Kriter > Siyaset |

28 Şubatçıların “Yaşam Tarzı” Manipülasyonu


28 Şubat darbesinden sonra jakobenlerin topluma dayattığı ve dindarları ötekileştirmeyi hedefleyen yasaklar Erdoğan liderliğindeki AK Parti tarafından kaldırıldı.

28 Şubatçıların Yaşam Tarzı Manipülasyonu
Çanakkale Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan ''Cumhuriyetimize sahip çıkalım'' mitinginden, 5 Mayıs 2007

28 Şubat sürecinde ve sonrasında Kemalist blok Türkiye’de muhafazakar siyasetin yükselişine karşı “Laiklik elden gidiyor” ve “İrtica geliyor” söylemlerini elverişli bir araç olarak kullandı. Fakat bu iki söyleme sırtını yaslayanların darbe dahil tüm çabaları 2002 seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engelleyemedi. Adalet ve kalkınma misyonuyla iktidara gelen AK Parti özgürlük siyaseti ekseninde farklı toplumsal kesimlerin taleplerini dikkate alarak demokrasi mücadelesi verdi.

AK Parti’nin demokrasi ve özgürlükler konusunda izlediği yapıcı siyaset toplumda geniş yankı buldu. 2002 genel seçim başarısını 2004 yerel seçimlerinde aldığı yüzde 41,67 oy oranıyla taçlandıran AK Parti, Türkiye’de siyasetin söylem ve nabzını belirledi. Kemalist hegemonya laiklik ve milliyetçilik söylemi üzerinden AK Parti’nin giderek genişleyen etkisini kırmaya yöneldi. Bu süreçte AK Parti Cumhuriyet rejimi ve laiklik için bir tehdit, Müslüman kimliğiyle tebarüz eden Erdoğan da irtica çağrıcısı bir lider olarak resmedildi.

2007’de cumhurbaşkanı seçimi gündeme geldiğinde Çankaya’ya başörtülü “first lady”nin çıkacak olma ihtimali büyük bir tehdit olarak görüldü. 28 Şubat’ta olduğu gibi tekrar topyekun bir kalkışma başladı. ADD’nin başını çektiği sivil toplum kuruluşları (DİSK, KESK, ÇYDD vb.) Cumhuriyet mitingleri düzenledi. Bazı sol entelektüeller “Unutmasınlar, tehlikenin farkındayız” açıklamalarını dolaşıma soktu. Genelkurmayın e-darbe teşebbüsüne medya alkış tuttu. “Çankaya laiktir, laik kalacak” sloganları, “Laiklik muhtırası” manşetleri, irtica tehlikesi vurgusuyla derlenen “ilk türbanlı first lady” yazılarıyla “Laiklik elden gidiyor, irtica geliyor” korkusu yayılmaya çalışıldı.

Kemalist hegemonyanın tüm anomalilerine ilk cevap Erdoğan liderliğindeki AK Parti’den geldi. E-muhtıraya boyun eğilmedi. Demokratik bir rejimde herkese durması gereken yer hatırlatıldı. İkinci cevap da milletten geldi: 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti yüzde 46,7 oy oranıyla yeniden tek başına iktidar oldu. Bu sonuçlar Türkiye’de laiklik elden gidiyor, irtica geliyor, İranlaşıyoruz, gericilik artıyor vb. söylemlerin miadının dolduğunu gösterdi. AK Parti 2002’den beri ülkeyi yönetiyor, ekonomi iyileşiyor, hak ve özgürlükler konusunda yapıcı adımlar atıyor; buna karşın ne laiklik elden gidiyor ne de irtica geliyordu. AK Parti’nin laik rejimi değiştirip İslam devleti kuracağı yönündeki takiye iddiaları ve Türkiye İslamlaştırılıyor tezleri boşa çıktı.

Yaşam Tarzına Müdahale Söylemi

Tam da bu noktada AK Parti’ye karşı yeni söylem arayışına giren Kemalist hegemonyaya bazı sol entelektüeller önayak oldu. Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramsallaştırmasına Binnaz Toprak’ın “Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” projesi eşlik etti. Yeni söylem bu zemin üzerine bina edildi. Yeni iddia muhafazakar dindar toplumsal kesimlerin kendi dışındaki insanları ötekileştirdiği, onlara baskı yaptığı ve tüm bu süreçte desteği AK Parti’nin siyasi gücünden aldığı yönündeydi. İş bununla da kalmıyor, toplumsal ötekileştirmenin yanı sıra siyasi bir ötekileştirmenin de olduğu iddia ediliyordu. Yeni iddiaya göre toplumsal alanda Türkiye İranlaşmıyor ama ılımlı İslam projesiyle Malezyalaşıyor; siyasi olarak da farklı toplumsal kesimlerin kimliğine saygı duyulmuyor ve yaşam tarzına müdahale ediliyordu.

Bu süreçte “yaşam tarzına müdahale” söylemi Kemalist hegemonyanın yeni gözdesi oldu. Artık yapılması gereken Erdoğan başta olmak üzere AK Parti’li tüm siyasilerin konuşmalarından bu konuya malzeme çıkarmaktı. Erdoğan’ın muhafazakar bir siyasetçi olarak değer merkezli yaptığı açıklamalar samimiyetin bir göstergesi olarak değil yaşam tarzına müdahale şeklinde servis edildi. Benzer şekilde AK Parti’nin gelenek ve ahlak konularındaki vurgularına bakılmaksızın muhafazakar bir siyasetçinin moralist perspektiften yaptığı değerlendirmeler, kamusal alana eylem olarak taşınmadığı halde siyasi kültürün romantik bir aldatmacası olarak yaşam tarzına müdahale şeklinde gündeme getirildi. İçki düzenlemesi ve üç çocuk söylemleri de aynı bağlam içinde Kemalist hegemonyanın söylemini şekillendirdi.

Yaşam tarzına müdahale Kemalist hegemonyanın her daim terütaze olarak yan cebinde sakladığı bir söylem oldu. Gezi Parkı Şiddet Eylemleri sonrası yaşam tarzına müdahale söylemi kademe kademe Erdoğan’ın diktatörlüğü ve AK Parti’nin otoriterliği söylemleriyle desteklendi. Artık ortada irtica yoktu ve laiklik de elden gitmiyordu fakat yaşam tarzına müdahale eden, muhafazakar dindar toplumsal kesimleri, gelenek ve din ekseninde toplumdaki farklı gruplara baskı yapmaya iten “diktatör” bir Erdoğan ve “otoriter” bir AK Parti yönetimi vardı.

AK Parti ve Özgürlükler

Kamuda başörtü yasağının ve tek tornadan çıkma akıllar meydana getirmenin dayatması olan “Andımız” uygulamasının kaldırılması, Kur’an-ı Kerim ve Siyer-i Nebi derslerinin zorunlu değil seçmeli olarak müfredata konulması, Anayasa ve mevzuatla güvence altına alınan dini inanç hürriyeti kapsamında Cuma namazı izninin “isteyenlere” mesai kaybına neden olmaksızın tanınması da Kemalist hegemonya tarafından yaşam tarzına müdahale ve otoriterlik olarak okundu. Topluma Erdoğan diktatör olarak iradenizi çiğniyor mesajı verilmeye çalışıldı. Ancak işe bakın ki Erdoğan’ı diktatörlük ve AK Parti’yi otoriterlikle suçlayanlar sokak ortasına içki masası kurup, kadeh kaldırıp Türkiye Cumhuriyeti devletinin seçilmiş Cumhurbaşkanının şahsına ve makamına yönelik küfürlü slogan atabilecek kadar özgür yaşıyorlardı. Hal böyleyken 1 Kasım, 16 Nisan ve 24 Haziran seçim sonuçları bir kez daha Kemalist hegemonyanın söylemini boşa düşürdü. Erdoğan’ın diktatörlüğü ve AK Parti’nin otoriterliği üzerine kurulan söylem de oy getirmedi.

31 Mart 2019 yerel seçimlerine gidilen süreçte gündeme tekrardan laiklik, irtica ve diktatörlük söylemleri kadar keskin olmayan, daha yumuşak ve kullanışlı yaşam tarzına müdahale söylemi getirildi. “Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu” kabilinden lafügüzaflarla içki meselesini Türkiye’de ayrıştırıcı bir kimlik haline getirenler Erdoğan’a Beethoven dinlemeyi tavsiye etmeye, başörtülüleri Suudi Arabistan’a kovmaya başladılar. Bu tavırların siyasi etki üretmekten uzak olduğu açık. Fakat tüm bu örnekler AK Parti’nin toplumun merkezine yerleşerek İslami ve seküler talepleri bir arada normalleştirmesi sonucu siyasi ve sosyal alanda hegemonya kaybından duyulan öfkenin tabii bir sonucu olarak okunabilir.

Son olarak Türkiye’de yaşam tarzına müdahale söylemi üzerinden suni gündemler oluşturarak toplumu tahrik edenlere Erdoğan’ın 33. Muhtarlar Toplantısı’nda verdiği cevabı hatırlatarak yazıyı noktalamak yerinde olacaktır:

“Bu ülkede ‘Ben şu şekilde yaşamak istiyordum da yaşayamadım’ veya ‘Şöyle giyinmek istiyordum da giyinemedim’ diyen var mı? Herkes gibi ben de tasvip etmediğim görüntüleri, ifadeleri eleştirmişimdir. Bunları da bireysel ifade özgürlüğümün sınırları dahilinde söylemişimdir; ama asla temsil ettiğim kamu gücünü kullanarak kimsenin hayat tarzına müdahale sayılabilecek bir yola başvurmadım, bu yönde bir uygulamaya asla tevessül etmedim.”


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası