Kriter > Dış Politika |

Safları Sıklaştıralım: Yeni Dünya Düzeni Söylemleri ve Küresel Aktörlerin Yürüttüğü Stratejiler


Büyük Güç Rekabeti, Yeni Dünya Düzeni gibi tanımlarla ifade edilmek istenen bu dönüşüm süreci, aynı zamanda bugün kaos ve karmaşıklıkla harmanlanmış risklerle dolu bir dünyayı içeriyor. Küresel sistemin başat aktörü kabul edilen devletler, her zamankinden daha temkinli ve bir önceki yüzyıldan aldıkları derslerle, yeni dünyanın satranç tahtasında pozisyon almaya çalışıyorlar.

Safları Sıklaştıralım Yeni Dünya Düzeni Söylemleri ve Küresel Aktörlerin Yürüttüğü

Mart’ta Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından gerçekleştirilen Moskova ziyareti, ABD liderliğindeki küresel düzeni eleştiren iki önemli ülke liderinin bir araya gelmesi noktasında stratejik bir toplantı iken, bu ziyaretin son sahnesi akıllara kazınacak kadar önemli bir diyalogla kapandı. Şi Cinping’in Rus mevkidaşı Putin’e veda ederken kullandığı “100 yıldır görülmeyen değişimler yaşanıyor ve bunu birlikte yürütüyoruz.” ifadesi “Yeni Dünya Düzeni” söylemlerine yönelik en net vurgulardan biriydi. Şi Cinping, aynı zamanda bu düzen kurulurken yol arkadaşı olarak kendisi gibi liderliğini bir dönem daha garantileyen Putin’in refakatini onayladığını alenen beyan ediyordu. Bu iki lider; eşitlik, demokrasi, çok kutupluluk ve içişlerine müdahale etmeme temalarıyla bezeli yeni dünya düzenini, uluslararası toplumun ilgisine sunarak, aslında bir bakıma tüm paydaşlara birer davetiye iletmekteydi.

 

Yeni Bir Satranç Tahtası

Küresel sistemin dönüşmekte olduğu uzun zamandır dile getirilen bir gerçeklik. Büyük Güç Rekabeti, Soğuk Savaş 2.0, Yeni Dünya Düzeni gibi tanımlarla ifade edilmek istenen bu dönüşüm süreci, aynı zamanda bugün kaos ve karmaşıklıkla harmanlanmış risklerle dolu bir dünyayı içeriyor. Küresel sistemin başat aktörü kabul edilen devletler, her zamankinden daha temkinli davranarak ve bir önceki yüzyıldan aldıkları derslerle yeni dünyanın satranç tahtasında pozisyonlarını almaya çalışıyorlar. Bu noktada 2008’den itibaren ivmelenerek artan ABD ve Çin arasındaki gerilimler, jeopolitik rekabette yer alan dengeler nedeniyle, dünyanın iki büyük gücünden çok daha fazla aktörü etkiliyor. Bir tarafta dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve neredeyse her üç ülkeden ikisinin en büyük dış alacaklısı pozisyonunda bulunan Çin’in küresel ekonomik sistemi saran kolları, diğer taraftan mevcut liberal düzenin işlerliği için keskin bir rekabete kollarını sıvamış olan ABD’nin baskın tavrı; bu iki rakip dışındaki aktörlerin öncelikle kendi stratejilerini revize ederek yeni hamleler geliştirmesine olanak tanıyor.

Bu kapsamda örneğin, Almanya ve Japonya incelenmeye değer iki önemli vaka olarak karşımıza çıkıyor. Sistemde yükselen tansiyon, bu iki ülkenin İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne yürüttüğü pasifist stratejileri bir kenara iterek, savunma politikalarında Almanya’nın deyimiyle “zeitenwende” (milat) yaşamasına neden oldu. Savunma harcamalarını GYSİH’larının yüzde 2’sine çıkarmayı hedefleyen bu iki ülkeden biri olan Japonya, Asya-Pasifik kıyılarında ABD öncülüğünde yürütülen Çin’i çevreleme stratejisinin en başat aktörlerinden biri, Almanya ise Ukrayna işgali sürecinde Rusya’ya karşı stratejik bir pozisyonda yer aldı. Bu iki ülkeye biçilen roller, esasında ABD-Çin ekseninde yürütülen mücadelenin etkilerinin görülmesi noktasında oldukça önemli. Benzer şekilde son bir ay içerisinde gerçekleşen Filipinler’in ABD’nin kullanımına sunulmak üzere dört yeni askeri üssü daha savunma anlaşmasına dahil etmesi, Avustralya’ya nükleer denizaltılara sahip olma fırsatı sunacak olan AUKUS’un tam gaz sürmesi, Çin’in dördüncü uçak gemisi için kollarını sıvaması, Kanada’nın Çin tehdidini her anlamda vurgulayan Hint-Pasifik Strateji Belgesi, Çinli ve Rus Savunma bakanlarının Moskova’da gerçekleştirdiği toplantı neticesinde askeri teknik iş birliğinin bir üst düzeye çıkartılması noktasında mutabık kalınması, İngiltere’nin Trans-Pasifik Ortaklığı CPTPP’ye katılacak olması gibi gelişmelerin tamamı, küresel sistemdeki tırmanmanın neticesinde konumlarını sağlamlaştırmak isteyen ülkelerin oluşturduğu reflekslerdir.

 

Küresel Krizlerin Kıskacında AB

Tam bu noktada normatif değerleriyle küresel sisteme örnek teşkil etmek isterken, liberal demokratik dünya düzeni ile ekonomik istikrar arasında sıkışıp kalan bir örgütün izleyeceği yol merakla takip ediliyor. Özellikle Fransa Devlet Başkanı Macron’un Çin’e gerçekleştirdiği gayriresmi ziyaret neticesinde AB’nin gündemine gelen başlıklar, aynı zamanda örgütün rotasını belirleyecek olan bir nevi rüzgarlardır.

Bu kapsamda tarihleri biraz geriye saralım ve 5 Nisan 2023’e gelelim. Bu tarihte aynı anda dünyayı yakından ilgilendiren iki olay paralel biçimde gerçekleşmiştir. Bir taraftan Tayvan Devlet Başkanı Tsai-Ing Wen Orta Amerika ziyareti esnasında transit geçiş için ABD’ye uğramış ve burada ABD temsilciler meclisi başkanı Kevin McCarthy ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Esasında bu görüşmenin Tayvan’da gerçekleşmesi planlanmış olsa da Çin’in saldırgan tavırları ve ikinci bir Pelosi vakasının gerçekleşme ihtimali, görüşmenin ABD’ye taşınmasına neden olmuştur. Bu görüşmenin ardından Çin’in o zamana kadar Tayvan etrafında gerçekleştirdiği en ağır askeri tatbikatı başlatılmış ve Çin devlet televizyonları bu tatbikat klipinin final sahnesine bombalanmış bir Tayvan animasyonu yerleştirerek net bir mesaj vermek istemiştir. ABD Savunma Bakanı tatbikat paralelinde Çinli mevkidaşıyla iletişime geçmek istese de çabalarına karşı taraftan bir yanıt verilmediğini belirtmiştir.

Kremlin'den

Yladimir Putin ve Şi Cinping, Kremlin Sarayı'nda düzenlenen resmi törende. Kremlin Basın Servisi/AA

 

Bu gerilimi yüksek sahnenin biraz ötesinde aynı tarihlerde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Guangzhou'da ağırladığı önemli bir konuğu bulunuyordu: Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron. Gayriresmi bir ziyaret olması hasebiyle samimi bir ortamda gerçekleşen görüşme esnasında Şi Cinping ve Macron’un Çin medeniyetine ait pek çok konuyu görüştüğü ve hatta Şi’nin, bugünün Çin'ini anlamak için onun tarihini anlamakla işe başlanması gerektiğini belirten bir ifadeyi Macron’a ilettiği, Çin devlet gazetesinde yazıyor. Oldukça nostaljik bir havada geçen bu görüşmenin AB’ye etkileri ise Macron’un dönüş yolunda verdiği demeçlerin ardından yaşandı. Açıklamalarında Tayvan meselesi noktasında, AB’nin kendi sorunu olmayan krizlere çekilmemeye dikkat etmesi gerektiğini söyleyen Macron, aynı zamanda Birliğin büyük güç mücadelesinde ABD’ye bağımlı (vasal) olmaktan kaçınarak, üçüncü bir güç olması gerektiğini açıkça dile getirdi. Elbette bu açıklamanın yankıları, başta AB üyesi diğer ülkeler ve ABD olmak üzere pek çok tarafta ulaştı ve farklı görüşlerle yanıtlandı.

Bu noktada Macron’un stratejik özerklik çıkışının hedefi olan ABD’deki senatörlerden, “eğer Tayvan AB’nin meselesi değilse Ukrayna da ABD’nin meselesi olmamalı” yönünde görüşler ortaya çıkmıştır. Tayvan meselesi hususunda Tayvan Temsilciliğini açarak Çin’in ciddi ekonomik yaptırımlarına hedef olan Litvanya başta olmak üzere Polonya ve Çekya gibi Doğu Avrupa ülkeleri, Macron’un açıklamalarından duydukları rahatsızlığı dile getirirken, Çin ziyaretinde Macron’a eşlik eden Von der Layen, Çin’in AB üyesi 27 ülkenin kendi aralarındaki bölünmelerden faydalandığını ifade ederek, AB’nin güçlü bir Çin politikasına sahip olmasının bu tür riskleri azaltacağını vurgulamıştır. Bu vurgu paralelinde AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in AB'nin Çin politikasının "Değerler, ekonomik güvenlik, Tayvan ve Ukrayna” olmak üzere dört ayağı olması gerektiğine yönelik vurgusu, Tayvan konusunun AB değerleri için önemli bir husus olması nedeniyle hala birliğin öncelikleri arasında yer aldığını göstermiştir.

 

Sonuç

Macron ziyareti, AB’nin Çin ziyaretleri kapısını açan Scholz’dan sonraki ikinci ve en çok ses getiren ziyarettir. Bu ziyaret AB kurumları ve üye devletler arasındaki koordinasyon eksikliğini gözler önüne sererken, Macron’un hemen ardından Çin’i ziyaret eden Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un açıklamaları, değil AB içinde, birliğin kurucu üyesi Almanya’nın kendi içinde dahi uyumlu bir Çin politikası olmadığının kanıtı niteliğindedir. Baerbock oldukça sert bir Çin portresi çizerek, Çin'in kendi başına uluslararası sistemin kurallarını belirlemeye çalıştığını söylemiş, Pekin'in Rusya'nın yasa dışı savaşına destek verdiğini ima etmiş, Tayvan Boğazı'ndaki askeri tırmanmayı ve Çin’in insan haklarına yönelik belirsiz tutumunu net biçimde eleştirmiştir. Ancak kendisinden birkaç ay önce Çin’i ziyaret eden Şansölye Olaf Scholz’un başta Hamburg limanının hatırı sayılır orandaki hissesinin kabinesindeki bakanların itirazlarına rağmen Çinli nakliye şirketi COSCO’ya satılmasını onaylaması olmak üzere, Çin’i geniş bir ticari heyetle ziyaret etmesi ve Çin’in kırmızı çizgileri olarak belirttiği konuların etrafından geçmesi, Almanya içindeki Çin stratejisinin henüz netleşmediğinin bir diğer göstergesidir.

Bu noktada AB’nin liberal demokratik değerlerinin Çin’e rağmen korunma ile birlik üyesi ülkelerin tüm kılcal damarlarına sızan Çin’in ekonomik kollarının kıskacında kalmak arasında bir ikileme düştüğü aşikardır. ABD’nin Çin stratejisi, demokrasi ile otokrasi arasında net bir çizgi çizmekte ve karşısındaki aktörden bir taraf seçmesini istemektedir. Bu istek Batılı bir aktörden gelmesi hasebiyle, başlangıçta teorik olarak AB için uygun görülmüş ve Çin’in sistemik bir rakip olduğuna dair AB tanımı alenen ilan edilmiştir. Ancak pratikte Çin’in sahip olduğu ekonomik güç, Çin ile sert rekabetin uygulanabilirliğini zorlaştırmaktadır. Diğer köşede ise ABD’nin demokratik/otokratik ayrımını eleştirerek, “Çin tarzı demokrasi” kavramını ön plana atan bir ülke bulunmaktadır. Aynı zamanda Çin’in çok kutuplu ve farklı güç merkezleri üzerine kurulu küresel sistem tasviri Türkiye, Güney Afrika, Brezilya gibi ülkelerden de destek görmektedir. Bu durum ise küresel sistemin günden güne siyah ve beyaza ayrıldığı bir dünyada yeni dünya düzeninin neresinde konumlanacağı noktasında dilemmalar yaşayan ülkeleri ortaya çıkarmaktadır. Şi Cinping’in “yakın dostu” Putin’e söylediği cümleyi hatırlarsak; “Yüz yıldır görülmemiş bir değişim yaşanıyor ve biz bunu birlikte yürütüyoruz.” Bu ifadenin ilk bölümü pek çok uzmanın ve politikacının uzun zamandır dile getirdiği bir gerçekliktir. Merak edilen nokta ise cümlenin ikinci bölümünün gerçekleşme ihtimalidir. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor, peki bu düzen kurulurken liderlik kimin veya kimlerin elinde olacak?

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası