Adım adım bölgesel bir güç konumuna gelen Türkiye’nin baş etmek zorunda olduğu konuların çeşitliliği ve zorluğu, uluslararası arenadaki gücüyle doğru orantılı bir şekilde artıyor. Nisan içerisinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun gazetecilere vermiş olduğu bir bilgilendirme toplantısında ele aldığı konu başlıkları neredeyse yüz kaleme yaklaşmıştı. Eski Türkiye’nin dahil olduğu siyasal süreçler hakkında bir dışişleri brifingi verilmiş olsa idi muhtemeldir ki konuşulacak dış politika başlıkları bir elin parmaklarını geçmezdi.
Hükümetin uluslararası siyaset bağlamında mücadele ettiği sorunlardan herhangi biri, bir ülkenin gündemini tek başına meşgul edecek düzeydedir: Suriye iç savaşı ve bunun sonucu ortaya çıkan sığınmacı sorunu, Doğu Akdeniz meselesi, Türk-Yunan ilişkileri, FETÖ, PKK ve DEAŞ terör örgütleri ile mücadele, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın uluslararası ekonomi ve tedarik zinciri üzerinde oluşturduğu baskı, Libya’nın istikrar sorunu, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkiler, Irak’ın istikrara kavuşması için verilen mücadele, Karabağ meselesi, Kafkasya jeopolitiği, Ermenistan-Azerbaycan gerilimi, Türki devletlerin jeopolitik bir ittifak olarak yeniden şekillenmesi, NATO genişlemesinin Türkiye’ye etkileri, Afganistan’daki yönetim değişikliğinin yeni göç dalgalarını tetikleme ihtimali, Afrika’da Fransa ile mücadele eden birçok devletin tam bağımsızlık mücadelesi ve bu süreçte Türkiye’nin desteğine duydukları ihtiyaç, Yemen iç savaşı ve iki ateş arasında kalmış Yemen halkı, Balkanlarda Bosnalı Sırpların isyan söylemleri, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerle yeniden düzelme eğilimine giren ilişkiler, son zamanlarda Latin Amerika ülkelerinden arka arkaya yapılan Türkiye ziyaretleri ve Latin Amerika açılımı… Bütün bunların yansıra Covid-19 pandemisinin bütün dünyada olduğu gibi Türkiye ekonomisi üzerinde oluşturduğu yakıcı etki gibi daha birçok sorunla bu listeyi uzatmak oldukça mümkün.
Sığınmacılar Gündem İçin Değil Çözüm İçin Konuşulmalı
Yazıda bu başlıklar içinden bir yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu sığınmacı sorununu ele alırken diğer yandan bu vaka analizi üzerinden muhalefet partilerinin ülkenin siyasal gerçekliği ile ilgili hiçbir konuda kayda değer bir politika üretemediklerini de resmetmeye çalışacağım. Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldığı günden bugüne kadar başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere muhalefet partileri, hükümete karşı yönelttikleri birçok eleştiri ile kamuoyunda gündem oluşturdular. Ele alınan konuları bir içerik analizine tabi tutacak olursak dört yıl boyunca yapılan eleştirilerin siyasal bir etki değeri olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira ele alınan konular, ne ülke gerçekliğine muvafık konular idi ne de milletin gerçek gündemi ile ilgiliydi.
Önceki iki seçim süreci tecrübesinden hareketle yaklaşık bir yıldır yazılarımda ve konuşmalarımda bir endişemi sürekli olarak dile getiriyordum: Bugüne kadar ülke meselelerine kalıcı çözümler üretmek gibi bir eğilimleri olmamış muhalefet partileri, seçime altı ay kala sığınmacılar konusunda çoğu yanlış veya eksik bilgelere dayanarak toplumda bir infial havası oluşturacaklar; bu sırada oy kazanma saikiyle Türkiye’nin yürütmekte olduğu hassas siyasal süreçlere ciddi zararlar vereceklerdi. Bu konudaki öngörüm tam olarak tutmadı. Nitekim yeni kurulan bir siyasi parti, bir an önce gündem olmak istediği için sığınmacılar konusunu gündeme taşımayı başardı. Aslında sığınmacı ve göçmen meselesinin seçime altı ay kala değil de bugünden tartışılmaya başlamasının faydaları oldu. Hükümet konuyu sağlıklı bir şekilde kamuoyuna aktarmak için zaman ve fırsat bulmuş oldu.
Şunu bilmemiz lazım ki sığınmacı sorunu zor ve hassas bir konudur. Suriye iç savaşının başladığı günden bugüne kadar hem devletimiz hem de milletimiz çok büyük bir sınav verdi. Ancak onlarca devletin bir arada altından kalkabileceği bir sorunun üstesinden tek başına gelmeyi başardı. Hem Türkiye tarihinden hem de mevcut siyasal konjonktürel gelişmeler ve ülke gerçekliği bakımından konuyu ele alıp derinlemesine bir analize tabi tutalım:
- Bugünkü Türkiye, Avrupa devletlerinin yüz yıl önce yaşamış olduğu bir sürecin henüz başlangıcındadır. Sanayi devrimini gerçekleştirmiş ve geniş sömürge toprakları edinmiş Batılı devletler, sömürgeleştirdikleri ülkelerden yoğun bir göç dalgasıyla karşılaşmışlardı. Yüz yıldır bu göç dalgalarıyla mücadele etmeye devam ediyorlar. İngiltere; Hindistan’dan, Pakistan’dan ve Ortadoğu’dan, Fransa ise Afrika’dan büyük göç dalgalarına muhatap oldu. Bugün Fransa’daki Müslüman nüfusun çokluğu bu tarihsel süreçten kaynaklanmaktadır.
- Osmanlı İmparatorluğu, geniş bir coğrafyada ve bugün her biri ayrı bir devlet olan topraklarda hüküm sürmüştü. Balkanlarda yaklaşık 600 yıl, bazı Afrika ülkelerinde 400 yıl, Ortadoğu’da 400 yıl, Kafkasya’da 300 yıl, Orta Avrupa ülkelerinde 200-300 yıl yönetimde kalmış; bu süre zarfında farklı milletler ve kültürler iç içe geçmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarda yaşayan Müslüman tebaa büyük kayıplar ve zorluklar yaşayarak anavatanın yolunu tutmuşlardı. Osmanlı tarihçisi Kemal Karpat, bugünkü Türkiye’nin milli kimliğinin oluşumunda anavatana olan bu göç dalgaları ile Sultan İkinci Abdülhamid’in İslamcılığının etkisini vurgular. Doksanlarda başlayan Bosna Hersek-Sırbistan Savaşı’nda Boşnakların Türkiye’ye göç etmesi, birçok Türk aydınına garip gelmiştir. Oysa bugün tarih şuuru olan herkes bilir ki İstanbul, Boşnakların ana kucağıdır. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Ukraynalıların sığınmak için Türkiye’yi tercih etmeleri iki ülke arasındaki yalnızca coğrafi değil aynı zamanda tarihsel bir yakınlıktan bağımsız düşünülemez. Bir ülkenin başkentini ve şehirlerini 400 yıl boyunca yönetmişseniz bu kader sizi o ülkeye bağlar. Yaşamsal bir tehditle karşı karşıya kalan birçok milletin üyesi, sığınacakları yer olarak İstanbul’u ve Ankara’yı görür ki bu oldukça doğal bir tarihsel reflekstir.
- Uzun bir süre Türkiye toprakları göçmenlerin Avrupa’ya erişmek için kullandığı bir güzergahtı. Elbette ki bugün bir göçmen Almanya’yı veya İngiltere’yi hedef ülke olarak seçebilir. Fakat şu gerçeği de gözden kaçırmamamız lazım: Tıpkı Batı Avrupa ülkeleri gibi Türkiye de hürriyete, refaha ve ekonomik hayata katılmak için yaşanacak hedef ülke haline gelmiştir. Bu durumla ilk olarak Irak Savaşı ve Suriye iç savaşı gibi iki ağır bölgesel travma sonrası karşılaştığımız için bu değişimi bu aşırı göç baskısından bağımsız okuyamıyoruz. Bugünkü sığınmacıların tamamı ülkelerine geri dönse dahi bundan sonra Türkiye, Batı Avrupa ülkeleri gibi her zaman göç dalgalarıyla baş başa kalacaktır. O halde Avrupa tecrübesini göz önünde bulundurarak yeni göç politikaları geliştirmenin vakti gelmiştir.
- Bugünkü durumda çözüm ne olacak? Muhalefet partilerinin göçmen ve sığınmacı konusuna bakışı çok basit bir ezberden ibarettir: “Suriye’ye barışı getireceğiz!” ve hatta “Ortadoğu’ya barışı getireceğiz!” söylemleri yalnızca güzel bir temenniden ibarettir. Ortadoğu ülkeleri arasındaki çıkar çatışmaları derin ve karmaşık tarihsel süreçlerin sonucu olarak ortaya çıktığından bölgenin istikrara kavuşturulması için küresel ve bölgesel güçler ile uluslararası kurumların iş birliği yapması zorunludur.
Artıları Eksileri İyi Analiz Edilmeli
Türkiye’nin sığınmacı sorununun Türk milleti ve devleti üzerinde meydana getirdiği ağır yükü ve baskıyı teslim etmekle beraber halihazırda var olan süreci serinkanlı bir analize tabi tuttuğumuz zaman meselenin ülke menfaatine olan birçok yönünü de görmüş oluruz.
