Kriter > Dosya > Dosya / Ukrayna Krizi |

Ukrayna Krizi ve Avrupa Birliği’nde Stratejik Otonomi Arayışı


Uzunca bir süredir NATO üyeleri arasındaki, değerlerinden krizlerin yönetimine pek çok konuda fikir ayrılıklarının neden olduğu İttifak uyumu ile ilgili sorunun, Ukrayna krizi ile yerini NATO içinde uyuma bıraktığını söyleyebiliriz.

Ukrayna Krizi ve Avrupa Birliği nde Stratejik Otonomi Arayışı
(John Thys/AFP-Getty Images)

Avrupa Birliği’nin krizlere ve tehditlere ortak ve hızlı cevap verebilme ve bunu yaparken Rusya, Çin ve ABD gibi küresel güçlerden bağımsız hareket edebilme ihtiyacı, Avrupa değerlerini ve çıkarlarını zorlayan dünyada giderek artıyor. Bunun kısmi nedeni, jeopolitik rekabetin arttığı devletler arası ilişkilerin daha transactional yani işlemsel olduğu dünyada, AB’nin tehdit ve riskler karşısında giderek daha kırılgan hale gelmesi.

Uluslararası ilişkilerde süreçleri şekillendiren bir küresel aktör olmaktan uzaklaşması, AB’nin stratejik otonomi gerekliliğini ortaya koyuyor. Ortaya çıkan tabloda, AB’nin güvenlikten ekonomiye, enerjiden teknolojiye pek çok alanda daha bağımsız ve zorluklara karşı dirençli bir birlik hedefi bulunuyor. Diğer bir deyişle AB’nin küresel oyuncu olabilmesi ve belki de en önemlisi siyasi olarak hayatta kalabilmesinin, Birlik’in kendi kendine hareket edebilmesini sağlayacak stratejik otonomi ile mümkün olacağı, AB tarafından da anlaşılan bir gerçekliktir.

 

AB’nin Savunma Alanında Daha Önceki Otonomi Girişimleri

Stratejik otonomi konusu; artan güvenlik kaygıları, Brexit, AB Dış ve Güvenlik Politikası için küresel stratejinin benimsenmesi gibi gelişmelere paralel olarak 2016’dan itibaren hız kazanmıştı. Stratejik otonomi konusundaki somut adımlar, 2009 tarihli Lizbon Antlaşması’nda yer alan ancak 2017’ye kadar sürüncemede kalan Daimi Yapısal İş Birliği’nin (PESCO) ve Avrupa Savunma Fonunun (EDF) aktive edilmesi ile atılmış oldu.

O dönemde, ABD’nin NATO içindeki yük paylaşımı konusunda yaptığı eleştiriler ve NATO içindeki fikir ayrılıkları, bu süreci hızlandıran etkenler oldu. Brexit ile beraber İngiltere’nin AB’den ayrılması, bu girişimleri engelleyen en önemli etkenlerden birisini ortadan kaldırmış ve Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) aracılığıyla daha federalist bir AB'yi destekleme ihtiyacı aciliyet kazanmıştı. Bu da aslında 1998 tarihli Saint Malo Zirvesi'nde açıklanan Avrupa Savunması Ortak Deklarasyonu’ndan bu yana gelişen OGSP’nın son aşamasına getiren yolu açtı.

AB üye ülkelerinin liderleri, 2007
AB üye ülkelerinin liderleri 2007’de Lizbon’da “Lizbon Anlaşmasını” imzalamak için toplandı. (Eric Feferberg/AFP-Getty Images, 13 Aralık 2007)

 

AB entegrasyon sürecine baktığımızda, kıtada savunma alanında stratejik otonomi arayışı, aslında yeni bir gelişme değil. Avrupa entegrasyon sürecinin tarihinde de benzer girişimler tecrübe edildi. Bu girişimlerden ilki olan Pleven Planı, 1950’de altı Avrupa ülkesi arasında ulus üstü bir Avrupa askeri gücü oluşturmak amacıyla Avrupa Savunma Topluluğu'nu (EDC) kurmak üzere dönemin Fransa Başbakanı Réne Pleven tarafından önerilmişti. Antlaşma 1952'de imzalanmasına rağmen, Fransız Ulusal Meclisi tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe giremedi.

Bir diğer girişim ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) Avrupa’ya yapacağı bir saldırıda, ABD’nin müttefiklerini savunmayacağına yönelik endişelerle, Fransa’nın NATO’dan bağımsız bir savunma gücü oluşturulmasını öngören 1961 tarihli Fouchet Planı idi. Ancak bu plan da, De Gaulle Fransa’sının Avrupa Topluluğu’nun dış politikasını yönlendirme girişimi olarak görülerek diğer üye devletler tarafından kabul edilmemişti.

Fransa ayrıca 1980’lerde de Avrupa’nın güvenlik ve savunma örgütü olarak 1948’de kurulmuş olan Batı Avrupa Birliği’nin (BAB) NATO’ya alternatif biçimde Avrupa’nın savunma gücü olarak yeniden canlandırılmasına dair birtakım girişimlerde de bulundu. Ancak Fransa’nın bu girişimleri 1973’te AT’ye üye olan İngiltere liderliğindeki Atlantikçi kanadın engeline takıldı ve NATO, Avrupa savunmasında öncül rol oynamaya devam etti.

Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle AB Komisyon Başkanı Jacques Delors, Mart 1991’de Londra’da güvenlik ve savunma üzerine yaptığı konuşmasında, yeni AB’nin BAB’ı kapsaması çağrısında bulunması ve ABD’den daha bağımsız bir AB güvenlik ve savunma politikasını savunmasıyla, bu arzu tekrardan canlandı. Ancak zamanın Lüksemburg Başbakanı Jacques Poos’un, dönemi “Avrupa’nın zamanı” ilan etmesine rağmen, AB’nin Yugoslavya’daki iç savaşı engelleyememesi ve sorunun ABD ile NATO’nun sürece dahil olmasıyla çözülebilmesi, Avrupa güvenliğinin sağlanabilmesinde AB’nin tek başına hareket edemediğini ve ABD’ye bağlı olduğunu gösterdi.

Savunma 1990’ların sonunda AB’nin üzerinde durduğu önemli konulardan biri olmaya devam etmiş ve 10-11 Aralık 1999’da gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) oluşturulması kararlaştırılmıştı. Ancak bu konudaki en önemli adım, AB’nin dünyadaki rolünün genişletilmesinin üzerine yapılan yirmi yıllık karmaşık anayasal tartışmaların bir ürünü olan Lizbon Antlaşması (2009) ile atıldı. Bu antlaşma ile OGSP konusunda AB’nin eksikliklerine gidermek ve üye devletler arasındaki savunma iş birliğini güçlendirmek adına hem kurumsal yapısında hem de işleyiş mekanizmasında reformlar gerçekleştirildi.

 

Stratejik Pusula

Değişen dünyada bugün AB, yeni ve artan tehditlere/zorluklara karşı koymak, vatandaşlarını korumak ve daha güçlü bir küresel aktör olmak için stratejik otonomi geliştiriyor. Bu amacı gerçekleştirmek için de AB’nin ne tür bir güvenlik ve savunma aktörü olmak istediğini tanımlaması gerekliliği vurgusu, 2020’de Stratejik Pusula ile gündeme getirildi.

AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell, 15 Kasım 2021’de AB dışişleri ve savunma bakanlarına sunduğu Stratejik Pusula’nın her ne kadar sihirli bir değnek olmadığını söylese de bunun en azından AB’yi bir güvenlik sağlayıcısı yapmak için bir eylem kılavuzu olduğunu ifade etmişti. Stratejik Pusula’nın en dikkat çekici unsurlarından biri, 5 bine kadar hava, kara ve deniz askerinden oluşması planlanan “hızlı konuşlandırma gücü” ve bu askeri gücün yapacağı düzenli tatbikatlar. Bu askeri kabiliyetle, savunma alanında ABD’ye bağımlı olan AB’ye, askeri olarak bağımsız hareket edebilme kabiliyeti yani stratejik otonomi sağlamak hedefleniyor.

Ancak hatırlatmakta fayda var. Tüm bu savunma alanındaki stratejik otonomi hedefinin, AB savunmasının önemli bir parçası olan NATO ile uyumlu olması gerekliliği, ileride Transatlantik ittifak içinde bir çatlak oluşturmaması açısından önemli. Geçmişte NATO müttefikleri arasında benzer bir durum yaşanmış ve 1990’larda hız kazanan AB’nin savunma entegrasyonuna ilişkin çekinceler şu şekilde sıralanmıştı: AB, NATO'dan “ayrışmamalı”, mevcut NATO yapısı “tekrarlanmamalı” ve NATO'nun AB üyesi olmayan üyelerine karşı “ayrımcılık yapmamalı”. Özellikle son çekince Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO üyelerini yakından ilgilendiren ve bir karşıtlık konumlandırması ile problem ortaya çıkarma potansiyeli olan bir konudur.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell
AB’nin savunma ve güvenlik alanında gelişmesi ve karar almasında operasyonel rehber niteliği taşıyacak "Stratejik Pusula" adlı belge onaylandı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in taslağını oluşturduğu belgede, "hızlı intikal kuvveti"nin 5 bin kişiye kadar çıkabilmesi, kara, hava ve deniz birimlerinden oluşması ve düzenli tatbikatlar yapması hedefleniyor. (Tiziana Fabi/AFP-Getty Images, 18 Mart 2021)

 

 

Ukrayna Krizi Sonrası Değişen Avrupa Güvenliği

Uzunca bir süredir NATO üyeleri arasındaki değerlerinden krizlerin yönetimine pek çok konuda fikir ayrılıklarının neden olduğu İttifak uyumu ile ilgili sorunun, Ukrayna krizi ile yerini NATO içinde uyuma bıraktığını söyleyebiliriz. NATO içindeki en önemli anlaşmazlık konularından birisi olan bazı NATO üye devletlerinin savunma konusunda yeterli harcama yapmama konusunun, bu gelişme ile üye devletler tarafından tekrar gözden geçirilerek farklı bir politika benimsemelerine neden olacağına dair sinyaller geliyor. Yıllardır NATO içindeki savunma harcamalarını Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYİH) yüzde 2’sinin altında tutan Almanya’nın 100 milyar avro gibi bir savunma harcama hedefi ortaya koymasını buna örnek gösterebiliriz.

İttifak Uyumu’nda bir başka sorunlu alan olan ve ABD ile AB arasında yeni bir rekabete neden olmasından korkulan Boeing ve Airbus arasındaki rekabetin, savunma sanayiinde özellikle de AB’nin yeni nesil uçağı Future Combat Air Systems (FCAS)’in F-35’e rakip olması konusuydu. Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı öncesinde F-35 almak istemeyen Almanya’nın fikrini değiştirerek F-35 uçağı alma kararı vermesi, bu açıdan değerlendirilmesi gereken bir başka önemli gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Genel olarak Ukrayna krizinin Transatlantik ilişkilerine etkisini değerlendirdiğimizde, NATO müttefikleri arasındaki fikir ayrılıklarının ve ittifak uyumu ile ilgili soru işaretlerinin bu süreçte giderek azaldığını görüyoruz. Rusya-Ukrayna Savaşı ile NATO’nun bel kemiği Washington Antlaşması’nın kolektif savunma maddesi olan 5. maddesinin öneminin sık sık vurgulanması ve tehdit altında olduğunu hisseden doğu kanadı ülkelerine askeri desteğin artırılması, bu konulardaki tartışmalara şimdilik son noktanın konması gibi görünüyor. Bu süreçte bir de tarihinde ilk kez olarak Avrupa Birliği’nin savaşta olan bir ülkeye -Ukrayna’ya- silah ve diğer teçhizatların alınmasını ve teslimatını finanse edeceği bir karara imza attığını görüyoruz.

NATO’nun yeni strateji belgesi, Haziran 2022’de Madrid’de gerçekleştirilecek NATO Liderler Zirvesi’nde kabul edilecek. Bu zirve öncesinde cereyan eden bu gelişmeler, NATO savunma örgütü yelpazesinde olan ülkelere, bu örgütün bir parçası olmanın onlar için önemini hatırlattı. Daha da önemlisi son yıllarda İttifak içindeki anlaşmazlıkların yerini İttifak uyumuna çevirmeyi başaran bir gelişme oldu.

AB liderler zirvesinde, Avrupa Birliği’nin Stratejik Pusulası yani Birlik’in savunma alanında kendi ayakları üstünde durmasını sağlayacak stratejik otonomi konusunda son yıllardaki en somut adımı olarak kabul edilen süreç başlatılacak. Ancak gelinen nokta itibarıyla değişen güvenlik çevresi diğer bir deyişle Ukrayna-Rusya Savaşı, Avrupa güvenliğinin hala NATO ve ABD’ye bağlı olduğunu gösteriyor. Daha önemlisi, AB’nin savunma kapasitesini artırmasının ve NATO ile uyum sağlayacak bir savunma ve güvenlik oyuncusuna dönüşmesinin bir yolunu bulmasının ne kadar önemli olduğunu da hatırlatıyor.

Ayrıca Rusya ve Ukrayna arasında daha önce Normandiya Formatı’nda çatışmanın çözümü maksadıyla önemli rol oynayan bazı AB ülkelerinin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesi ve sonrasında dışarıda bırakılan aktör izlenimi, AB’nin uluslararası ilişkilerde yeniden etkili aktör olma talebini ve bu yöndeki stratejik otonomi isteğini açıklıyor. Diğer yandan AB ülkelerinin hızlı bir şekilde uygulamaya koydukları Rusya yaptırımları, dış politikada beraber hareket edebilme kabiliyetlerini arttırdıklarının bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Ancak unutmamalıyız ki, nasıl Covid-19 salgını AB’nin tedarik zinciri konusunda Çin’e bağımlılığını gösterdiyse, Ukrayna-Rusya Savaşı bazı AB üyesi devletlerin Rusya’ya enerji bağımlılığının bu stratejik otonomi önünde aşılması gereken bir engel olduğunu gösteriyor. Bu bağımlılıklar savunma alanında da otonomisini bir üst düzeye çıkarmaya çalışan ve bağımsız hareket edebilme kapasitesini artırmaya çalışan AB için aşılması gereken bir engel. Tabii bir de AB’nin Türkiye konusundaki stratejik körlüğü bir yana bırakması ve Türkiye’nin tam üye olduğu bir Birlik’in uluslararası ilişkilerde stratejik otonomiye sahip, yeniden uluslararası ilişkileri şekillendiren bir küresel aktör olma hedefine olası katkısını görmesi gerekiyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası