Kriter > Dosya > Dosya / Ukrayna Krizi |

Nükleer Silahların Gölgesinde Konvansiyonel Harp


Şu ana kadar ortaya çıkan tablo, Rusya’nın nükleer silahları, Ukrayna’daki savaşın çapını ve kapsamını daraltma ya da daha da genişlemesini engelleme doğrultusunda diplomatik bir gözdağı aracı olarak değerlendirdiğine işaret ediyor. Daha spesifik düzeyde, NATO mensubu devletleri, Ukrayna’ya yaptıkları askeri yardımlar hususunda uyararak en azından bundan sonraki süreçte yapılan yardımların kapsamının genişlememesini garanti altına alma diye okunabilir.

Nükleer Silahların Gölgesinde Konvansiyonel Harp

Ukrayna topraklarını işgale başlamasından birkaç gün sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin “caydırıcı güçlerinin özel bir muharebe görev rejimine geçirilmesi” emrini verdiğini açıkladı. Ve beraberinde de Ukrayna işgaline müdahale eden yabancı ülkelerin “tarihlerinde hiç görmedikleri boyutta sonuçlarla karşı karşıya kalabileceğini” ifade etti. Bu duruma sebep olarak ise bazı NATO ülkelerinin “agresif açıklamalarını” ve Rusya’ya karşı uygulamaya koydukları yaptırımları gösterdi. Bu açıklamalar, Rusya’nın nükleer silahlarını daha yüksek bir alarm seviyesine geçirdiği ve nükleer silah kullanma eşiğini düşürdüğü şeklinde yorumlandı. Putin’in açıklamaları, terminolojik olarak somut bir anlam teşkil etmese de uzun yıllardır nükleer strateji üzerine yapılan bazı tartışmalara işaret ediyor.

 

Rus Nükleer Doktrini

Bugüne kadar, nükleer silahlar ilk ortaya çıktıkları dönemde, ABD tarafından 1945’te Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atıldı. Sonrasında ise hiç kullanılmadı. Nükleer silahların gösterdiği yıkıcılık, nükleer bir savaşın kazananı olmayacağı ve bu silahların asla kullanılmaması gerektiği yönünde güçlü bir uzlaşı ortaya çıkardı. Günümüzde de nükleer silahların kullanımı halen çok düşük bir ihtimal olarak değerlendiriliyor. Başka bir ifadeyle nükleer silah kullanımı bir “tabu” haline gelmiş durumda. Ancak bu asla kullanılmayacağı anlamına da gelmiyor. Genel olarak nükleer saldırı kabiliyetine sahip bir devletin, yalnızca kitle imha silahlarıyla saldırıya uğraması ya da topraklarının işgali durumunda nükleer silah kullanımına yöneleceği değerlendiriliyor. Keza söz konusu ülkelerin gerek nükleer doktrinleri gerekse ulusal savunma belgeleri incelendiğinde bu tarz değerlendirmelerin geçerliliği görülür.

Nükleer silahların kullanılma ihtimali rasyonel, irrasyonel ya da kaza/kasıtsız kullanım süreçleri kapsamında üç temel düzlemde düşünebilir. Bu yazı kapsamında Rus liderliğinin rasyonel bir aktör olduğu ve Rus nükleer silahlarının yüksek emniyet seviyesinde korunduğu varsayılacak olursa, o zaman nükleer silah kullanımından Rusya’nın ne tür bir siyasi fayda beklediği belirlenmelidir. Bir başka ifadeyle, devasa bir ahlaki ve stratejik maliyeti olan nükleer silah kullanmanın, Rusya’ya konvansiyonel olarak elde edemediği ne gibi bir stratejik faydası olacaktır? Bu doğrultuda Putin’in nükleer tehdidini, “gerginliği azaltmak amacıyla tırmandırma” (escalate to de-escalate) ya da “kazanmak için tırmandırma” (escalate to win) stratejisi bağlamında değerlendirmek mümkündür.

ABD’nin Trump yönetimi döneminde Şubat 2018’de yayınladığı “Nükleer Durumun Gözden Geçirilmesi” (Nuclear Posture Review) belgesinde Rusya’nın söz konusu stratejiyi benimsediği iddia edilmişti. Bu stratejinin mantığına göre, Rusya nükleer tehditlerde bulunmak suretiyle zorlayıcı bir diplomasi izleyerek veya taktik nükleer silah kullanarak hasımlarının gözünü korkutmayı ve çatışmalardan zaferle ayrılmayı hedefleyecekti. Bu stratejinin savaşın hemen başlangıcında ABD gibi aktörleri dışarıda tutarak hızlı bir zaferle ayrılma ya da kaybedilen bir savaştan en az zararla çıkma hedefleri doğrultusunda uygulanabileceği değerlendirildi. INF Antlaşmasının sonlanmasının yanı sıra Rusya’nın çift kullanım özelliğine sahip yüksek kabiliyetli füze sistemleri geliştirmesi ve elinde bulundurduğu yüksek sayıdaki taktik nükleer silah, bahse konu stratejinin varlığına duyulan inancı da güçlendirmiştir. Dolayısıyla gelinen noktada, Batı dünyasında Rusya’nın, nükleer silahları hasım aktör saldırısını caydıracak savunmaya dönük bir unsur olmaktan ziyade konvansiyonel savaş stratejisinin bir parçası olarak değerlendirdiği yönünde bir görüş bulunuyor.

Rusya’nın resmi olarak benimsediği ve ilan ettiği nükleer strateji prensipleri ise söz konusu strateji ve görüşlerle çelişmektedir. Rusya’nın Haziran 2020’de yayınladığı “Nükleer Caydırıcılık Üzerine Devlet Politikası” isimli metinde ülkenin nükleer silahları kullanacağı dört senaryo ortaya konuyor: Birincisi, Rusya ve/veya müttefiklerinin topraklarına yapılacak balistik füze saldırıları; ikincisi, Rusya ve/veya müttefiklerine nükleer silah ya da diğer kitle imha silahları ile yapılacak saldırılar; üçüncüsü, Rus nükleer kuvvetlerinin reaksiyon vermesini zorlaştıracak şekilde kritik hükümet ve askeri binalara yapılacak saldırılar ve dördüncüsü, devletin varlığının tehlikeye düştüğü bir durumda gerçekleşen konvansiyonel saldırılar.

Bu belge, Rusya’nın nükleer silah kullanma eşiğini aşağıya çekmiştir çünkü önceki belgelere göre nükleer silahın kullanılabileceği daha fazla senaryo ortaya koymuştur. Zira önceki nükleer strateji belgelerinde nükleer silahlara yalnızca kitle imha silahlarıyla saldırıya uğrandığında ya da devletin varlığını tehlikeye düşüren bir saldırı ile karşı karşıya kalındığında başvurulacağı belirtilmişti. Ancak yine de bu durum, ABD’nin iddia ettiği gibi bir stratejinin varlığına en azından resmi düzeyde işaret etmemektedir.

“Nükleer Silahsızlanma” için protesto
Obama döneminde Rusya ile imzalanan (Stratejik Silahların Azaltılması Yeni Sözleşmesi) NewSTART sözleşmesinin yenilenmesi sonrasında aktivistler, ABD Başkanı Biden ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in maskeleriyle “Nükleer Silahsızlanma” için protesto düzenliyor. NewSTART sözleşmesiyle birlikte nükleer silahlanmanın azalmasına yönelik adımlar atılsa da bu yeterli görülmüyor. (John Macdougall/AFP-Getty Images, 29 Ocak 2021)

 

Rusya Gerçekten Nükleer Silah Kullanır mı?

Rusya, Ukrayna işgaline başlamadan hemen önce geniş kapsamlı bir tatbikat yapmış, bu tatbikatta stratejik nükleer silahlarını da denemişti. Keza üst düzey Rus yetkililer de tatbikatta stratejik nükleer silahların kullanıldığını gizlemedi. Örneğin Rus Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov, tatbikatın amacının “düşmanın kesin bir yenilgiye uğramasını sağlayacak stratejik ofansif kuvvetlerin talimi” olduğunu açıkladı. Bu durum, işgal harekatının başlangıcından birkaç gün sonra Putin’in yaptığı açıklama ile birlikte düşünüldüğünde, Rusya’nın tutarlı bir strateji izlediği görülüyor. Bu strateji ise gerektiğinde nükleer silah kullanma iradesine sahip olduğunu muhataplarına göstererek, Ukrayna’daki savaşa karışmamaları yönünde bir gözdağı anlayışına dayanıyor. Dolayısıyla ABD’nin daha önce iddia ettiği gibi gerginliği azaltmak amacıyla tırmandırma stratejisinin bir varyasyonu olarak değerlendirilebilir.

Şu ana kadar ortaya çıkan tablo, Rusya’nın nükleer silahları, Ukrayna’daki savaşın çapını ve kapsamını daraltma ya da daha da genişlemesini engelleme doğrultusunda diplomatik bir gözdağı aracı olarak değerlendirdiğine işaret ediyor. Daha spesifik düzeyde, NATO mensubu devletleri, Ukrayna’ya yaptıkları askeri yardımlar hususunda uyararak, en azından bundan sonraki süreçte yapılan yardımların kapsamının genişlememesini garanti altına alma ya da özellikle avcı uçakları gibi asli savaş unsurlarının Ukrayna’ya transfer edilmesinin veya farklı yabancı aktörlerin savaşa dahil olmasının önüne geçme amacı olarak okunabilir. Tüm bunların ötesinde Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge kurulmasını engelleyen en önemli faktörün Rusya’nın büyük nükleer envanteri olması, Rus nükleer silahlarının sınırlayıcı etkisini de ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak Rusya tarafından nükleer silah kullanımı ihtimali düşük seviyede kalsa da nükleer silahlar Ukrayna’daki konvansiyonel savaş üzerinde belirleyici etkiler üretiyor. Bu durum, ABD’nin Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge ilanına karşı çıkması, Polonya’ya ait MİG-29 avcı uçaklarının Ukrayna’ya transferine kuşkulu yaklaşması gibi meselelerde görülüyor. Benzer şekilde ABD, takvimi daha önce belirlenmiş olan ve rutin olarak gerçekleştirdiği kıtalararası balistik füze fırlatma testini, Mart başında gerginliği artırmama arzusuyla erteledi. ABD tarafında alınan bu kararlar, Biden yönetiminin krizin en başından itibaren benimsediği “Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşmayacağız” anlayışı ile birlikte düşünüldüğünde daha net anlaşılıyor.

 

Nükleer Stratejinin Geleceği

Nükleer silahların uluslararası politikaya dahil olmasından kısa bir süre sonra kabul edilen geleneksel görüşte, Karşılıklı Garantili İmhadan (MAD) dolayı nükleer bir savaşın kazanılamayacağı ve asla savaşılmaması gerektiği belirtiliyordu. Bu anlamda Soğuk Savaş döneminde birçok analist, iki süper gücün girdiği nükleer silahlanma yarışının anlamsızlığına dikkat çekiyor; söz konusu yarışın ekonomik kaynakların israf edilmesinin yanında sistemik bir güvensizlik oluşturduğunu da vurguluyorlardı. Bunun sebebi korunaklı ve farklı (hava, kara, deniz) platformlara dağıtılmış belirli sayıda nükleer silahın, karşı nükleer aktörü caydırmak için yeterli olması ve binlerce nükleer silah üretmenin ve stoklamanın gereksizliğidir. Böylesi güçlü bir caydırıcılığa karşı nükleer silahlanma yarışının olması, Robert Jervis tarafından Amerikan nükleer stratejisinin mantıksızlığı olarak ifade edilmişti. Ancak son yıllarda bu görüşe karşı çıkan yeni fikirler ortaya atılıyor. Belirli sayıda nükleer silahın hasım aktörü caydırmak için yeterli olacağını belirten geleneksel görüşün aslında bir mit olduğu ve nükleer silah sayısındaki üstünlüğün kriz, çatışma ve hatta nükleer savaşlardan zaferle ayrılma yolunda hayati bir önem taşıdığı iddia ediliyor. Bu durum Matthew Kroenig’in Amerikan Nükleer Stratejisinin Mantığı isimli Jervis’e atfen isimlendirdiği eserinde açık bir şekilde görülebilir.

Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru başlayan nükleer silahların azaltılması gereği yönündeki uzlaşı terk edilerek, nükleer silah sayısındaki üstünlüğün önemine dikkat çeken çalışmalar çoğaldı. Bu durum ABD ve Rusya gibi ülkelerin kuvvet konuşlandırmalarına ve modernizasyon programlarına da yansıdı. Bu gelişmelerin önemli bir çıktısı olarak INF Antlaşması terk edildi ve nükleer caydırıcılığı aşındırma potansiyeli taşıyan yeni konvansiyonel teknolojiler geliştirildi. Sonuç olarak, Rusya’nın Ukrayna işgali, nükleer silahların ne derecede siyasi ve diplomatik etkiler üretme kabiliyetine sahip olduğunu gösterirken, son yıllarda yeniden ortaya çıkan nükleer güvensizliğin daha da şiddetlenmesine neden olmuştur.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası