Yazının hemen başında altı çizilmesi gereken önemli bir nokta, her türlü şiddetin terör olarak görülmemesi gerektiğidir. Şiddet, terörün mutlaka bulunması gereken bir unsurudur ama her şiddet, kendi başına terör teşkil etmez. Günlük hayatta şiddet, zaten insani hayatın bir sonucudur ve çeşitli ortamlarda sıklıkla karşımıza çıkar. İnsanlar çeşitli sebeplerle ve değişik şekillerde birbirlerine karşı şiddet veya şiddet tehdidi kullanırlar. Ancak, terördeki şiddet siyasi amaçlarla, bilinçli olarak ve muhtemelen çeşitli çaplarda bir örgüt tarafından gerçekleştirilir. Bu vasıflar, şiddeti teröre dönüştürür.
Terörizmin her şeyden önce bir zihniyet meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu zihniyet totalitarizm genel adı altında özetlenebilir. Totalitarizmle terör arasında kopartılamaz bir bağ vardır. Bunun sebebi, totaliter zihniyetin terörü meşrulaştırmaya ve bir araç olarak kullanmaya gayet yakın ve yatkın olmasıdır. Bu hem teorik olarak hem de özellikle 20. yüzyılda yaşanmış bir gerçeklik olarak apaçık ortada duruyor. Söz konusu dönemde gerçekleştirilen bütün esaslı ve yaygın terör faaliyetlerinin arkasında totaliter zihniyeti bulmak mümkün. Bu çerçevede mesela Sovyetler Birliği tarihi, ilginç ve korkutucu bir örnek teşkil eder.
Totaliter zihniyet, daha ziyade totaliter ideolojilerde boy gösterir. Bu ideolojilere sert, kapalı ideolojiler adı da verilir. Bu ideolojilere göre totalitarizm, ebedi ve mutlak hakikate veya hakikatlere ulaşıldığı inancına dayanır. Bunun nasıl olduğu, nereden kaynaklandığı veya nereye dayandığı ikinci derecede önemlidir. Bazı yaklaşımlar, mutlak hakikate bilimle ulaşıldığına inanabilir. Bunun en tipik örneği elbette bilimsel sosyalizmdir. Marx’ın hem gerçekten bilim yaptığı inancıyla hem de diğer sosyalist akımları geride bırakma amacıyla kullandığı bir terim olarak bilimsel sosyalizm, ortalama sosyalistlere göre bilimden kaynaklanır ve hatta bilimle aynı şeydir. Bilim zaten hakikati bulmanın tek aracıdır. Bilimle ulaşılan şey, başka hiçbir şey tarafından yalanlanamaz ve çürütülemez. Elbette bu anlayışta gayet aşikar, pozitivist bir ruh vardır. Bu yaklaşım, tabii bilimlerin kesinlik ve mutlaklığını, bilim olup olmadığı bile tartışmalı olan sosyal bilimlere yansıtmaktadır. Metot olarak da tabii bilimlerin metotlarını kullanmaya yatkındır. İşte bu yollarla bilimsel hakikatlere ulaşılır. Başka bir deyişle hayatta tek hakiki mürşit ilimdir.
Başka bazı yaklaşımlar, mutlak hakikati bir tür Tanrısal kaynaklarda bulabilir. Bu görüşte Tanrının bir insana (veya dar bir insan grubuna) gerçekleri bildirdiğine inanılması ve o kişinin bu gerçekleri, diğer insanlara aktarmada araç olarak kullanılması söz konusudur. Bu anlayış mesela klasik kitaplı dinlerin bir ideolojiye dönüştürülmesiyle vücut bulabilir. Bu ideoloji, her şeyden önce insan zihninin Tanrının zihninden ve insan bilgisinin Tanrının bilgisinden çok daha zayıf ve geçersiz olduğu ve Tanrının her konuda vazettiği gerçeklerin, insan doğasının ve hayatın kendisinin ihmal edilerek sadece kutsal kitapların okunmasıyla anlaşılabileceği ve açıklanabileceği kanaatindedir. Mamafih bu okumayı herkes yapamaz; ancak Tanrı tarafından özel olarak seçilmiş insanlar bunu gerçekleştirilebilir. Hristiyanlıkta bu tür terörün iyi bir örneği Protestan reformasyonu sonrasında beliren Anabaptist hareketlerde, mesela Almanya’nın Münster şehrinde ortaya çıkan Hristiyan komünizminde görülebilir. İslam’daki örnekleri ise DEAŞ’ta teşhis edilebilir.
Hak ve Görevleri
Mamafih kesin inançlara ve mutlak doğrulara sahip olma, totalitarizmin otomatikman ortaya çıkmasına yol açmaz. Başka bir deyişle, totaliter zihniyetin toplumdaki insanlar arasında şu veya bu ölçüde yaygın olması, sivil toplum içinde totaliter adacıkların doğmasına ve bazı totaliter uygulamalara yol açabilir ama bu totalitarizmin bütün ülkeye ve topluma hakim olması anlamına gelmez. Oysa totaliter görüş, sadece hakikat tekeli iddiasında bulunmakla hayat bulamaz. Bir adım daha atması ve bu hakikatlerin tüm topluma, bütün bireylere benimsetilmesi, benimsettirilmesi, uygulanması ve takip ettirilmesini gerektirir. Bunun için de formel eğitimden ideolojik endoktrinasyona, zor kullanmaktan toplama kamplarında hayata aktarılan ve adına ironik şekilde toplu eğitim denen uygulamalara kadar her yol kullanılır.
Totaliter zihniyet aslında kendi hakikatlerinin insanlara dayatılmasını bir tür hak ve görev olarak görür. Hatta bunun için bu gerçekleri reddeden veya bilen ama takip etmeyen insanlara da zorla uygulanmasını ve tüm toplumsal hayatın bu gerçeklere göre yukardan belirlenmesini gerekli ve meşru bulur. Halka rağmen halkçılık diyebileceğimiz bir tutumdur bu. Halkın kendi iyiliği ve mutluluğu için mutlak hakikatlere uymasının sağlanması anlamına gelir. Bu yüzden, totaliter hareketler, şiddeti meşru ve faydalı bir yol olarak görür.
İşte bundan dolayı totaliter hareketler daha ziyade büyük siyasi projelerin peşinden koşar. Ülkeleri ele geçirmeyi ve totaliter sistemler kurmayı amaçlar. Bu sistemler ezeli ve ebedi ve tüm insanları bağlayan hakikatlere dayanacaktır. Bu istikamette insanların dönüşmesi sağlanacaktır. Bu uğurda totaliter hareket, iktidara ilerleme sürecinde şiddet kullanarak siyasi muhaliflerini sindirmeye, tasfiye etmeye yönelir. İktidara geldiğinde de terörü hem toplumu dönüştürmek hem de muhalif veya muhalif olma ihtimali olan kişi ve kuruluşlara karşı kullanır.
Sosyalizm ve Terör
Bütün bu anlatılanların en iyi örneği sosyalizmde ve sosyalist ülkelerde, özellikle Sovyet Rusya tarihinde bulunabilir. Sovyet komünistleri hem iktidara gelme sürecinde hem de iktidarda muhalefete karşı şiddeti yaygın ve yoğun şekilde istihdam etti. Muhalefette iken uygulanan ayrımsız ve ideolojik terör diyebileceğimiz terör, iktidarda devlet terörüne dönüştü ve sadece rejimin önde gelen muhalif unsurlarına değil devrimin önünde engel olduğu düşünülen Rus köylüleri Kulaklara ve aralarında özellikle Türklerin de bulunduğu etnik azınlıklara karşı da kullanıldı.
Sosyalist teoride terör konusunda bir ayrım yapılır, bireysel terör dışlanır ve kınanırken, kitle terörü metot olarak benimsenir ve övülür. Sosyalist jargondan habersiz olanlar, bireysel terör denilen şeyin reddedilmesinin sosyalistlerin terörü reddetmesi anlamına geldiğini zanneder. Oysa durum çok farklıdır. Bireysel terör ile kastedilen tek tek bireyler tarafından gerçekleştirilen terör değil bir siyasi merkeze bağlı olmadan ve siyasi merkezin talimatları olmadan yapılan terördür. Yoksa, sosyalizm kategorik olarak terörü reddetmez.
Ancak, başka bir gerçekte de terörün etkisinin bir süre sonra bir siyasi projeden bağımsız olarak adeta kendi başına bir amaç haline gelebilmesidir. Terör hem bir varlık sürdürme ve zindelik göstergesi olarak hem de devrimci siyasi projenin önünü açma aracı olarak görülebilir. Türkiye’de mesela adliye sarayları üzerinde gerçekleştirilmek istenen terör, bu çerçevede ele alınabilir. Başarılı olsa bile bu eylem geniş halk kitlelerinin örgüte nefretini büyütmekten ve eylemde bulunan örgütün meşruiyetini iyice eritmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bir diğer husus, Türkiye’de hemen her görüş siyasi parti kurabildiği ve siyasi yarışa katılabildiği halde bu tarzın devam ettirilmesidir. Bunlara rağmen terörde ısrar edilmesini anlamak ve açıklamak çok güç.
Ne yazık ki bu gerçeklerin bir gün görülebileceğini ummak da fazla iyimserlik olur. Muhtemelen eylemde polis tarafından öldürülen kimseler birer kahraman olarak örgüt tarihine kaydedilecek ve bir tür “şehit” olarak anılacaklardır. Bu kimseler ve hareketleri, özellikle yeni ve genç militanlara örnek olarak anlatılacak, gösterilecek ve yeni isimler buna benzer eylemler gerçekleştirmeye hiçbir mantığı ve işe yararlığı olmamasına rağmen devam edecektir.