İntihar saldırısı, saldırganın sürecin sonunda çok büyük bir ihtimalle hayatta kalamayacağını bildiği halde diğerlerini öldürmeye veya ciddi hasar vermeye niyetlenerek saldırıda bulunması hadisesidir. İki bin yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen intihar saldırıları, İkinci Dünya Savaşı'nda Japon Kamikazelerle varlığını hissettirmiş, 1980'li yıllardan itibaren dünya gündemini yeniden işgal etmeye başlamıştır. Türkiye'deki ilk intihar saldırıları PKK tarafından yapılmış olmakla birlikte son dönemde DAEŞ tarafından gerçekleştirilen intihar saldırıları da Türkiye'yi hedef almıştır. DAEŞ bağlantılı intihar saldırılarının kaynağında dini motivasyon olduğu iddiaları da öne çıkmaya başlamıştır.
Dini metinler denince ilk akla gelen, kutsal kitaplardır. Kutsal kitaplar, "ait olduğu döneme yönelik açıklamalar" ile "zaman ve mekan üstü evrensel mesajlar" olmak üzere en azından iki farklı özellik taşır. Ayrıca edebi güzellikler, bu bağlamda somut ve soyut ifadeler, doğrudan ve dolaylı anlatımlar, hakiki ve sembolik anlamlar vs. kutsal kitapların belirgin nitelikleri arasındadır. Burada bahsedilen özellikleri ziyadesiyle taşıyan Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet, yerine ve durumuna göre bin bir yorumu beraberinde getirebilir. Dahası hem coğrafya, kültür, zaman ve şartlar, hem mezhebi aidiyetler hatta meşrebi tutumlar, hem de yorumcunun kişisel tarihi ve bireysel din anlayışı değiştikçe yorumlar farklılaşır.
Din İle Din Algısını Birbirinden Ayırmak Gerekir
Dinler, mezhepler, tarikatlar ve cemaatler, mensuplarının zihinsel yapılarını etkileyerek onlara dış dünyayı ve sosyal gerçekliği farklı bir gözle yorumlama imkanı sunmakta, verdiği kimlik duygusuyla bireyi söz konusu sosyal gerçeklik içerisine yerleştirmekte, böylece günlük hayat için kılavuzluk rolü üstlenmektedir. Modern sosyolojisinin kavramlarıyla söylersek dinler, hem birleştirici ve bütünleştirici hem de yıkıcı ve bozucu bir işleve sahiptir. İşte bu noktada, "din" ile "din algısı"nı, yani dinin özü ile sosyal psikolojisini birbirinden ayırmak durumundayız.
Her ne kadar insanlar inandıkları din, mezhep ve içinde yaşadıkları sosyokültürel yapının etkisiyle şekillenseler de hem alt kültürel grupların hem de bireysel farklılıkların dinin anlaşılma ve yorumlanma biçimini etkilediğini söyleyebiliriz. Bu sebeple aynı dini gelenek içerisinde yer alan farklı bireyler ya da alt grupların din anlayışları, yerine ve durumuna göre, bazen önyargı ve şiddete zemin hazırlarken bazen de bunlarla mücadeleye destek sağlayabilir. Şu halde dine müntesip insanlardan türeyen şiddetin doğrudan doğruya dinden kaynaklandığını söylemek isabetli değildir.
İslam başta olmak üzere tüm dinler mensuplarından ruhen olgunlaşma talep eder. Kamil insanın dini algılama ve yaşaması da olgundur. Bu nedenle onlar kendilerine, çevrelerine, doğaya ve Allah'a yönelik sorumluluklarının farkındadır. Adalet ve merhamet temel prensipleridir. Dini irşadı vaaz dilinden ziyade temsil ve eylemle yapmaya çalışırlar. Onlar için din, iyi ve güzel olan ne varsa onun diğer adıdır.
DAEŞ Aşırı ve Bağlamdan Kopuk Yoruma Dayanıyor
Yapılan bilimsel araştırmalara göre samimi dindarlarda şiddete eğilim ve şiddet kullanma oranı oldukça düşüktür. Bunlar, Allah'ı cezalandırıcı olmaktan öte müşfik ve merhametli algılamaktadır. Bu da ferdin iç dünyasına nüfuz eden dini inanç ve ibadetlerin, o kişide hoşgörülü tutum ve davranışların gelişmesine önemli bir katkı sağladığı anlamına gelmektedir. Kamil olmayan dindarlar ise suçluluk ve günahkarlık duygusu içinde bocalamaktadır.
Bunlar için en büyük erdem itaat, en büyük günah itaatsizliktir. Bu nedenle başkalarını denetlemek isterler. En büyük korkuları Cehennem, en güdüleyici arzuları ise Cennettir. Hatta çoğu kere korkuları arzularının önüne geçmektedir. Çünkü Cehennem mutlak itaat etmeyeni yakmak için hazır ve nazırdır. Günümüzde DAEŞ taraftarları "Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (8/Enfal, 39} ayetine sıklıkla atıf yapmakta, dahası ayette geçen "baskı ve şiddet" ifadelerini laik ve seküler düzen şeklinde yorumlamaktadır. Buradan çıkacak sonuç nettir: Bu düzenle mücadele etmeyenler günahkardır, hatta bilerek yahut bilmeyerek küfre hizmet eden kişilerdir. Ahiretleri perişandır. Çünkü imanları risk altındadır.
Görüleceği üzere burada hem aşırı yorum hem de itici uyarıcıdan sakındırma ve özendirici uyarıcıya güdüleme söz konusudur. Buna bir de küresel emperyalizmin ezilen kitlelerde oluşturduğu yoksunluk duyguları eklenecek olursa din şiddeti, şiddet de dini beslemeye başlar. Aşırı yorumdan oluşan dini zihniyete bazen emperyalizme duyulan öfke, bazen mevcut inancı koruyarak küreselleşmeye direnme, bazen günahlardan sakınma, bazen aşırı bireyselliğe tepki, bazen de bastırılan duygulardan neşet eden hastalıklı kişilik yapıları eklenmektedir. Psikolojik duygu bozuklukları sosyal şizofreniye dönüşmekte, kötümser tarih yorumuyla harmanlanan hastalıklı düşünceler -adeta miyopluk yaşatarak- tek yolun şiddet ve savaş olduğunu vehmettirmektedir. Vakıa odur ki, emperyaller kendi arzuladıkları sistemi kurabilmek için akıl-kalp, bilim-din, şekil-öz ve fizik-metafizik ayrışmasıyla parçaladıkları insanları hem bedensel hem de duygusal anlamda canlı bombalar haline dönüştürmektedir. Bundan sonraki aşama oldukça kolaydır: Zira yapılacak dini telkinlerle söz konusu potansiyel (bilkuvve), davranışa (bilfiil) yansıtılabilir.
DAEŞ ve İslam Arasında Bağ Kurma Çabası da Aşırı Yorumculuktur
Hülasa gerek dini gelenekler gerekse bunlardan beslenen dinsel ideolojiler bireylerin zihinsel süreçlerine olumsuz etkide bulunarak onların sağlıklı karar almalarına engel olabilir. Dahası dini inançlar ve aidiyetler partikülarizm düzeyini artırarak sosyal kimlikleri kuvvetlendirebilir. Metnin aşırı yorumu da devreye girince dinsel temelli fanatizm güçlenmeye, bu da ötekine karşı hoşgörüsüz davranmaya neden olabilir. DEAŞ gibi Türkiye'ye karşı intihar saldırısı düzenleyen örgütler ise görünüşte dini temelli motivasyon kaynaklarına sahip olduklarını iddia etseler de oldukça modernist ve parçalı bir yaklaşım içinde sadece kendi fiiliyatlarını haklı gösterebilmek için aşırı yoruma sığınmaktadırlar. Dolayısıyla bu tür saldırıların İslam'ın ana gövdesiyle ilişkilendirilmesinin kendisi de ancak bir tür aşırı yorumculuk olarak değerlendirilebilir.
Bu noktada şu hususu vurgulamak gerekir: Bir metin ya bizzat kendisinden ya da yazardan, okuyucudan ve yazıldığı dönemin sosyo-kültürel şartlarından hareketle yorumlanabilir. Mesele, makul yorumu yakalayabilmektir.