“…ölümler ölümlere ulanmakta ustadır hayatsa bir başka hayata karşı.”
İsmet Özel
7 Ekim sabahı, HAMAS'ın askeri kanadı olan İzzeddin el-Kassam Tugayları, İsrail'e karşı "Aksa Tufanı" adlı geniş çaplı bir saldırı başlattı. 7 Ekim olayları, İsrail'in 11 Eylül'ü olarak adlandırıldı; bu hikayenin "Usame bin Ladin'i" ise el-Kassam Tugayları'nın lideri Muhammed Deif olarak belirlendi. HAMAS Hareketi'nin resmi internet sitesinde yapılan basın açıklamasında, operasyonun İsrail işgalinin Filistin'deki ihlallerine bir cevap olarak, birinci dereceden bir savunma operasyonu olduğu, İsrail askeri üs ve merkezlerini hedef aldığı belirtildi. İsrailli yetkililer, Kara Cumartesi adını verdikleri bu saldırıda aralarında sivillerin, askeri personelin ve yabancı uyrukluların yer aldığı (son düzeltmeden sonra) bin 200 kişinin hayatını kaybettiğini ve 200’e yakın İsraillinin rehine alındığını açıkladı.
Olağan şüpheli İran’ın en yetkili ağızlarından yapılan açıklamalar, saldırıya müdahil olmadıkları ama yapanların ellerine sağlık diledikleri minvalindeydi. Müslüman ülkelerin kahir ekseriyetinden temkinli, İsrail’i eleştiren ve gerilimin yumuşatılmasına yönelik açıklamalar yapıldı. Pekin, tarafları sakin ve itidalli olmaya çağırırken, Putin İsrail'in HAMAS'la olan çatışmasının Ortadoğu'nun geri kalanına yayılabileceğine dair endişelerini ifade etti ve Gazze'deki masumların “başkalarının suçları” nedeniyle cezalandırılmasının yanlış olduğunu söyledi. İsrail’in en büyük destekçisi ABD’nin Başkanı Biden, İsrail’e yönelik saldırıları, “katıksız bir kötülük eylemi” olarak tanımlarken, Avrupa devletlerinin kahir ekseriyeti HAMAS’ın saldırılarını kınadılar ve İsrail’in kendisini savunma hakkı olduğu beyan ettiler.
Aksa Tufanı’na ilk olarak hava saldırıları ile karşılık veren İsrail, Netanyahu’nun 28 Ekim’de “düşmanı yerin üstünde ve altında yok edeceğiz" açıklamalarıyla kara harekatını başlattı. 21 Kasım itibariyle Gazze Sağlık Bakanlığı İsrail saldırılarında 5 bin 840’ı çocuk ve 3 bin 920’si kadın olan 14 bin 100 sivilin şehit edildiğini açıkladı. 7 Kasım’da ateşkes talebini yenileyen BM Genel Sekreteri Guterres "Gazze'deki kâbus insani bir krizden çok daha fazlasıdır. Bu bir insanlık krizidir…Gazze, çocuklar için bir mezarlık haline geliyor” dedi. Gazze'deki sivillerin korunması için ateşkes çağrıları, olayların üzerinden bir buçuk aydan fazla zaman geçmesine rağmen artarak devam ediyor. Meksika’dan Avrupa’ya, Türkiye’den Yemen’e dünyanın dört bir yanındaki göstericiler, Gazze'deki Filistinlilerle dayanışma için bir araya gelerek İsrail saldırılarında yaşanan yüksek orandaki sivil kayıpları kınadı ve acil ateşkes çağrısında bulundu. Washington'da İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardımanına ve ablukasına karşı yapılan protestolarda, aralarında Yahudilerin de bulunduğu göstericiler “sivil itaatsizlik” nedeniyle gözaltına alındı. Bütün bu tepkilere rağmen Gazze'nin güneyindeki bazı bölgelere broşür atan İsrail, HAMAS'a karşı başlattığı saldırının bir sonraki hedefinin, iki milyonluk açık hapishanedeki nüfusun çoğunun sığındığı güney bölgesi olabileceğinin sinyallerini verdi.
Medyadan Talepler ve Beklentiler
Tüm bu tepkilere rağmen İsrail, Gazze’deki katliamına nasıl devam edebiliyor? Bu sorunun malum cevabını, kısmen İsrail’e müzahir ABD ve Batı medyasının konuya bakış açısıyla açıklayabiliriz. Bu bakış açısı, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde İsrail’e verilen askeri ve siyasi desteğin, en azından halkın önemli bir kesimi tarafından, sorun edilmeyecek düzeyde tutulmasına yarıyor. Şöyle ki İsrail’in Batı medyasına yönelik taraflılık hezeyanlarından da anlaşılacağı üzere, Batı medyasından kendisini “kurban” ve dolayısıyla da ahlaki açıdan “üstün” taraf olarak temsil etmesini talep ediyor. Bu iki temsil biçimi, İsrail’in saldırılarını “meşru müdafaa” çerçevesine alırken, kamuoyunun İsrail’in saldırılarına, desteklemese bile en azından sessiz kalmasını sağlıyor. Cumhurbaşkanımızın Almanya ziyaretinde Alman kamuoyuna hitaben sorduğu soru (Siz neden kiliselerin bombalanmasına sessiz kalıyorsunuz?), bu sessizliğin en ironik tarafına işaret ediyor.
Batı medyasının olayları, kendi kamuoyuna sunuş biçimi, 7 Ekim olayları başlangıç olarak alındığında, geçmişi ve olayların bağlamını ihmal etmeyi de sağlıyor. Bu ihmal, İsrail'in 1967 savaşının, güç kullanımına ilişkin uluslararası hukuk (jus ad bellum) açısından yasa dışı olduğunu ve bu nedenle 1967’den bu yana Gazze Şeridini ve Batı Şeria’yı haksız bir biçimde işgal ettiğini unutturuyor. Farazi düşünelim. Yarın Ukraynalı direnişçilerin Rusya içinde sivilleri hedef alan ya da en azından sivil askeri ayrımı yapmayan saldırılar düzenlediğini ve sivilleri rehin aldığını düşünelim. Batı medyası bu saldırıları kınardı ancak Rusya'nın önceki eylemlerini unutturur muydu ya da bu tür saldırıların devam etmesi tehdidini bertaraf etmek için Rusya’nın Ukrayna'daki hukuk dışı savaşını uzatmasına destek verir miydi?
Batı medyasının olayları sunuş biçiminde İsrail’e ahlaki üstünlük atfeden unsur ise “HAMAS”ın ve “cihatçı İslamcıların” saf kötülüğünde aranmalı. Nitekim 2014’te bir BM Genel Kurulu konuşmasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kendisinin ve askerlerinin Filistinlilere karşı soykırım uyguladığı yönündeki suçlamalara “HAMAS DEAŞ’tır ve DEAŞ HAMAS’tır” diyerek cevap vermişti. 7 Ekim olaylarından sonra İsrailli yetkililerin tekrar HAMAS'ı DEAŞ terör örgütüne benzetme çabaları, Gazze Şeridi'nde olan bitenin Batı kamuoyu nezdinde, bu çok iyi bilinen ve korkulan terör çerçevesinden görülmesini ve meşrulaştırılmasını sağlıyor. İsrail, Batı kamuoyuna sinematografik bir katliam izletiyor ve tıpkı DEAŞ’a karşı mücadelede uluslararası koalisyona verilen Batılı desteğin kendisine de sağlanmasını talep ediyor. İsrail’in mağdurum da mağdurum serzenişlerinin Batı medyasında bulduğu karşılığı, 7 Ekim olaylarıyla sınırlarsak hata etmiş oluruz. Norman Finkelstein’ın ustaca kavramsallaştırdığı sanat dünyasındaki “Holokost Endüstrisi”, bu mağduriyeti yıllardır işlemekteydi. Tüm dünyada sinemaseverlerin zihinlerine nakşedilen Holokost, İsrail’in kendisine yöneltilen suçlamalarda antisemitizm kartını kullanmasını, bilhassa Batı kamuoyuna karşı kolaylaştırıyor. Batı’nın yaşayan en önemli filozoflarından ve eleştirel düşüncenin (Frankfurt ekolü) önemli temsilcilerinden Jürgen Habermas’ın da imzaladığı “Bir Dayanışma İlkesi” adlı mektup, İsrail’in verdiği karşılığın haklı olduğunu savunurken, İsrail’e dünya genelinde ve özellikle Avrupa’da gösterilen reaksiyonun antisemitizme dönüşmemesi uyarısında bulunuyor. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü operasyon, bu bağlama yerleştirildiğinde, Batılı zihnin karşısına kocaman bir geçmiş ayıbı ve kültür-sanat ve bilim camiasının en yakışıklılarını ve afililerini çıkarıyor. Kim günahlarıyla ve hayran olduğu bir insanla karşı karşıya kalmak ister ki?
Ölenler ve Katledilenler Ayrımı
Batı medyasının 7 Ekim olaylarını sunuş biçiminde, Filistinlilerin soykırımını normalleştiren, Filistinlilerin gayriinsanileştirildiği (dehumanization) bir temsil biçimi de dikkat çekiyor. Bu temsil biçimi dünyanın en gelişmiş silahlarla donanmış ordularından birinin elinde çaresizce ölümü bekleyenleri izleyen Batı kamuoyunun öfkesini etkisiz hale getirmek için Filistinlileri insanlıktan çıkarmayı amaçlamaktadır. Bunun kökleri hiç şüphesiz hem İsrailli aşırı sağcı hükümet ve askeri yetkilileri hem de onlara müzahir medya kuruluşları tarafından onlarca yıldır yayılan Filistin karşıtı ırkçılıkta yatmaktadır. Elbette bu temsil biçimi, ana akım Batı medyasında mevcut olan ön yargıya aşina olanlar için hiç de şaşırtıcı değildir: Çok fazla sayıda ve pasif bir şekilde "ölen" Filistinliler ve aktif bir biçimde ve hunharca “katledilen” İsrailliler. İsrailli yetkililerin Batı medyasına verdikleri demeçlerde Gazze operasyonlarına atfen kullandıkları “çimleri biçiyoruz” gibi ırkçı ifadeleri yutan zihinler, kendisi bir metafora dönüşen Gazze’yi, Şifa Hastanesini, el-Fakura okulunu nasıl anlasın?
Neyse ki Batı, kendi kamuoyunu tamamen ikna edemiyor. Artık bilgi akışı büyük medya patronlarının ve onların sponsorlarının tekelinde değil. Gazze'deki Filistinli muhabirler, medya kuruluşlarına kaynağından görüntü ve bilgi sağlıyor. Ayrıca Elon Musk internet kesintisi sırasında Starlink uydu bağlantısını Gazzelilerin kullanıma sunarak bilgi akışına destek verdi. İsrail, 7 Ekim’den bu yana 48 gazeteciyi öldürdü. İsrail vatandaşı olan Filistinliler bile ya sosyal medyada bir “beğeni” nedeniyle, ya Facebook'a düz siyah bir profil fotoğrafı yükledikleri için ya da Gazze'de öldürülen siviller için sempati sözleri paylaştıklarından dolayı gözaltına alındılar. Dünya çapındaki birçok gazeteci derneği İsrailli yetkilileri Filistinli gazetecileri kasıtlı olarak hedef almakla suçluyor. İsrail’in Gazze’nin kuzeyine düzenlediği bir saldırıda iki Anadolu Ajansı muhabiri yaralandı, Türk muhabirlere ve kameramanlara İsrailli polisler ve siviller tarafından saldırılar gerçekleşti.
Peki ne yapmalıyız? Öncelikle Müslümana yaraşır şekilde ümitvar olmamız gerekli. 7 Ekim olayları “her şeyi bilen İsrail” ve “en iyisini bilen Batı” mitlerinin yıkılmasına da sebep oluyor. Ancak bu, “tarihin uzun yayının adalete büküldüğü” fikrine aldanmamıza neden olmamalı. Bireysel ve toplu olarak yaptığımız protestoların ve boykotların işe yaradıklarını görmek ve bunların kurumsal hale gelmesi ve devlet düzeylerine ulaşmasını sağlamak için sebatkar olmalıyız. Filistin’e ve Filistinlilere adaletin gelmesi için tarihin bu yöne doğru kendiliğinden bükülmeyeceği aşikâr, onu ancak birlikte bükebiliriz.