Türkiye’nin 20 Ocak’ta Afrin’deki PKK/YPG varlığına yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekatı (ZDH) Suriye krizindeki yerel, bölgesel ve uluslararası dinamiklerin nasıl iç içe geçtiğini bir kez daha göstermiş oldu. Hem Suriye içi “revizyonist aktörler” hem de gelinen nokta itibarıyla kazançlarını korumaya, maksimize etmeye ya da minimum hasarla bu işten sıyrılmaya çalışan bölgesel aktörler Ankara’nın yeni dönemde benimsediği “ileride olma/erken davranma” stratejisinden rahatsızlıklarını açık bir şekilde dile getirdiler. Aslında dile getirmekle de kalmayarak Türkiye’nin Afrin’de kazandığı askeri derinliğin önüne geçecek pratik hamleleri de devreye soktular. Geçtiğimiz ayın sonuna doğru Esed’e bağlı İran destekli Şii milislerinin PKK/YPG ile birlikte Türkiye’ye karşı savaşmak için Afrin’e doğru yönelmeleri bu hamlenin en çarpıcı göstergelerinden biriydi. Öte yandan Rusya ve ABD cephelerinin farklı nedenlerle de olsa Afrin operasyonu ile birlikte hareketlendiğine şahit olduk.
Moskova Ankara’nın ileride olma stratejisine temkinli baksa da bunun ABD’de oluşturacağı hassasiyetin Ankara-Washington hattını ısındıracağını ve dolayısıyla Türkiye’yi daha fazla Rusya’ya yaklaştıracağı hesap ettiği için şimdilik Türkiye’ye yönelik tavrını değiştirmemiş durumda. Washington ise Moskova’nın elini güçlendirmek istemediği gibi Ankara’nın bekasını tehdit eden güvenlik risklerine ilgisiz kalırsa, bunun Türk-Amerikan ilişkilerini konjonktürel bir krizden daha derin bir krize sokacağının farkında. Dolayısıyla son dönemdeki diplomatik trafik ABD’li politika yapıcıların Türkiye’nin Suriye’deki iddialı tutumu hakkında daha fazla “endişeli” hale geldiğini ve iki NATO ortağı arasındaki ayrımı derinleştirmek yerine yeni bir uzlaşı zemini inşa etmek istediğini gösterdi.
Türkiye’nin bir süredir uyguladığı tehdidi erkenden ve anavatana ulaşmadan önce bertaraf etme şeklinde özetlenebilecek “ileride olma” stratejisinin ülkenin ulusal güvenliği için olumlu manada sonuç ürettiği oldukça açık. Bugün için karşımızdaki tablo oldukça net aslında. Buna göre Fırat Kalkanı Harekatı ve Türkiye’nin İdlib’de oluşturmaya devam ettiği gözlem noktaları da dikkate alındığında Afrin’e yönelik ZDH ile birlikte Ankara’nın Suriye sahasında Fırat’ın kuzeybatısını kapsayacak şekilde askeri ve politik bir derinlik elde edeceği ve bunu yakın bir gelecekte elinden bırakmayacağı anlaşılıyor. Eğer bu geniş coğrafi alana, ABD ile varılacak bir mutabakatla Menbiç’in de eklenmesi durumunda Türkiye’nin önümüzdeki döneme dair “oyun planı”nda sahip olduğu hedeflere ulaşması daha kolay mümkün olabilir.
Türkiye’nin Oyun Planı
Türkiye’nin Afrin operasyonu 15 Temmuz sonrası daha net bir şekil alan yeni ulusal güvenlik stratejisinin bir devamı niteliğinde. Bu stratejiye göre Türkiye Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan güvenlik boşluğundan kaynaklanan tehditleri ancak askeri araçların etkin bir şekilde devreye sokulmasıyla sınırlandırabilir. Buna göre strateji askeri gücün yedekte tutulmasını değil sahada ve sınırın ötesinde kullanılması şeklinde hayata geçirilmelidir.
Suriye sahası başta olmak üzere Irak’ın da içine dahil edildiği coğrafi alan dikkate alındığında askeri gücün sürekli önde tutulması stratejisi, bölgedeki siyasi ve jeopolitik gerçeklikler düşünüldüğünde önümüzdeki dönemde Ankara’nın hedefleri şu şekildedir:
- Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırı boyunca PKK’nın varlığını minimize ederek alan kontrolü sağladığı bölgelerden çekilmesini sağlamak ve askeri kapasitesini minimize etmek
- Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde diplomatik zemini güçlendirmek
- Rusya ve İran ile Astana ve Soçi zirveleriyle varılan diplomatik uzlaşıyı pekiştirmek
- ABD’nin, PKK/YPG ile olan siyasi ve askeri ilişkisini zayıflatarak Türk-Amerikan ilişkilerini çatışmacı eksenden iş birliği eksenine taşımak
Söz konusu hedeflere eş zamanlı bir şekilde ulaşması için Türkiye’nin önünde aşılması gereken önemli sınamalar mevcut. Dikkat edilirse Ankara’nın güvenlik stratejisinin önemli ölçüde PKK tehdidinin minimize edilmesine odaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak stratejinin bel kemiğini oluşturan askeri gücün etkin ve aktif bir şekilde kullanılması tek başına yeterli olmayacaktır. Buna ek olarak bölgesel ve uluslararası denklemin oluşturduğu karmaşık ilişkiler ağının da hassas bir şekilde yönetilmesi gerekiyor.
İlk olarak PKK’nın sınır ötesinde Türkiye’ye yönelik oluşturduğu güvenlik tehdidinin caydırılmasında askeri kuvvet kullanma yöntemlerinin Rusya ve ABD’nin birbiriyle tezat gibi görünen hesapları arasında yürütülmesi gerekiyor. Bu bağlamda PKK/ YPG meselesinin önemli bir kısmı Türkiye ABD ile, geriye kalan kısmı ise Türkiye-Rusya denklemiyle ilgilidir. Ancak Rusya ile PKK/YPG ve Suriye bağlamında her türlü kazanımının Türkiye-ABD denklemini etkilediğini, bu bakımdan bu hedefin sıklet merkezini oluşturan asıl dinamiğin Türkiye-Rusya ilişkileri olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için diplomatik zeminin sağlamlaştırılması ve Türkiye Rusya-İran arasındaki uzlaşının sorunsuz bir şekilde ilerlemesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Ankara’nın Moskova rejim-Tahran karşısında yalnız kalmaması için Washington’ın bu sürece dahil edilmesi söz konusu zeminin hem güçlenmesini hem de Türkiye’nin arzu ettiği bir noktaya gelmesini sağlayabilir. Burada İran başta olmak üzere İsrail gibi bölgesel oyuncuların diplomatik süreci zayıflatmak konusunda girişimlerde bulunma ihtimalinin olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim İran’ın milis güçleri ve Suriye rejimine ait silahlı unsurları devreye sokarak Rusya’nın istekli olmamasına rağmen Afrin için PKK/YPG ile rejim arasında arabulucu rolü oynaması Tahran’ın Türkiye’ye bakışını açık şekilde göstermektedir. Daha doğrusu İran’ın Türkiye’nin yukarıda zikredilen hedeflere ulaşmasında “en güvenilmez” aktörlerin başında geldiğini söyleyebiliriz.
Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması elbette sadece Türkiye-PKK/YPG denkleminden ibaret değil. Diğer bir ifadeyle Türkiye Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile PKK/ YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde bütünsel bir toprak parçasını kontrol etmesinin önüne geçmiş olabilir ancak gerek Fırat’ın doğusu gerekse Suriye’nin geri kalanına ilişkin diplomatik sürecin ve yeni anayasa yapımının nasıl bir Suriye ortaya çıkaracağını şimdiden kestirmek mümkün değil. Bu bize Suriye meselesinin sadece rejim ile muhalifler arasındaki denklemden ibaret olmadığını bir kez daha hatırlatması bakımından son derece önemli.
Türkiye’nin oyun planının hedefinde yer alan Moskova ile Ankara arasındaki diplomatik yakınlaşmayı pekiştirmek ise göreceli olarak daha kolay. Rusya için Türkiye-ABD arasındaki makasın daha fazla açılması arzu edilen bir tablo. Ancak Rusya’nın Suriye krizinin çözümü konusunda Türkiye’ye ihtiyacı bulunduğunu ve bunun Afrin operasyonuna yeşil ışık yakmasındaki asıl itici motivasyonlardan biri olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin sahada olmasının ABD ile YPG/PKK arasındaki ilişkiyi zora soktuğunu, Washington’ın böylece daha dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu Moskova da biliyor. Öte yandan İran’ın sınırsız bir saha üstünlüğünün ve Suriye rejimi üzerinde önemli bir nüfuzunun olmasını da Moskova, Türkiye aracılığıyla dengelemenin bazı durumlarda işe yaradığını düşünüyor. Suriye dışında Türkiye-NATO ve Türkiye-Avrupa ilişkilerindeki tansiyon Rusya’nın Türkiye üzerinde yatırımını daha da kıymetli hale getiriyor. Dolayısıyla Ankara’nın Moskova ile ilişkilerini pekiştirmesi önümüzdeki dönemde şekillenecek güvenlik siyasetinin önemli sütunlarından biri haline dönüşmüş durumda. Ancak en kritik unsurlardan biri bu pekişme sürecinin asimetrik olmaması.
Türkiye-ABD İlişkileri
ABD’nin PKK/YPG ile olan taktiksel ilişkisinin zayıflatılarak Türkiye-ABD ilişkilerini çatışmacı eksenden iş birliği eksenine taşıma hedefi ise Suriye’de iyice karmaşık bir hal alan bölgesel ve uluslararası ilişkiler ağının kristalize olduğu bir alana dönüşmüş durumda. PKK’yı Türkiye-ABD arasında bir sorun olmaktan çıkarmak için alan kontrolünün sadece Fırat’ın batısında değil doğusunda da azaltılması, silah kapasitesinin minimize edilmesi ve ABD ile kurduğu ortaklığın sona ermesi gerekiyor. PKK’nın Fırat’ın batısında Türkiye karşısında tutunabilmesi özellikle ZDH ile birlikte pek mümkün gözükmemekle birlikte İran ve Suriye rejiminin sahadaki hamleleri Türkiye’nin Afrin’in bütününü kontrol altına almasını zorlaştırabilir.
Ancak Türkiye’nin geriye kalan iki hedefini gerçekleştirmesi için ABD ile “uzlaşması” ve bir “orta yol” bulması gerekiyor. Askeri müdahale yoluyla PKK/YPG’nin etkinliğini Fırat’ın doğusunda minimize etmek seçenekler arasında yer alıyor. Ancak bu seçeneğin ABD ile belirli bir uzlaşıya varmadan hayata geçirilmesi Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizi daha da derinleştirebilir. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Ankara ziyareti sonrasında Menbiç konusunda bir ortak çözümün bulunabileceğine dair beklentiler iki taraf için de artmış durumda. Eğer ABD Menbiç’i Türkiye destekli ÖSO’ya teslim ederse Ankara’nın Fırat’ın doğusuyla ilgili hedefleri askeri seçeneklerin dışında yeniden düzenlenebilir. Elbette bu Ankara’nın PKK’ya Fırat’ın doğusunda razı olacağı anlamına gelmiyor.
Seçenekler arasında ise ana omurgasını YPG/ PKK’nın oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) Araplardan ve PKK’ya muzahir olmayan Kürtlerden oluşan yeni güçleri takviye ederek terör örgütünün varlığının seyreltilmesi ve DEAŞ ile mücadelenin askeri ayağının tamamen bitmesinden sonra YPG’ye verilen ağır silahların geri toplanması yer alıyor. Ancak bu seçeneklerin hayata geçirilmesi için henüz somut bir adım atılmış değil. Öte yandan eğer Washington yönetimi gerçekten DEAŞ sonrası Tahran’ı sınırlandırmak için Suriye’de kendine “yerel bir güç” arayışında ise bu stratejinin YPG’nin varlığı üzerine bina edilmesinin birçok başka sorunu ortaya çıkaracağını da görmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye Suriye’de hem DEAŞ’ın yeniden güçlenmesinin önüne geçilmesi hem de İran’ın nüfuzunun kırılması konusunda hala en önemli aktörlerin başında geliyor
Türkiye’nin söz konusu karmaşık tablo karşısında geri adım atmayacağını ve en başta ABD’yi PKK/ YPG’den koparmak için zorlayacağı oldukça açık. Bu noktada Türkiye’nin “askeri aktivizm”ini sürekli bir şekilde sahada tutmak zorunda olduğu hayli açık. Ankara’nın askeri etkinliği ABD’yi Türkiye’nin isteklerini kabul etmeye daha fazla yaklaştırabilir.
İkinci husus ise Rusya ile İran’ın, Türkiye’nin PKK ile Suriye’deki mücadelesinde oyun bozucu bir hamle yapmasının önüne geçilecek bir stratejiyi devreye sokması gerektiği. Burada Rusya olmasa bile İran’ın Suriye konusunda “en sert” Türkiye karşıtı pozisyon aldığını söylemek mümkün. Moskova meseleye daha pragmatik bakarken Tahran meseleyi daha ideolojik ele alıyor. En son Şii milislerin Afrin konusunda gösterdiği performans bunu kanıtlar nitelikte. Bu noktada da askeri aktivizm ve caydırıcılığın İran’ı dengelemek konusunda anahtar rol oynayacağını akılda tutmak gerekiyor.
Sonuç olarak Suriye krizi Türkiye’nin ileride olma stratejisini devreye sokmaya başladığından beri daha çetin bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Bu çetin mücadeleden kazançlı çıkacak olanlar ancak kararlı davrananlardır.