2023 seçimlerinin büyük sorusu, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci yüzyılına hangi adayın nasıl bir vizyonla taşıyacağıdır. Bu vizyonun, geçmiş ile bugünün muhasebesini yarınların ufku ile bir araya getiren bir söyleme sahip olması gerekir.
Önümüzdeki kritik seçimlerde hayat tarzı tartışmalarından kimlik sorunlarına, ekonomi ve sığınmacılardan dış politika ve güvenlik politikalarına kadar her şeyin seçim gündeminde yer alacağı bir sürecin içindeyiz.
Liderlerin söylemleri de seçim döneminin her türlü iddia ve sert suçlamalara tanıklık edeceğini gösteriyor.
Aslında bunun Türkiye’ye has olmadığı açık. Brexit referandumu ve Avrupa’daki aşırı sağın yükselişine ek olarak son dönemde Amerikan demokrasisi dahi “iç saldırı altında” olma gündemi ile seçimleri karşılıyor. Kasım 2022 ara seçimlerine giderken Başkan Biden, seçimleri “ulusun ruhu için bir savaş” olarak nitelemekle kalmayıp eski başkan Trump ve destekçilerini ABD için bir “tehdit” olarak görüyor.
Halen 6’lı masa muhalefeti, mevcut iktidarın devamını “beka” meselesi olarak görürken, Cumhur İttifakı da dağınık muhalefetin olası bir iktidarının Türkiye’yi büyük sorunlara götüreceği, yani yönetemeyeceği görüşünde.
Bu itibarla Türkiye’nin seçim döneminde birbirine rakip “ihanet”, “tehdit” ve “beka” söylemlerine tanık olması şaşırtıcı olmayacak. Ancak tehdit ve beka söylemlerinin negatif olduğu düşünülürse, asıl farkın seçmene umut verebilmek ve gelecek perspektifi sunabilmekte olduğu açıktır. Bu da aslında gerçek yarışın seçmene Türkiye’nin 2023 sonrası vizyonunu sunmakta olacaktır.
Pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sonuçlarının dünyayı enerji, gıda ve siyasi çatışmalara sürüklediği hatırlanırsa, elbette bu vizyon, büyük güçlerin rekabetinde Türkiye’nin yerinin ne olacağını da içermelidir.
Dahası, bahsettiğim bu vizyon ihtiyacı Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının başına denk gelmesi yönüyle oldukça semboliktir.
Cumhur İttifakı ve 6’lı masa bileşenleri seçmene 2023 sonrasına dair bir vizyon, gelecek perspektifi sunma zorunluğunun farkındadır. Yirmi yıllık iktidarında AK Parti Türkiye’yi yeni bir döneme taşıdığını sürekli söyledi. Bugünlerde CHP de 6’lı masadaki ortakları ile Türkiye’yi yeniden inşa etmek istediğinden bahsediyor. Böylece seçimlerin “hangi yeni Türkiye?” tartışması etrafında gerçekleşeceğini söylemek abartılı olmaz.
Yeni Vizyon Belirlemede AK Parti’nin Avantajları
Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seçimlerde yenmek dışında tutarlı ve iddialı bir vizyon sunma potansiyelinin zayıf olduğu görüşündeyim.
Bu görüşte olmamın ilk sebebi 6’lı masada birleşen partilerin ideolojik zıtlıkları ve bunları mevcut cumhurbaşkanlığı sistemi çerçevesinde bir araya getirmenin zorluğudur.
Milliyetçi, Kemalist, liberal, muhafazakar ve etnik kimlikçi siyasetlerin ortak bir Türkiye vizyonu oluşturması ve bunun pratik politikalara dönüşmesini sağlayacak malzemenin sadece karşıtlık olması yeterli değil.
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Demokrat Parti ile HDP’nin yapı, aktör, kimlik ve ideoloji bazlı uzlaşmalara ulaşması ve bunu seçmen tabanlarına kabul ettirebilmesi büyük bir meydan okumayı içermektedir. CHP’nin tek parti dönemi geçmişi ve devletçi-kamucu yaklaşımı ortada iken “yeniden inşa” konusunda 6’lı masadaki diğer genel başkanlar seçmenlerini ekonomiden kimlik konularına birçok meselede ikna edebilmeye çalışacaklar.
Halbuki AK Parti yirmi yıllık iktidarına referansla hem yakın dönem icraatlarını anlatabilme hem de yeni vaatlerini sunabilme imkanına sahiptir.
Kritik/istisnai kararların darbeciler tarafından alındığı bir mirasın üzerine gelen AK Parti, siyasetin Türkiye’yi dönüştürebileceğini göstermesi sebebiyle siyasi hayatımızın çok etkili bir aktörüdür.
Sadece 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması ve hükümet sisteminin değiştirilebilmesi bile demokratik siyasette daha önce rastlanılmayan hususlardır. Bu sebeple AK Parti, Demokrat Parti gibi darbe ile tasfiye edilemedi; ANAP gibi hızla eriyip kaybolmadı.
Geçmişinde vesayetle mücadele ve kritik reformları hayata geçirme tecrübesi olan AK Parti uzun süreli kesintisiz iktidar olmanın yükünü hafifletecek adımlar atabilir. Bunun yolu da daha önce yaptığı gibi yenilenme kapasitesini harekete geçirerek seçmene iddialı bir vizyon sunması olabilir. Yeni kapsayıcı politikalar ve yeni isimler ile tecrübeyi sentezleyebilir.
Diğer bir tabirle AK Parti süreklilik ve değişimi bir araya getirme donanımına ve siyasi konumuna sahiptir. Hatta siyasi hayatımızda bu avantajı seferber edebilecek tek partidir. Sessiz devrim mahiyetindeki reformları gerçekleştirmenin özgüveni ile ülkemizi proaktif dış politika ve güvenlik yaklaşımına taşımanın tecrübesini birleştirmektedir.
AK Parti’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika ile iç siyaset arasında etkileşim köprüsü kurabilme yeteneği ise başarısının en önemli yanıdır. Erdoğan, AB reformları döneminde de Arap isyanları sırasında da ve 2013 ile 2016 sonrası Batı başkentleri ile gerilim yaşanan mücadele döneminde de bu yeteneğini etkili şekilde konuşturdu.
Koronavirüs salgını sırasında da benzer bir performans gösteren Erdoğan, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın altıncı ayında diplomaside adından en çok bahsedilen lider oldu.
Erdoğan, dış politikada gerilimi de normalleşme politikasını da seçmene anlatabilmektedir. Avrupa Birliği (AB) ile entegrasyon arayışını da Doğu Akdeniz’de gerilmeyi de Rusya ile yakınlaşmayı da kitlesine izah edebilmektedir.
Bu avantajlar ışığında AK Parti vesayetlerden arındırdığı ve uluslararası konumunu yükselttiği Yeni Türkiye’yi daha güçlü kılma hedefini öne çıkarabilirken, CHP ve diğerleri muğlak bir “Yeni Türkiye” söyleminden öteye geçememektedir.
AK Parti’nin avantajlarını anlatmak için bir örnek vermek faydalı olacaktır.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. yıl dönümünün Külliye’deki kutlaması AK Parti’nin “güçlü Türkiye” idealinin sembolleriyle doluydu.
Külliye’nin bahçesindeki Kuran-ı Kerim tilaveti, Türk bayrağı, Mustafa Kemal fotoğrafı, 16 grup sanatçının çaldığı marşlar ve mehter Türk milli kimliğinin ortak değerleri ve sembolleri olarak sergilenmiştir. Osmanlı-Cumhuriyet sürekliliğini kuran bu semboller aynı zamanda AK Parti iktidarında Türk modernleşmesindeki çetin ve zorlu tartışmaların bir sentezine ulaştığımızın da göstergesidir.
Yine Azerbaycan, Libya, Katar, Somali ve Bosna Hersek’te barışı temin için görev yapan Türk askerinin kutlamalara görüntülü bağlanması, Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yeni ve etkin rolünü göstermiştir.
Milli Mücadele’yi gerçekleştiren Türk milletinin bir yüzyıl sonra ülkesinin etrafındaki bölgelere istikrar ve güvenlik taşıyan bir güce dönüştüğü anlatılmıştır.
Nasıl Bir Vizyon?
Yirmi yıllık iktidarın icraatlarını öne çıkarırken yükünü ve yıpranmasını seçmene anlatmanın yolu yeni bir vizyonu sunmaktan geçer.
Muhalefetin kendisini alternatif çözüm adresi olarak sunamaması, AK Parti için bir fırsat olmakla birlikte seçmene umut verecek pozitif içeriğe ihtiyaç var; 6’lı masanın ülkeyi 2023 sonrasına taşıyamayacağını göstermek yeterli değil.
Erdoğan’ın güçlü liderliği altındaki AK Parti, politikalardan aktörlere kadar yenilenebilme kapasitesini etkin bir şekilde ortaya koyabilir. Uluslararası sistemdeki belirsizliklerin yoğunlaştığı bir dönemde, AK Parti’nin bu yeni vizyonu “istikrar, kalkınma, güvenliğin sürdürülmesi, demokrasinin pekiştirilmesi, refahın adil dağılımı ve daha etkin küresel rol” kavramlarına odaklanabilir.
Dış politika ve güvenlik konularında gösterdiği başarıyı içeride kapsayıcı politikalar üreterek göstermesi gerekmektedir.
Yenilenme çabasını Kürtler, merkez sağ seçmen, küskün muhafazakarlar ve gençlere anlatacak söylemler geliştirmek durumundadır.
Kısa vadede hayat pahalılığı ile mücadele ve gelir dağılımı meselelerine odaklanacak mikro politikalar geliştirilmesi gerekir.
Teknolojiden iklim ve çevreye kadar birçok alanda yeni sosyolojiye hitap edecek dönüşüm politikaları ve söylemleri sunulmalıdır.