Yeni yılın ilk meydan okuması olarak şimdiden hafızalarda yer eden Rusya-Ukrayna geriliminin kısa sürede sona ermeyeceği taraflar arasındaki görüşmelerden çıkan sonuçlarla ortada. Batı karşısında elini giderek yükselten Rusya, başta NATO olmak üzere çok sayıda kurumun “prestijini” ve “güvenilirliğini” test ediyor, her geçen gün farklı kartlarını masaya sürüyor. Bunların başında da ana akım medya geliyor. Kremlin, özellikle Ukrayna ve NATO hakkında agresif bir “gerçek dışılık” dayatırken, Batı basını tıpkı liderleri gibi “arayış” içinde.
2021’de Rusya’nın Ukrayna sınır bölgesine yapmaya başladığı askeri yığınak sonrasında yeniden alevlenen Rusya-Ukrayna krizindeki “medya savaşları” aslında 2014’te Ukrayna’da gerçekleşen “Meydan olaylarına” kadar dayanıyor.
Rusya, Ukrayna ve Batı basını bu olaylar sırasında farklı derecelerde de olsa propaganda ve enformasyon savaşıyla suçlandı. Rus kanalları yanıltıcı görüntüler, yanlış betimlemeler ve yalan haberler yayınlamakla suçlandı. İngiliz basını söz konusu yayınları, “izleyici ve/veya okuyucuda nefret ve saldırganlık gibi aşırı duyguları körüklemek için hazırlanmış psikolojik teknikler” kullanmakla suçlarken, bu yayınları, “enformasyonel-psikolojik savaş operasyonu” olarak nitelendirenler de oldu.
2014’teki Ukrayna-Rusya gerilimi sırasında Rus basını krizi sürekli olarak, gösteriler sonucu devrilen Rusya yanlısı dönemin başbakanı Yanukoviç sonrası kurulan hükümet tarafından teşvik edildiğini belirtiyor ve “meydan gösterilerinin” de aşırı-milliyetçi, faşist, neo-Nazi ve antisemitik gruplar tarafından düzenlendiğini yazıyordu. Haberlerin neredeyse tümünde ana tema, “aşırı sağcılık” oldu. “Meydan olayları” Batı tarafından seçilmiş bir hükümeti (Rusya yanlısı Yanukoviç) devirmek için kurgulanan bir “darbe”ydi.
Rusya’da devlet medyasının olaylara yönelik yaptığı tasvirlerin büyük bölümü, Moskova yönetiminin tasvirleriyle neredeyse aynıydı. Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri, Rusya’ya zarar vermek amacıyla Ukrayna’daki olayları yönetmekle suçlanıyordu. Rusya’nın politikalarının eleştirilmesi sürekli olarak “Rusyafobi” ile izah ediliyordu.
2014’te Batı Basını Rusya Basınından Geri Kalmadı
Ukrayna’da 2014’te başlayan gösteriler, “Meydan olayları” ve ardından Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile yaşanan süreçte Batı basını da Rusya basını gibi “psikolojik bir savaş” yürütmekten geri kalmadı.
Batıdaki ana akım medyanın büyük bölümünde Ukrayna derin şekilde “bölünmüş” bir ülke olarak tanımlandı ve “Meydan olayları” yolsuzluklar karşısında demokrasi talebiyle düzenlenen gösteriler şeklinde nitelendirildi. Batı basınındaki haberlerde “aşırı sağcı” guruplardan neredeyse hiç söz edilmedi. Oysa, özellikle silahlı çatışmalarda bu grupların belirleyici olduğu açıkça ortadaydı. Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ise bir “emperyalist” ve “zorba” olarak nitelendiriliyordu. Ünlü İngiliz tarihçi Timothy Garton Ash ise önde gelen bir İngiliz gazetesi için kaleme aldığı yazısında Putin’i, “Sosyal muhafazakarlık söylemini dayatmak, gururlu Rusya’nın Kiev’deki faşistler, genişlemeci bir NATO ve çökmüş bir AB tarafından tehdit edildiğini anlatmak için televizyonu çok iyi kullanıyor” şeklinde tanımlayacaktı.
İlginç bir not ise 2015’e gelindiğinde, İngiltere’nin önde gelen iki yayın kuruluşunun Ukrayna’nın Odessa ve Harkov kentlerini “ayrılıkçılar” ve “Rusya yanlıları” arasında “derin şekilde bölünmüş” olarak tanımlamaya devam etmesiydi. Oysa yapılan kamuoyu yoklamaları, bu iki şehirdeki “ayrılıkçılar” ile “Rusya’ya bağlanma yanlılarının” çok küçük bir azınlığı oluşturduğunu ortaya koyuyordu. Yani “herkes” krizi kendi gündemine göre görmeyi yeğliyordu.
Terminoloji Savaşları
2014’teki Ukrayna krizi sırasında yaşananları tarif etmek için kullanılan terminoloji de Batı ile Rusya basını arasında büyük farklılıklar taşıyordu.
Batı basını Ukrayna’daki Rusya yanlısı silahlı gruplar için “ayrılıkçı” ya da “isyancı” ifadelerini kullanmayı tercih etti. İngiltere merkezli ünlü haber ajansı ise Ukrayna’nın doğusunda yaşananları, “ayrılıkçılar” tarafından düzenlenen “ayaklanma” ya da “isyan” şeklinde nitelendirdi. Aralık 2014’e gelindiğinde İngiltere’nin önde gelen bir yayın kuruluşu ile haber ajansı, Donbas’ta yaşananları “savaş” olarak değil, “kriz” ya da “gerilim” olarak yorumladı.
Nisan 2015’te ise Almanya’nın önde gelen yayın organlarından birinde yayınlanan makalede, basında yer alan, “Ukrayna’da olası bir savaşı önlemek” gibi ifadelerin, “siyasetin yanıltıcı dilinden” başka bir şey olmadığı vurgulandı. Makalede, bu tür ifadelerin haberciliği etkilediği ve gazetecilerin Ukrayna’da gerçekte olanların saklanmasında “suç ortağı” olduğu öne sürülüyordu.
ABD’nin önde gelen gazetelerinden birinde yayınlanan makalede ise “iç savaş” ifadesinin kullanılması eleştiriliyordu. Makaleye göre, Ukrayna’nın doğusunda yaşanan çatışmalar, “Rusya güvenlik güçleri tarafından yürütülen ve Pan-Avrupa dezenformasyon kampanyası ile desteklenen yapay bir çatışmaydı.”
Son Ukrayna Krizinde Dezenformasyon Dengeleri Değişiyor
2014’te Ukrayna’da yaşananlar sırasında Rusya ve Batıdaki ana akım medyadaki haberler, kullanılan terminoloji ve köşe yazılarındaki yorumlar karşılıklı olarak “bir denge” tutturmuşken, yeni yıl ile birlikte dünyanın karşı karşıya olduğu son Ukrayna-Rusya krizinde işler, -en azından şimdilik- farklılaşmış görünüyor.
Genel olarak Batı basınında ve ağırlıklı olarak da ABD ana akım medyasında Ukrayna krizi, son dönemin en kötü uluslararası krizi olarak nitelendiriliyor. Bu krizin müsebbibi olarak Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’nın saldırgan tutumu olduğunda bir uzlaşı var.
Ancak Kremlin yönetiminin, Batıya oranla daha agresif bir medya yönetimi uyguladığına ve bunu Ukrayna ve NATO üzerinde yoğunlaştırdığına ilişkin işaretler de mevcut. Rus basını, tıpkı 2014 krizinde olduğu gibi, aşırı-milliyetçi, faşist, neo-Nazi ve antisemitik gibi kavramları, güncelleyerek yeniden kullanmaya başlamış durumda.
“Ukrayna özel kuvvetleri yanıltıcı operasyonlar planlıyor”, “ABD, bir Doğu Avrupa ülkesine kimyasal silah saldırısı düzenlemeyi planlıyor” ve “NATO, Kış Olimpiyatları sırasında Rusya’ya saldırmaya hazırlanıyor” gibi başlıklar, Moskova ile Batılı ülke başkentleri arasında artan jeopolitik gerilim sırasında Rusya’nın dezenformasyon planlarına hız verdiğinin bir işareti. İşin ilginç yanı bu tür başlıkların, Moskova hükümeti tarafından doğrudan desteklenen Russia Today’in (RT) yanında, yine devlet kontrolünde yurt içine yayın yapan kuruluşlar ve farklı dillerde yayın yapan sahte sosyal medya hesapları tarafından paylaşılması.
Bunun yanında Rusya’da yayın yapan basın organları yaptıkları yayınlarla, Devlet Başkanı Putin’in “Büyük Rusya” söylemi üzerindeki tartışmaları şekillendiren yayınlar yürütüyor. Rus birliklerinin Belarus’a gönderilmesi Rus basınında “yakın bir müttefik ülke ile yapılan olağan bir tatbikat” olarak nitelendiriliyor. Bu arada, sosyal medyada milyonlarca takipçiye sahip olan devlet destekli RT ve Sputnik gibi yayın organlarında, Batılı liderler, pandeminin ekonomiler üzerindeki etkilerine rağmen Ukrayna için kaynaklarını harcamakla eleştiriliyor ve Kiev’in desteklenmesinin ABD ve AB ülkelerinin ulusal çıkarlarını olumsuz etkileyeceğine vurgu yapılıyor.
Yerel Dezenformasyon ile Yabancı Basın Operasyonları Elele
Dezenformasyon konusunda uzman ve şu an Prag merkezli bir istihbarat firması araştırma direktörü olan eski AB yetkilisi Monika Richter, Rusya’nın ülke içinde sürdürdüğü ve NATO’yu “düşman”, Ukrayna’yı ise Washington’dan güvenlik garantileri elde etmek için kullandığı propaganda ile Batı’nın Doğu Avrupa’da savaş istediğini öne süren yabancı basın operasyonları arasında bir bağlantı görüyor.
İşte bu noktada, genellikle yerel dillerde yayınlanan haber kaynaklarında yer alan ve “Ukrayna’da NATO’nun kimyasal silah kullanabileceği ve bundan Rusya’yı suçlayabileceğine ilişkin” haberler, hemen yabancı basında dolaşıma sokuluyor. Bu haberin, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Kremlin ile bağlantılı gösterilen SouthFront isimli bir düşünce kuruluşunun sitesinde yer alması ve daha sonra bunun sosyal medyada yüzlerce kez yayınlanması, bu iddianın en önemli kanıtı gibi görünüyor.
RT ve Sputnik gibi farklı dillerde yayın yapan Rus basın organlarında ise Ukrayna’daki olası krizde Rusya’nın değil, Batının sürücü koltuğunda olduğuna ilişkin haberler ağırlıklı. Haberlerde NATO ülkelerinin Ukrayna hükümetine yaptığı silah yardımları öne çıkarılırken, ABD Başkanı Biden’ın bu çekişmeyi ülkesinde popüleritesini artırmak için kullandığı öne sürülüyor. RT tarafından hazırlanan ve ağırlıklı olarak sosyal medyada paylaşılan çok sayıda haberde ise ABD ve Avrupa ülkelerinin Covid-19 salgınının ülkelerindeki ekonomik olumsuz etkisine rağmen Ukrayna’yı desteklemeleri sorgulanıyor.
Putin, ABD İç Siyasetini mi Hedef Alıyor?
Tam da bu noktada, Rusya’nın Ukrayna krizinde kullandığı dezenformasyon ile farklı bir etki sağlama niyeti olabileceğine ilişkin iddiaları da gündeme getirmekte yarar var. ABD merkezli yayın kuruluşu Politico, Kremlin tarafından dolaşıma sokulan söylemin, ABD ana akım medyasında alıcı bulduğunu belirtiyor. Bu söylemin özellikle Moskova yanlısı olmasa da, Ukrayna krizini kullanarak Başkan Biden ve ülke gündeminde kendisini eleştirmek isteyen sağ görüşlü sosyal medya kullanıcıları arasında etkili olduğunu öne sürüyor. Politico, bu sosyal medya kullanıcılarının özellikle Washington yönetiminin neden böylesi bir çatışmada taraf olacağını ve olası bir askeri desteğin Afganistan gibi sonuçlanabileceğini sorguladıklarını belirtiyor.
Peki ya Batı ana akım medyası? Şu ana kadar Batı basınının kafası da, Ukrayna krizinde tıpkı Batılı liderlerin olduğu gibi karışık görünüyor. Atlantic Council ve Foreign Policy gibi bazı kuruluşlar tarafından Rusya lideri Putin’i hedefe koyan yayınların dışında, Batı ana akım medyasında Ukrayna krizi genellikle “düz” ve yapılan resmi açıklamalar üzerinden veriliyor.
Ukrayna krizinde tüm gözler ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile Rus mevkidaşı Lavrov arasında bir kez daha yapılması planlanan görüşmelere çevrilirken, Batı ana akım medyası an itibariyle, 2014 krizindeki tutumunun gerisinde gibi görünüyor. Bunun en önemli nedeninin, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkeleri içinde Rusya’ya karşı ortak bir tutum sergileme konusundaki görüş ayrılıkları, hatta çıkar farklılıkları olduğu söylenebilir.