönelik eşit ortaklık ilkesine dayalı bir vizyon geliştirerek, bütün tarafların fayda sağlayacağı bir “kazan(dır)-kazan” stratejisi uygulamakta, Afrika'nın sorunlarına Afrikalı çözümler üretmeyi teşvik etmektedir. Kıta ülkelerinin kalkınmasına katkı sağlanması ve kaynaklarının kendi yararına kullanılması amacıyla Türkiye’nin Afrika politikası, uzun vadeli, karşılıklı gelişimi önceleyen ve ortak gelecek inşa etmeyi hedefleyen yapıya sahiptir.
Bu prensiplerden hareketle, ülkemiz ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin her geçen gün geliştiğini görmekteyiz. 1998’de oluşturulan “Afrika Eylem Planı”, 2005’te “Afrika Yılı” ilan edilmesi ve 2008’de düzenlenen “Türkiye-Afrika Ortaklığı Zirvesi”, Türkiye-Afrika ilişkileri açısından dönüm noktaları olmuştur. Ülkemiz, 2008'de Afrika Birliği zirvesinde kıtanın stratejik ortağı ilan edilmiştir. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın, 2011’de Somali’ye yapmış olduğu ziyaret ve akabinde ülkenin kalkınması için atılan adımlar, kıta tarihinde yeni bir yaklaşımdır. Türkiye’nin, Afrika’yı sadece bir pazar olarak gören anlayışın ötesine geçerek, istikrarı ve kalkınma stratejilerini önceleyen vizyonu, kıtayı genellemeci bir bakış açısıyla değerlendiren klasik yaklaşım için de bir paradigma değişimine yol açmıştır.
Afrika’da Yeni Bir Kalkınma İş Birliği Anlayışı Mümkün
Ülkemizin girişimci ve insani dış politika anlayışıyla uyumlu olarak TİKA, 60 ülkede 62 ofisi ile dünyanın dört bir tarafında; eğitim ve sağlık altyapılarına, üretim sektörlerinden kültürel mirasın korunmasına kadar çeşitli alanlarda, yılda 2 bine yakın proje ve faaliyet gerçekleştirerek sürdürülebilir kalkınmanın, tüm coğrafyalara yayılmasını amaçlamaktadır. Stratejik ortaklık gereği kalkınma iş birliği alanında da TİKA’nın Afrika’daki faaliyetleri giderek artmaktadır. Afrika’daki ilk ofisini 2005’te Etiyopya’da açan TİKA, 15 yıl gibi kısa bir sürede ofis sayısını 22’ye yükselterek 54 Afrika ülkesinde faaliyet gösterir hale gelmiştir. Cumhurbaşkanımızın vurguladığı üzere Afrika’nın, dayatılan gündemlerin parçası olmasından ziyade kendi hikayesini ortaya koymasını temin için TİKA, önceliği insana veren, ihtiyaç odaklı ve çok yönlü kalkınma yaklaşımı izlemektedir. Bu amaçla, sosyal ve beşeri kaynakların geliştirilmesi, idari mekanizmalarının ve kurumsal altyapıların güçlendirilmesi için pek çok alanda projeler hayata geçirmektedir.
Meslek edindirme merkezlerinden, tarımsal kalkınma projelerine, hastane/okul inşasından, kadın girişimciliği desteklemeye kadar ihtiyaçlara göre şekillenen projelerle TİKA, kıtanın farkındalığını artırmayı ve kıta insanı ile doğrudan temas kurmayı amaçlamaktadır. Yine, bölgedeki ülkelerin hassasiyetlerini dikkate alarak, toplumun her kesimine fayda sağlayan, ülkelerin tarihi geçmişini ve kültürel özgünlüğünü destekleyen projeler hayata geçirmektedir.
TİKA’nın Öncelikleri: Sağlık Sektörü ve Kültürel Miras
TİKA’nın Afrika’daki faaliyetlerinde sağlık sektörü önceliğini korumaktadır. Bu açıdan Libya Fizyoterapi Hastanesi, Somali Recep Tayyip Erdoğan Hastanesi, Nijer-Türkiye Dostluk Hastanesi’nin inşası gibi projeler, sağlık sektörünü güçlendirme yanında, Türkiye ile dostluk ilişkilerini artıran faaliyetler olarak ön plana çıkmaktadır. Ayrıca ülkelerde ihtiyaç duyulan meslek dallarındaki iş gücünü artırmak amacıyla birçok eğitim programı uygulanmaktadır. Doğal hayatın korunması ve eko-turizmin güvenli yollarla desteklenmesi amacıyla kapasite geliştirme programları hayata geçirilmektedir.
Afrika ile Türkiye’yi yakınlaştıran ortak kültürel mirasın korunması çalışmalarına da TİKA’nın büyük önem verdiğini belirtmeliyiz. Cumhurbaşkanımızın talimatları ile Cezayir’de bağımsızlık sembolü olan Keçiova Camisi’nin restorasyonu, Etiyopya’da Habeş Kralı Necaşi ve 15 Sahabe türbesinin restorasyonu, Sudan’da Sevakin Adası Osmanlı Dönemi Eserleri’nin restorasyonu, tamamlanan bazı örnek projelerdir.
Tüm ülkelerin içine kapandığı Covid-19 sürecinde de ülkemiz, TİKA aracılığıyla 30’un üzerinde Afrika ülkesinde 50’ye yakın pandemiyle mücadele projesi hayata geçirmiştir. Ülkelere tıbbi malzemeler temin edilmiş, hijyen üniteleri ve maske üretim merkezleri kurulmuş, gıda paketleri dağıtılmıştır.
Ülkemizin Afrika’ya yönelik kalkınma yardımları, uluslararası standartlarda OECD istatistiklerine de yansımaktadır. OECD verilerine göre Türkiye kamu kurumları tarafından 2005-2019 arasında Afrika’ya yapılan iki taraflı resmi kalkınma yardımları toplam 2,21 milyar ABD Doları’dır. Bilindiği gibi 47 en az gelişmiş ülkenin (EAGÜ) 35’i Afrika’da bulunmaktadır. 2005-2019 arasında Türkiye'nin Afrika’daki EAGÜ'lere yaptığı toplam kalkınma yardımı ise 1,58 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir.
Ülkemizin TİKA aracılığıyla insanı merkeze alan, sonuç odaklı, istikrara ve kalkınmaya katkı sunan ve iş birliğini teşvik eden proje ve faaliyetleri, Afrika halkı nezdinde olumlu bir imaj bırakmış ve Türkiye’yi diğer donörlerden pozitif anlamda ayırarak “Türk Tipi Kalkınma İşbirliği Modeli”nin oluşmasına öncü olmuştur. Bu model, “yardım veren-yardım alan” hiyerarşik ilişkisinin aksine, iş birliğine dayalı ve ülkelerin ihtiyaçlarının, yine ülkelerin kendilerinin geliştirebileceği metotlarla çözülmesini önceleyen insan odaklı bir yaklaşımdır.
Ülkemiz bu modeli uygularken kuşkusuz, en önemli sacayağını güçlü siyasi irade ile aktif insani dış politika oluşturmaktadır. Afrika tarihinde en fazla resmi ziyaret gerçekleştiren devlet adamı olan Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle ülkemiz “Afrika'da kapısı çalınmadık dost, yarası sarılmadık gönül, iş birliği yapılmadık ülke bırakmadan”, sadece TİKA ile değil, ilgili tüm kurum ve kuruluşları ile beraber, kıtanın beşeri ve kurumsal altyapılarının güçlendirilmesini öncelemektedir.
Daha kat edilecek mesafe olmakla birlikte kıta ile ilişkilerde yüz yıllık parantezin kalkmış olması; yakın geleceği hem ülkemiz hem de Afrika için daha parlak hale getirecektir. Zira geçmişinde kolonyalizm izi taşımayan Türkiye’nin Afrika ile iş birliği, asırlarca “karanlık kıta” tabiriyle imajı zedelenen ülkelere yaklaşımı değiştirmekte, alışılagelmiş kalıplar dışında kalkınma alanında yeni imkanları, yöntemleri ve fırsatları sunmaktadır.