- Bugün fütüristler, 2050’de dünyanın en büyük ve en güçlü ülkelerini sayarken içerisinde Türkiye olduğu halde daha çok nüfus bakımından kalabalık ülkelere öncelik veriyorlar.
- Avrupa, yaşlı bir nüfusa sahip ülkelerden oluşmaktadır. Refah seviyesi yükselen Türkiye’de yaşlanma emareleri görülmeye başlamışken, ülke nüfusunun genç kalması açısından var olan sığınmacılar bir avantaja dönüşebilir.
- Gelişmiş ülkelerin kendi vatandaşlarını ağır işlerde çalıştırmadığı gözlemlenmektedir. Türkiye’de üniversiteleşme oranı fazla olduğu için Türk gençleri çoğu meslek kaleminde çalışmak istemiyor. Bugün birçok sektörün açığını büyük oranda Türkiye’deki göçmen işçiler karşılıyor. Kayıt dışı çalışma ve insani şartların oluşturulması ise ayrı bir tartışma konusu.
- Türkiye üretim kabiliyeti olan ve mal ihraç eden bir ülkedir. Başta Suriyeli, Yemenli ve Libyalı iş adamları olmak üzere Türk vatandaşı olup ticaret yapan yeni iş adamlarının çoğu ya geldikleri ülkelere ya da Körfez ülkelerine ihracat yapmaktadır.
- Dünyanın birçok ülkesi başka milletlere kendi dilini öğretmek için büyük bütçeler ayırıp enstitüler kurarak dil eğitimi veriyor. Bugün ülkemizde bir milyon genç Türkçe öğreniyor ve yarın bu ülkede eğitim almış ve iyilik görmüş insanlar olarak dünyanın dört bir yanına dağılacaklar. Bundan böyle bu ülkenin milli misyonunu içselleştirmiş olarak yaşayacaklar.
- Suriye’den gelen sığınmacıların büyük çoğunluğu savaş sebebi ile göç etmiş olmakla beraber Türkiye’deki göçmenler arasında ticari ve entelektüel anlamda yüksek sınıflara ait insanlar da bulunmaktadır. Yemen’den gelenlerin büyük çoğunluğu iş insanıdır. Hakeza Irak, Libya, Mısır ve Kuzey Afrika’dan gelip Türkiye’ye göç edenler arasında iş insanları ve entelektüeller bulunmaktadır.
Peki hükümet ne yapmalı? AK Parti hükümetleri, rasyonel iş tutma geleneği olan hükümetlerdir. Bu rasyonel yaklaşım sayesinde AK Parti bugüne kadar iktidarını sürdürebilmiştir. Bugün kamuoyu tarafında öncelikli sorunlar arasında görülen sığınmacı sorununun ön yargılı, ötekileştirici muhalif kışkırtmaların ötesinde bir anlamı vardır. Türk toplumu bu konuda kamu diplomasisi anlamında bir vizyon açıklaması beklemektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı bir milyon Suriyeli sığınmacının gönüllü olarak ülkelerine gönderilecekleri iddiası vatandaş tarafından dikkate alınmıştır. Buna rağmen devlet aklı ile ne kadar sığınmacının ticaret yaptığı, ne kadarının çalışarak geçindiği, ne kadarının yardıma muhtaç olduğunun ortaya koyulup incelenmesi gerekmektedir. Yapılan planlamalar, entegrasyon çalışmaları, Birleşmiş Milletler ile birlikte oluşturulacak geri dönüş çabaları, toplum önüne açık bir şekilde konmalıdır. Güvenlik konusunu, İçişleri Bakanlığı başarı ile yönetmektedir. Ancak Göç İdaresi Başkanlığı’nda entegrasyon, eğitim, uluslararası hukuk vb. daireler oluşturulmalıdır. Müstakil istatistik ve sosyoloji çalışmaları ile süreçler sürekli çalışılıp yeni modeller geliştirilmedir.
AK Parti hükümetleri, bir sorunla karşılaşınca konu ile ilgili bir vizyonu, konsepti, politikası mutlaka oluyor. Ancak enformasyon eksik yapıldığında muhalefet partilerinin yaptıkları dezenformasyondan sonra hükümet için izahat on kat daha güç oluyor.
Savaşlardan, işgallerden, sosyal travmalardan bağımsız olarak bundan sonra Türkiye, daha iyi ve güvenli bir yaşam, daha iyi ticaret, hürriyet ve refah için tercih edilen ülke olacaktır. Politikalar buna göre şekillendirilmelidir.